Edebiyat
Torlak Emmi
Uzak birliklere Torlak ile giderdi komutan. Ben tımar ettikten sonra komutandan izinli binerdim Torlağa. Komutanın atına izinsiz bindin miydi askerliğin bitmez senin. Ben hiç izinsiz binmedim. Torlak benim kokumdan bilirdi. At da insana alışır. Kokumu alınca ta uzaktan kişnerdi. Komutan derdi ki sen bunu neyle besliyorsan beni görünce sadece kulaklarını diker ama seni görünce kişner, eşinir yerinde duramaz. ‘Ben Torlağı bek severim o da bunu bilir o sebepten eşinir komutanım.’ derdim.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Mustafa ÇiftçiDedem at sırtında köyleri gezen bir sıhhiyeciymiş. Çevre köylere gider, iğne yaparmış. Askerdeyken bellediği iğnecilik sayesinde geçim ediyormuş. Benim hatırladığım zamanlarda artık köyleri gezecek takati kalmamıştı. İleri yaşı sebebiyle yaz günleri evin önündeki kütükte, kışınsa soba başında otururdu. Sürekli oturan bir yaşlısı olan evde insanın geçmişle alakası, rabıtası güçlü oluyor. Ben kedinin ciğeri gözlediği gibi dedemi gözlerdim. Anlatsın isterdim. “Anlatsın da dinliyek güzelce…” derdim. Evdekiler dedemin anlattıklarına pek gönül düşürmüyorlardı. Dedem kendisini dinlemeyi çok sevdiğimi bilirdi. Mendile sarılı ceviz, hurma, kuru üzümleri hep bana yedirirdi. Sanki sırlı bir macunu ısırır gibi merasimli yerdim ben de… Önce bana yedireceklerini çıkarır. Ben onları yerken o beni seyreder, “Dişlerine sahip çık…” derdi. “Dişlere nasıl sahip çıkılır?” diye sormak isterdim ama soramadım bir türlü. Dedeme soru soranlar bazen ters cevaplar alıyorlardı. Dedem beni de terslemesin diye “…tamam dede dişlerime sahip çıkarım.” derdim.
Askerde nasıl sıhhiyeci olduğunu anlatırken komutanına rahmet okurdu. “Beni çok eziyorlardı. Cahillerin elinden beni kurtardı. Revire aldı. Bana iğneciliği belletti. Sıhhiye demek askerin her hastalığına bakan adam demektir. Başımızdaki komutan hem hekim hem asker olduğundan askerin hastalığı neresindedir pek iyi bilirdi. Onun yanında ben çok şey belledim. Gözümü açık tuttum. Kendimi sevdirdim. Askerde kendini sevdirdin miydi işin tamam olur. Komutan beni pek sevdi. Askere çıkan karavananın yanına ben salata yapardım. Bizim komutanın bir huyu vardı. Salatayı pek severdi. Şöyle limonlu, nar ekşili bir leğen dolusu salata yapardım. Cakır cukur onu yerdi. Sonra bir de öğle uykusuna yatardı. ‘Öğlen uyuduğun on dakka gece beş saate bedel.’ derdi. Komutan uyurken ben alet edavatı temizlerdim. ‘Senin bu temizliğini pek sevdim. Asker kısmında temizliğin eseri pek görülmez. Askerliğe alışana kadar temizliği unutur insan. Amma sen nasıl temizsin, aferin sana!’ derdi. Ben askerde alınan ‘aferimi’ sivilde elli senede görmedim. ‘Aferim!’ dediğin zaman bizim askerimiz bir iştahlanır, bir şahbaz olur, bir kendine gelir ki seyretmeye mahsustur. Sivilde kim ‘aferim’ diyecek bize. Kimse demez sivildeki adamın haşa huzurdan kaçakçı katırı kadar hatrı yoktur. Askerde ‘aferim’ dedikçe açılır insan. Sivildeyken bir kere tetik çekmemiş askerin eline koca koca topları emanet ederler de köyden gelme o asker gözünü kırpmadan dağı taşı un ufak eder. Bu maharetin hepsi bir ‘aferim’ uğrunadır.”
“Atlar da insan gibidir; “aferim” dedikçe, boynunu tapışladıkça coşar, ciğeri genişler, nefesi açılır. Benim de bir atım vardı. Adını komutana koydurdum. ‘Torlak’ dedi… ‘Torlak’ olsun bu herifin adı.” Ata “herif” demeyi de ben ondan belledim.
Uzak birliklere Torlak ile giderdi komutan. Ben tımar ettikten sonra komutandan izinli binerdim Torlağa. Komutanın atına izinsiz bindin miydi askerliğin bitmez senin. Ben hiç izinsiz binmedim. Torlak benim kokumdan bilirdi. At da insana alışır. Kokumu alınca ta uzaktan kişnerdi. Komutan derdi ki sen bunu neyle besliyorsan beni görünce sadece kulaklarını diker ama seni görünce kişner, eşinir yerinde duramaz. ‘Ben Torlağı bek severim o da bunu bilir o sebepten eşinir komutanım.’ derdim.
At da sevildiğini bilir. Bu doğru bir laftır. Ben bildim ve belledim ki Torlak benim onu sevdiğimi bildiğinden, beni hiç sırtından atmadı, bazı zaman at üstünde uyursun. Uyku askerdeki kadar tatlı olsa herhalde sivil kısmı hiç yataktan çıkmaz. Asker uykusu böyle tatlı olunca at sırtında bile uyursun. Ben de uyurdum. Torlak uyuduğumu bilir, yürüyüşünü yavaşlatır. Beni sarsmak istemez. Etini kessen kişnemez. Uyanıncaya kadar bir tırısta gider. Uyuduğumu bildiği gibi uyandığımı da bilirdi. Ben uyanınca, o da kişner, şöyle yalandan bir hızlanırdı.
Sonra Torlak hastalandı. Sancısı tuttu. Sancısı tutan atın ölümü de yakın oluyor. Terleyince terini soğutmazsın. Sırtına bir çul atarsın. O çul atın sırtını kızdırır. Ama benim işimin olduğu gün bir yaramaz arkadaş Torlağı koşturmuş, üstüne soğuk su içirmiş ama en kötüsü sırtına çulu atmadan terini soğutmuş. Torlak sancı çekerken ben öz kardaşım hastalanmış gibi kötüledim. Atı koşturan puştu buldum. Dört tane salladım. Tokadı yedikçe tövbeye geldi. ‘Ben ettim sen etme!’ diye yalvardı. ‘Ulan Torlak ölürse sana sorarım.’ dedim.
Doğru Torlağın yattığı yere koştum. Ben varmadan ölmüş. Arkadaşlar üzerinden zor kaldırdı. Ağladım epey bir zaman. Zaten komutan da Torlak’tan sonra fazla kalmadı. Başka birliğe tayin istedi. Gidiş o gidiş, bir daha görüşemedik komutanla. Ben sıhhiyeci olarak terhis aldım. Tam nizamiyeden çıkacağım, komutanın sesini duydum. Koşup elini öptüm. Cebinden bir nazarlık çıkardı. ‘Bu Torlak’tan sana yâdigârdır.’ dedi. Ben o nazarlığı hep sakladım. ‘Aha şimdi duvarda asılı duran o nazarlık, Torlak’tan armağandır. Benim diğer torunlarımda, evlatlarımda umut yok ama sen adam kıymeti bilecek gibisin. Adam kıymeti bilen, at kıymetini de bilmez mi? Bu nazarlığı saklayasın.’ dedi.
Ben dedim ki dede bu gece koynuma nazarlığı alıp yatsam belki rüyama Torlak gelir. Dedem gülümsedi. “Eşşeğin sıpası, nasıl akıllar bunlar? Eh haydi bakalım nazarlıkla uyu. Görelim rüyana kimler gelecek?” Ben o gece tılsımlı bir uykuya hazır oldum. Nazarlıkla uyuyacağımı anneme anlatmadım. Annem beni dinlemiyor ki sadece hızlı hızlı pijamamı giydirip haydi haydi diyerek savuşturuyor. Annem beni yatırsın, kapıyı çekip çıksın diye bekledim. Sonra duvardan nazarlığı alıp koynuma, uykuyu gözledim. Ne zaman uyuduysam bilmiyorum. Rüyama gerçekten Torlak geldi. Ben Torlak’la konuşmak istedim. Ama konuşmadı kişnedi, eşindi, tosul tosul etti. Sonra beni sırtına aldı. Epeyce bir yol gittik. Rüzgâr yanımızda ıslık çaldı. Kuşlar uçuşumuza hayran kaldı. “Çok fazla gitmesek Torlak emmi, yoksa anam darılır.” dedim. Torlak beni sırtından usulca yatağıma yatırdı. Öylece uyandım.
Rüyamı anneme anlatmak istedim, “… İşim var” dedi dinlemedi. Babam zaten esnaf adam, rüyayla masalla işi olmaz. Mahallede arkadaşlarıma anlattım. “Ata ‘Torlak Emmi’ dediğin iyi olmuş, elini de öpseydin bari…” diye dalga geçtiler. Ben istiyordum ki dedemden evvel de rüyamı dinleyenler olsun. Uçtuğuma inanmasalar da ata bindiğime inansınlar. Ama olmadı kimse rüyamı dinlemedi.
Dedemin yanına vardım. Rüyamı anlattım. “Torlak Emmimin selamı var sana dede. Pek güzel duruşu vardı. Beni hiç incitmedi. Ben herhalde onun sırtında da uyudum bir zaman. Rüyada ata binmek insanı hiç yormuyor. At terlemesin diye ben de çok zorlamadım. Beni indirince sırtına çulunu atayım istedim, tam o sıra uyanmışım.” dedim. Dedem güldü. “İncitmez tabii, bildi demek ki senin benim dölüm olduğunu. Aferim sana! Rüyanda kan da görmemişsin, rüyan fasık değil. Bu iyi bir şey” dedi. Bana yine lokum ve sarı üzüm verdi. Ben onları yerken o rüyamı tekrar görüyordu sanki. “Demek seni incitmedi he mi? Emmi dediğin iyi olmuş. Esasen at adamın yoldaşıdır ve de emmi dense yeridir…”
O günden sonra Torlak benim emmim oldu. Ben dedeme rüya anlattım, o bana hatıralarını anlattı. Birbirimize yoldaş idik. Sonra dedem benden evvel Torlak Emmime kavuştu. Rahmet olsun hem dedeme hem yoldaşına…
Beğenebileceğiniz Gönderiler


Çok Okunanlar
- Genel-
Öğretmenliğimin Üşüdüğü Günler
- Şahsiyet-
Vefatının 40 Yılında N.F. Kısakürek ve Son Mısraları
- Edebiyat-
Sürgün Çekirdek
- Düşünce-
Tuzu Eksik Aforizmalar
- Düşünce-
Procrustes’in Hayaleti: Anlamak mı Yargılamak mı?
- Tarih-
Feth-i Mübîn ve Fetih Rûhu
- Din ve Hayat-
Hz. Lût’un Fıtrat Çağrısı ve Kavminin Helak Sebebi
- Düşünce-
Bana Yüreğimi Tarif Et