1. Anasayfa
  2. Kitap

Tarihte Yolculuk: Hindistan Örneği

Tarihte Yolculuk: Hindistan Örneği
0

Delhi Sultanlığının ardından Bâbürlülerin egemenliğine giren Hindistan’ın kültürel kimliğini kaybetmemiş olmasında; Hind dilinin kutsallığı inancı, çok farklı yerel dillerin mevcudiyeti sebebiyle bütünü kapsayan bir dilin olmayışı ve Hind dinî düşüncesinin adeta bütün dinleri kapsayacak bir kabul çerçevesinin olması gibi etkenler söz konusudur. Öte yandan gelenekçilik deyince akla ilk, Hind kültürü gelir, bu yapı İngilizlerin sınıf sistemine müdahale etmesine rağmen bugün de devam etmektedir. Gandi’nin pasif bağımsızlık hareketi, geleneğin bütün kotlarına uygun olduğu için Hind toplumunu tümüyle harekete geçirebilmiş ve başarılı olmuştur. Eklektik bir din olan Sih dinini de bu bağlamda okumak mümkündür:

“XIV. yüzyıldan itibaren Kuzey Hindistan’da farklı din ve inançlar arasında uzlaşma hareketleri görülmüş, bu kapsamda İslâm’ın tevhide dayalı sınıfsız toplum anlayışı ve bölgede yaşayan mutasavvıfların öğretisi Hint toplumunu derinden etkilemiştir. Sih dini de Hinduların çok tanrılı ve putperest inanışlarına, kast sistemine ve Brahmanların aşırılığa varan uygulamalarına karşı bir tepki olarak XV. yüzyılın sonlarında Hindistan’ın kuzeybatısındaki Pencap bölgesinde ortaya çıkmıştır. Sih dini yerli Hindu düşüncesi, özellikle belli bir Tanrı’ya bağlılığa dayanan Bhakti geleneğiyle İslâm Tanrı inancının bir karışımı olarak aşırı ibadet ve riyâzet yerine ahlâkî davranışlara önem veren, uzlaştırmacı ve eşitlikçi bir dinî hareket olarak gelişmiştir.” (Diyanet Ansiklopedisi)

  1. ve 14. yüzyıllarda Hindistan’ın kuzeyinde İslâm kültürünün mahiyetini inceleyen Muzaffar Alam “Hindistan’da İslâm Siyasi Dil ve Kültürün İnşası (1200-1800)” kitabında konuyu dört ana başlıkta ele alıyor. Yazar kitabın giriş kısmında, kuzey Hindistan’daki havas İslâm’ı ile ilgili meseleleri ele aldığını, Babür yöneticilerinin şeriatın yanında, siyasi uygulamaları ve gündelik hayatı meşrulaştırmak için sık sık yararlanılan Cengiz Han’a dayanan bir örfi yasanın olduğunu, yine Moğollar sonrası dönemde tasavvuf ehlinin siyasete müdahalesinin daha belirgin bir hal aldığını, Farsçanın bölgede baskın bir dil olduğunu, şeriatın ve siyasetin ahlâk ilişkisi konusunda temel metinlerin nasıl anlaşıldığını ele almaktadır.

Tarihi öğrenerek geleceği düşünebiliriz. Bu sebeple bu kitap, bugünkü siyasî İslâm’ın son iki yüzyılına açılan bir pencere niteliğini taşımaktadır; nereden nereye gelindiğinin, tarihî sürecin Hindistan örneğidir. Yazar şöyle diyor: “Dünyanın farklı bölgelerindeki Müslümanların bu dönemde -Moğollar sonrası dönemde gözlemlenenler de dahil olmak üzere- karşı karşıya kaldıkları sosyal ve siyasî gerilimler, daha önceki herhangi bir evredekinden daha ciddî boyuttadır. İslâm, bu modern sömürge ve sömürge sonrası dönemlerinde, her alanda daha önce görülmemiş bir saldırıya maruz kaldı. (…) İslâm’ın bir zamanlar yaptığı fetihlerle baskın hale getirdiği orijinal fikirler, üstünlük -dünya görüşü açısında- tün alanlarda Avrupa tarafından bozguna uğratıldı. Avrupa ve Amerika kendi kültürlerini yurtdışına sürerken İslâm’ın bir zamanlar ihtişamlı siyasî sembollerini bir arada tutan değerler kaybolup gitti. Hindistan’da 19. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde Babür İmparatorluğu nihaî biçimde ortadan kalktı. Yakındoğu, İran, Batı ve Orta Asya, Batılı güçlerin ya birine ya da diğerine boyun eğdi. Osmanlı İmparatorluğundan arta kalanlar 20. yüzyılda yok olup gitti.” (Sayfa 34)

“Bu çarpışmanın kalıcı bir neticesi olarak, sadece Batının İslâm algısını tanımlamakla kalmayan, ama aynı zamanda Müslümanların kendi dinlerini algılayış tarzlarını da şekillendirmeye başlayan bir İslâm şablonu ortaya çıktı. İslâm; öğretileri sabit ve değişmeyen, öğretilerinin otoritesi yoruma kapalı metinlere dayalı olan, dogmatik ve hoşgörüsüz bir din gibi görülmeye başladı.” (Sayfa 35)

Yazar bu hastalıklı duruma Hindistan’daki İslâmî ihya hareketini örnek gösteriyor. “Hindistan tarihinin daha önceki bir döneminde öz yönetim adına Britanyalılara karşı gayrimüslimlerle (Hindular) iş birliği yapmış olan bu hareket, işte bu hareketin ta kendisiydi. Allah’ın iradesi dışında bir otoriteyi -ulus devleti- reddettiği için bağımsız bir Müslüman devlet kurma faaliyetlerine katılmayan da yine bu hareketti.”

Vakıfbank Yayınlarından İhsan Durdu Türkçesi ile Nisan 2022’de yayınlanan, içerik ve kaynakça bakımından çok zengin olan bu kitabın giriş kısmından yaptığım birkaç alıntı bile onun ne denli okumaya değer bir çalışma olduğunu göstermektedir.

1959 Giresun doğumlu. 1976’da Giresun İHL ve 1982’de 9 Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümünden mezun. Evli ve üç çocuk babası. 25 yıllık kamu çalışanı. Ankara'da yaşıyor.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir