Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Tarafgirliğin Tarafı

Sanatçıların içinde bulundukları bu hâli idrak açısından Rollo May’ın yukarıda zikredilen cümlesi yeniden yorumlanmaya müsaittir. Zira yaratma eylemi kıskançlık ve fedakârlıkla açıklanabilir. Ve yine buradan hareketle sanatçı, May’ın da belirttiği gibi yaratmadan evvel yıkandır.

EKLENDİ

:

“Özne bir biçimdir ve bu biçim öncelikle ya da daima kendisiyle özdeş değildir.”
– Özne ve İktidar, Michel Foucault

Eleştiri kurumunun zayıflığı yahut belirleyici bir merkez olamayışı onlarca yıldır tartışılan bir meseledir. Kavramsal ve kurumsal anlamda yeri hâlâ yadırganan eleştiri, alt çerçevede öznellik ve nesnellik gibi muhtelif sorunlarla birlikte ifade edilmeye çalışılmaktadır. Kavramsal bir özne olarak sorunlarla kendini inşa etmiş olması, mahiyetinin tartışılabilirliğini her daim sürdürmüştür. Hâlihazırda temellerinin sağlamlığı bir eleştiri meselesi olan eleştiri kurumunun işlevselliği ve belirleyiciliği ayrıca bir soru işareti özelliği göstermektedir. “Yaratıcı” bir özelliği bulunan sanatçının eleştiriyle ilişkisi nesnellik üzerine kuruludur. Zira bir sanatçının, başka bir sanatçının yapıtları karşısında eleştirel bir nesnellik tavrı takınabilmesi oldukça zordur. Sanatçının kendi sanat ürünlerinin, sanatsal bir derinlik ve nitelikle muhatabına ulaşabilmesi için evvela kendi içinde bir eleştiri değeri taşıması icap etmektedir. Kendi içinde taşıdığı bu değer, başkasına ait olduktan sonra daha derin bir karşılık bulacaktır. Bu noktada sanatçının kendi nesnelliğiyle olgusal duyuş tarzını ve bakış biçimini ayrıştırabilmesi mecburidir. Bu bağlamda sanatçının, bu titiz ve müstakil bakış açısını başka sanatçıların ürünlerine karşı uygulaması imkânsız değilse bile çok zordur.

Tarih boyunca yukarıda bahsedilen genellemenin reddini ispat edebilecek pek çok sanatçı vardır. En titiz eleştirel yargılara rastlayabileceğimiz C. Baudelaire’den, iyi bir Dante uzmanı olan T. S. Eliot’a kadar pek çok sanatçı, denetim ile olguları arasındaki mesafeyi başarılı bir biçimde belirlemiş ve özne olarak ele aldıkları yapıt ile kendi özneleri arasında doğabilecek herhangi bir boşluğa imkân vermemiştir. Örneğin C. Baudelaire yalnızca yazın alanında değil aynı zamanda resim alanında da yaşadığı zaman diliminin çok daha sonralarını, resim alanın içinde tanınan ve tanımlanan eleştirmenlere kıyasla daha iyi ve sahici olarak görebilmiştir. Bu genelleme ve reddi merkeze konulduğunda; sanatçının başka sanatçıların ürünleri karşısında eleştirel bir tavır alabilmesinin gerekli olup olmadığı sorusu yahut eleştirel anlamda nesnellikten uzak sanatçıların bu eksiklik hasebiyle olumsuz bir bakışı açısıyla yargılanıp yargılanmayacağı sorusu sorulabilir. Bu noktada cevap elbette “hayır” olacaktır. Sanatçı; kendini tanıyıp tanımlayabildiği zaman dilimi, içinde yer edinebildiğine cemiyeti, sanatsal ürünlerinin inşasını doğuran maddi ve manevi gelenekleriyle ne denli ilişkili olursa olsun, her ürününde kendi iç dünyasına ait bir sanat anlayışının çıktısını sunacaktır. Bu anlayış farklı sanat, fikir ve fiilleriyle münasebetini engellemese de onu şartlandırır ve onun bu münasebetten faydalanma biçimini ve oranını doğrudan etkiler. Tüm bunların yanında sanatının ve sanatçılığının tanımı gereği sanatçının, bir “yaratıcı” olduğu kabul edilmelidir. Zihinsel ve fiziksel imkânlar boyunca yeniden yorumlayan ve yeniden yaratan bir özelliği bulunan sanatçı için “yaratıcılık” bir mecburiyettir. Tanımsal ve işlevsel anlamdaki bu yaratıcılığın sonucu olarak ortaya konulan ürünler de az evvel bahsedilen imkânların sınırları içinde yaratıcılığın somut hali olacaktır.

Rollo May, “Yaratma Cesareti” adlı eserinde yaratıcılığın sınırlarını belirlerken “Her yaratma edimi, ilk önce bir yıkma edimidir.” der. Buradan hareketle inşa etme ve yıkma kavramlarını bir arada değerlendirebileceğimiz “yaratma” eylemi, kendi içinde muhtelif çelişkilerle mücadele eden ve icracısından oldukça fazla fedakârlık bekleyen bir süreç olarak kabul edilebilir. Muhtelif çelişkilere yönelik verilen mücadeleler ve fedakârlıklar, özgünlüğe açılan kapının bir bakıma anahtarlarıdır. Bu sebeple sanatçı, sadece sanat ürünlerini yaratırken değil, varlığını bir zaman dilimi ve mekâna konumlandırdığı her anda; kendi imkânlarından doğurup sınırlarını çizdiği sanat fikrine ve biçimine bağlı bir duruş sergileyecektir. Bu bağlamda sanatçının bir başka sanat eserine nesnel bir gözle bakıp bakamayacağı sorusunu yeniden yorumlamak mümkün olacaktır. Sanatçıdan, başka bir sanatçının ürününe benzemeyen ürünler ve belli bir geleneğe sahip olsun yahut olmasın kendi tarihselliğini kazanan tüm türler içinde yeni duyuşlar beklemek mümkün olmayacaktır. Bu durumun mümkün oluşu koşulsuz bir biçimde kabul edildiği takdirde; sanatçının, başka sanatçıların sanata dair fikir ve sınırlarına ılımlı ve eleştirel nesnellikle bakması olanaksızdır.

Genelleme mahiyeti taşıyan bu yargıları bozacak; yapısallığının boyutlarını belirlemiş, başkasına ait olana kendi zihnî sınırları içinden dürbün ile bakmaktansa bu sınırların esaretini yıkarak çıplak gözle bakabilmiş ve bu anlamda başkasına ait olanı daha nesnel bir bakış açısıyla değerlendirmiş yahut değerlendiren sanatçılar da elbette mevcuttur. Lakin bu meselenin ele alınış gayesi istisnaları olsa dahi bu mevcudiyetin eksik oluşudur. Bunlardan hareketle bu nesnelliği, imgelerle düğümlenmiş şiirler yazan bir şair ile daha duru bir Türkçe ile açık anlamlı şiirler yazan bir şairin, birbirleri üzerinde edinecekleri fikirden hareketle düşünebiliriz. Bu düşüncedeki kasıt, sanatçının kendi sanat sınırları içinde sıkışıp kaldığı ve ne gelenekle ne de çağdaşları ile bir etkileşim halinde olmadığı fikri kesinlikle değildir. Bu düşüncedeki kasıt, bir bakıma sanatsal sınırların örttüğü ışıksız bir odada, karşısındakini yalnızca imaj noktasında tanıyan birinin, diğerini görmeden ve ona dair zihnindeki imaj dışında bir fikri olmadan yorumlamasının imkânsızlığıdır.

Sanatçıların içinde bulundukları bu hâli idrak açısından Rollo May’ın yukarıda zikredilen cümlesi yeniden yorumlanmaya müsaittir. Zira yaratma eylemi kıskançlık ve fedakârlıkla açıklanabilir. Ve yine buradan hareketle sanatçı, May’ın da belirttiği gibi yaratmadan evvel yıkandır. İnşa etmek için yok etmek, yaratıcılığın kıskanç oluşunun çıktılarından biri olarak kabul edilebilir. Sanatçıların bu hâli onların bir hatası olmaktan ziyade özelliğidir. Nesnel olmayan tarafgir tavır, bir sebep değil, bir sonuç olarak kabul görmelidir. Burada vuku bulan çıkmazlardan biri de sanatçının, bir diğer sanatçının eseri karşısında nesnel olamayışına rağmen, daha nesnel olarak kendini tanımlayan ve hâlihazırda bir yaratıcı yani sanatçı olmayan eleştiri kurumuna karşı takındığı tavırdır. Eleştiri merkezi sanatçıya yaratma eyleminin çatısı altında olduğu için nesnel olmama yahut olamama hakkını teslim etmişken sanatçı içinde bulunduğu her olumsuz eleştiri sebebiyle eleştiri kurumunu nesnel olmamakla ve bu kurumun yaratıcı yönü olmadığı için sanat ürününü anlayamamakla itham etmektedir. Ortalama bir sanat eleştirisi ele alındığında sanatçıyla bir başka sanatçı ve eleştirmen arasındaki tüm kombinasyonlar düşünüldüğünde; eleştirinin konumu genellemeleri bozan istisnalar mevcut olsa da hemen hemen bu biçimdedir. Tüm bu girift haller içinde sanat ürününün; bir başka sanatçı ve eleştirmen dışarıda tutularak düşünüldüğünde, kendisini var edene, yahut kendisini muhatap alana karşı mesafesi sorun teşkil etmektedir. Yukarıda çokça defa belirtildiği gibi verilen hiçbir hüküm kesin değil, şahsî genellemelere dayanmaktadır. Ki tüm genellemelerin de reddini ortaya koyacak pek çok ispat mümkündür. Lakin tüm bu genellemeler ve retleri birlikte düşünülse bile ortalama bir sanat ürününü; aynı sanat ürününü ortaya koymuş, yahut koyan bir başkasının değerlendiriyor oluşu eleştirel nesnellikle uyumsuzluk doğurmaktadır. Bir şairin başka bir şairi, bir öykücünün başka bir öykücüyü, bir heykeltıraşın başka bir heykeltıraşı değerlendiriyor oluşu, sanatın ve sanat ürününün sınırlarını daraltmaya müsaittir.

Nesnel bir eleştiri için bir ürünü yaratanlardan herhangi biri olmak; o ürünü kuramsal anlamda inşa eden unsurları görmek ve temelini idrak etmek için yeterli değildir. Bir sanatçı derinliği ve niteliği hacminde bakabildiği sürece başka bir sanat eserini yorumlayabilecek kapasitedir. Bir bakıma baktığı her eserde kendi duyuş tarzı ve algılayış biçiminin izlerini arayacak, bulduğu izlerin yollarını kendisine çıkacak biçimde takip edecektir. Bu durumun sanat eleştirisine karşı açtığı yarayı, aynı dünya görüşünde yahut çağdaş sanatçıların birbirleri üzerinde kurguladığı eleştiri mekanizmasını daha da derinleştirmekte ve kanatmaktadır.

Türk sanatının sosyolojik ve tarihsel çıktılar münasebetiyle siyasal ayrışmalarla şekillendiği kabul edilmelidir. Bu kabulle ele alınacak herhangi bir sanat ürününün değerlendirilmesi için oluşturulan jüri kurulu yahut seçici özneler gözlemlendiğinde yukarıda ifade edilmeye çalışılan noksanlığın haklılık payına sahip olduğu kabul edilecektir. Tüm bu varsayımlar ışığında eleştirinin ve eleştirmenin ortada bir sanat ürünü dahi yokken nesnellikten uzak, tarafgir bir tavır sergilediğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Çok Okunanlar