Bizimle İletişime Geçin

Din ve Hayat

Tevekkül

EKLENDİ

:

 

Birini vekil kılma. Allah’a tevekkül, Allah’ı vekil kılma.

Allah’a tevekkül:

Önce, Allah’ın kâinata koyduğu yasaları bilmek, onlara uymak, o sebeplere riayet etmek; sonra da işleri O’na havale etmektir.

Tevekkül, önce, bir işi yapmayı istemek, o işi yapmaya başlamak, o işin ucundan-kulağından tutmak, o iş için “gerekli” sebepleri yerine getirmek; sonra da bizdeki samimiyetin, ciddiyetin görülmesi sonucunda o işe gücümüzün yetmeyeceğini bilmemiz; inanmamız hâlinde, Rabbimizin bizim yerimize o işe “el atmasıdır.”

Tevekkül, asla ve asla tembellik değildir; hiçbir şey yapmadan, işi Allah’a havale etme = Allah’ı “Bizim yerimize iş gören bir hizmetli/hizmetçi gibi görme!” değildir. Memur olan bizleriz; “Âmir O’dur; Emreden O’dur!”

Bizler, “İnandık” diye, başıboş bırakılan kullar değiliz; inancımızın gereğini yerine getirmek, iyi işler yapmak için çalışmalıyız, yan gelip yatmamalıyız; bu işleri yaparken, gücümüzü sonuna kadar kullanmalıyız. Bittiğimiz, tükendiğimiz noktada, Allah’ı yardıma çağırmalı, Allah’a tevekkül etmeliyiz. Bunun Kitap’taki en güzel örneği Bedir Savaşı’dır. Oradaki Mü’minler çok samimi, çok kararlıdırlar, Uhud böyle değildir ve o savaşta Allah, bin (8/9) üç bin, beş bin melekle onlarla birlikte düşmana karşı “savaşmıştır!” (3/124-125.)

Tevekkül, imanın zirve noktası, imandan emin olmanın görülmesidir; tevekkül, imanın ciddî bir şekilde testten geçtiği anlarda gerçekleşir.

Sözde/sözle tevekkül olmaz; fiiliyatla olur. Bir fiilin, eylemin gerçekleşmesi için bin bir, bir çok sebep vardır; bilim = biz, bunların sınırlı sayıda olanlarını bilebilir/iz; bilemediğimiz sebepleri Allah bilir. Biz, bize düşen işleri, görevleri yapınca, yeterli sebebi yerine getirince, gerisini Allah’a havale ederiz, “Geri kalanını Allah bizim adımıza yapsın, yerine getirsin” deriz. O, her şeyi en iyi Bilen’dir, her şeye gücü yeten, güç yetirendir. (Alîm ve Kadîr’dir.)

Müslümanlar tevekkülü tembellik olarak yanlış anlıyorlar ve her işi Allah’a havale ederek yatıyorlar. Sanki (hâşâ), kendileri efendi (rab), Allah da “kul/abd’mış!” gibi hareket ediyorlar. Oh ne âlâ memleket!…

Tevekkül, bizim açımızdan imanda ve teslimiyette (Mü’minlikte ve Müslümanlıkta) kararlılığın, sebatın, azmin gösterilmesi; Allah’ın da bunu bize bilfiil, bizzat göstermesidir. Yine de tüm samimiyetimize ve ciddiyetimize rağmen, bizler, Allah’a tevekkül eder, işlerimize O’nu vekil kılarız ama, yine de Allah bizim o işimizi yerine getirmeyebilir, tamamlamayabilir. İşte böyle bir hâlde/durumda içimizde bir kuşku, bir şüphe (rayb, şekk) oluşursa, imanımızı, O’na olan güvenimizi, o işteki samimiyet ve ciddiyetimizi gözden geçirmeliyiz; hââ o iş gerçekleşirse de “Aslâ o işi biz yaptık” dememeliyiz.

Tevekkül, zor bir iştir; herkesin harcı değildir, güçlü bir iman ve irade, kararlılık, azim ve kesin bir teslimiyet gerektirir. Bunu en iyi gerçekleştiren insanlar, Ulu-l Azm Peygamberler = Hz. Nuh, Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ, Hz. İsâ ve Hz. Muhammed’dir (aleyhimüsselâm). Bizlerin tevekkülü, içinde birçok şüphe ve endişe barındırır. Bizler, zor durumlarla karşılaşınca aklımıza bir sürü “şeytanlıklar” gelir; bizim en takvalımız bile: “Hani! Allah’ın yardımı ne zaman? (metâ nasrullah?)” (2/214) diye sorar.

Bence Âkif, ‘Azimden sonra Tevekkül’ https://www5.tbmm.gov.tr/pdf/Safahat.pdf (s. 854-855) şiirini böyle bir anlayışın üzerine bina etmiştir.

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar