Âdet Üzere “Bağımsız Sinema” Künyesi
Yönetmen koltuğunda “Litte Women” ve “Layd Bird” filmleriyle hafızlarda yer edinen Greta Gerwig’in yer aldığı Barbie, ilk gösterimini 21 Temmuz 2023’te yaptı. 115 dakikalık filmin senaryo metni ise Greta Gerwig ile Noah Baumbach tarafından kaleme alındı.
Başrollerini Margot Robbie ve Ryan Gosling’in paylaştığı yapım, Barbie ve arkadaşı Ken’in kurmaca bir dünya olan Barbie Land’den çıkıp gerçek dünyada kimliklerini keşfetme arayışını konu alıyor.
Warner Bros’un en çok izlenen yapımı olma özelliğini gösteren film, dünya çapında 1 milyar 197 milyon doların üzerinde kazanç elde etti. Warner Bros’un filmi, “Barbie” kelimesiyle İngilizce milyar anlamına gelen “billion” kelimesinin birleşiminden türetilen “Barbillion” ifadesiyle tanımlaması filmin çerçevesini anlayabilmek açısından oldukça önem arz ediyor.
İnceleme boyunca filmin hikâyesi ve karakterlerinden yola çıkarak bir okuma yapmaya çalışmaktan ziyade daha geniş bir çerçevede filmin kapitalist tüketim bilinciyle olan ilişkisine dair çıkarımlar yapmaya çalışacağız.
Tüketim Kültürünün Alternatif Kimlik Arayışı
Barbie bebekleri, 1959 yılında Amerikalı girişimci Ruth Handler tarafından yaratıldığında, belki de o dönemde kimse bu plastik bebeklerin bir gün büyük bir “kültürel ikon” haline geleceğini tahmin edememişti. Ancak Barbie yıllar içinde sadece bir oyuncak bebek değil, aynı zamanda bir kültürel fenomen, bir tüketim simgesi ve bir platform haline geldi.
Barbie, yıllar içinde milyonlarca çocuğun “oyun arkadaşı” olma özelliği gösterirken toplumsal cinsiyet rolleri, güzellik standartları ve nesillerin imaj değişimleri gibi önemli konularda tartışmalara yol açtı. Film tam da bu bağlamda bahsi geçen kültürel ikonayı bir adım öteye taşma özelliğini apaçık gösteriyor.
Yedinci sanat olan sinema, toplum hayatına girdiği günden itibaren kapitalizmle sıkı bir ilişki içinde olagelmiştir. Sinema endüstrisi, platolar, film dağıtım ağları ve sinema salonları gibi muhtelif ticari bileşenleri içermesi ve diğer sanat türlerine kıyasla yüksek sermaye gerektirmesi bakımından diğer sanatlardan ayrılmaktadır. Bu endüstri gelişim süreci boyunca tüketim kültürünün bir parçası olma işlevi gördü ve tüketici talebini tatmin etmek -belki de arttırmak- amacıyla pazarlama ve reklam stratejilerini kullandı. Sinema bu yönleriyle hem ticari bir faaliyet hem de özgün bir sanat formu olarak kabul edilse de kapitalizmle olan ilişkisinin karışıklığı onu masumiyetten alıkoydu.
Barbie’nin sinema ve kapitalizmle olan bağlantısı ise ele almak istediğimiz meselenin uç noktalarından biri olma özelliği gösteriyor. Barbie 2023 Temmuz’unda gösterime girmeden, daha evvel benzerine kolay kolay rastlanamayacak bir pazarlama kampanyasına imza atıldı. Yalnızca Amerika’da değil, filmin gösterileceği onlarca ülkede sosyal medya merkezde olmak üzere “pembe” bir gündem zemini yaratıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Özellikle “kadın” kimliği üzerinden kurulan bu zemin tüketilebilirliğini ve popülaritesini arttırmak için eşi benzeri görülmemiş bir reklam kampanyasına ev sahipliği yaptı.
Klasik tüketim bilincinde yaratılan platform, öncelikle sanat ürününe ev sahipliği yapar. Platformda doğan kurmacanın satılabilir unsurları popülerliğini yitirmeden, birer pazarlama aracına dönüştürülerek topluma dayatılırken, Barbie’de süreç bunun tam tersi olarak işliyor. 1959 yılında yılından itibaren bir meta olma özelliği gösteren oyuncakların filminin 2023 yılında vizyonda yer edinmesi tüketim kültürünün temel dinamiklerini değiştirmeye yetmese de tersten bir okuma yapmaya imkân tanıyor.
Film, Barbie ve Ken’in ontolojik sorgulamaları etrafında kimlik arayışını esas alsa da tüketim kavramının kendi kimliğini film sayesinde kolaylıkla bulabiliyor olması şaşırtıcı değil. Barbie’nin kurmaca boyunca aradığı kimliği, izleyicinin onu hem gişede hem de oyuncak olarak almasıyla son bulmaktan öteye gitmiyor. Bu çerçevede Barbie mi, yoksa izleyicinin mi bir arayışta olduğu sorusu zihinlerde yer buluyor. Barbie kapitalizmin bir temsili konumundayken müşterilerini, müşterileri ise film vesilesiyle satın alabilecekleri Barbie’leri buldu demek yanlış olmayacaktır. Bu noktada filmin hızlı bir başlayan hikâyesinin ilerleyen dakikalarda tekrara düşmesiyle tüketimin tekrarlılığı arasında bir bağ kurmak da elbette mümkün.
Pembe Ne Kadar Kadının?
Filme dair yapılan haberlerden, “sette pembe renk giymeyenlerin cezalandırıldığına” dair söylentilerin sosyal medyada çok önceden dolaşıma sokulması yukarıda bahsi geçen zemini kurgulayan unsurlardan yalnızca biri olma özelliği gösteriyor. Bu duruma “filmin setinde pembe renk kullanımının fazlalığından kaynaklı olarak dünyada pembe renk kıtlığı başladığına” dair yapılan haberler de örnek olarak verilebilir. Bahsi geçen zemin filmin gösterildiği ülkelerin sosyal medyaları üzerinde başlayan ve filme giden kadınların pembe renkte kıyafetler tercih etmesi akımını da doğurmaktan geri durmuyor. Peki “toplumsal cinsiyet eşitliği” naraları içinde kadını bir meta olarak görmekten şikâyet eden sistemin bileşenleri neden kadınlara hasredilen pembe rengi özellikle tercih ediyor?
Pembe renk geleneksel olarak “kız çocuklarına” veya “feminenliğe” atfedilen bir renk olarak karşımıza çıkmakta. Bu nedenle pazarlama aktörleri özellikle çocukları ve kadınları pembe renk etrafında bir hedef kitle haline getirir. Bu kitleye de kozmetik ve tekstil ürünleri başta olmak üzere bir pazar alanı sunar. Renk, bu ürünlerinin cazibesini arttırmak ve cinsiyet rolleriyle ilişkilendirilmek için sıklıkla kullanılır. Pembe rengin “kadın rengi” olarak kabul edilmesinin cinsiyet normlarını güçlendiren yönünden şikâyet edenler ile filme pembe renk kıyafetleri tercih ederek gidenlerin aynı popüler kaynaklardan beslendiğini iddia etmek yanlış olmayacaktır. Son yıllarda, bazı protest bilinçlendirme hareketlerinin pembe rengin tüketici kültüründeki cinsiyet rollerini pekiştirmesine karşı çıkması ve “pembe tüketimine” dur demesi aynı renkle ilişkilendirilen cinsiyet stereotiplerini sorgulamayı ve değiştirmeyi hedeflese de tüketimin önünü alamadığı bir gerçek kabul görmek zorunda.
Film mi Yoksa İki Saatlik Bir Reklam Denemesi mi?
Senaristler iki saatlik bir oyuncak reklamı olmanın ötesine geçmeyi deneseler de film, geneli itibariyle bir “ürün filmi” olarak tasnif edilebilir. Barbie’nin bir ürün filmi olarak temsilinin sınırlarını idrak edebilmek için en iyi yöntem onu başka ürün filmleriyle kıyaslamak olacaktır.
2007 ile 2017 yılları arasında beş farklı filmle karşımıza çıkan “Transformers” ve 2014’ten 2019’a kadar dört farklı filme imza atan “Lego” markalarının yapımlarıyla Barbie aynı düzlemlerde değerlendirilmeye müsait. Bahsi geçen tüm firmalar, filmlerinden evvel toplum hayatında oyuncaklarıyla karşılık buldular ve bu karşılığın sınırlarını genişletmek adına beyaz perdeye aktarıldılar. Tüm bu ortak payda içinde Barbie diğerlerinden bir “ürün filmi” olmasıyla ayrılıyor. Diğerleri de her ne kadar ürün filmleri olarak kabul edilseler de, sinemanın temel gereklilikleri içinde kurmacayı önceleyen özellikler gösterirken, Barbie adeta iki saatlik bir reklamın arasına sıkıştırılmış bir film olma özelliği gösteriyor. Bahsi geçen reklam bilinci öylesine ağır basıyor ki, film büyük bir reklam filmindeki ürünleri birbirine bağlamak için kullanılan hikâye gibi algılanıyor.
Filmin reklamları dolaylı olarak vermek yerine doğrudan vermeyi tercih ediyor olması da bir başka husus. Filmde kullanılan Barbie evinin gerçeğinin yapılması ve kiralanması, oyun konsolları için Barbie evleri, pembe hamburger menüsü, mum, Barbie kıyafetleri ve makyaj malzemeleri reklamının yapıldığı ürünlerden yalnızca bir kısmı. Filmin bir araba reklamını dahi barındırıyor olması, ifade etmeye çalıştığımız zeminde şaşırtıcı gelmiyor. Son olarak bazı sahnelerde izleyicinin (müşteri yahut alıcı olarak da ifade edebiliriz) reklamı yapılan ürünleri daha net görebilmesi için ürünlerin isimleri dahi veriliyor.
Sanatsal Değer ve Gelecek
Barbie Land’de geçen filmin sanatsal değeri yukarıda ifade edilmeye çalışılan politik ve ekonomik kaygılardan kaynaklı olarak yok hükmünde demek yanlış olmayacaktır. Böylesi bir evrende ancak özgün bir hikâyenin varlığı filmi öne taşıyabilirdi. Lakin film, özgün bir hikâyeden yoksun. Kimlik arayışı ve ontolojik sorgulamalar her ne kadar kadim meseleler olsa da film, alternatif bir “Truman Show”u andırıyor. Barbie ve Kenler tıpkı Truman gibi içine mahkûm edildiği evrenden gerçek evrene çıkmanın yollarını arıyor.
Eserin sanatsal değerini düşüren temel unsurlardan birisi de politik kaygıların sanatsal değerin önünde konumlandırılması. Sanatın düşündüren ve keşfettiren bakış açısının filmde kendisine yer bulmadığını görüyoruz. Zira verilmek istenen politik mesajlar herhangi bir dolayımlamaya girmeden doğrudan verilmiş. İnsanların güzellik algısını zayıflık üzerine kurduğu için eleştirilen ve bu tepkilerden sonra satış rakamları düşen firmanın, zayıf Barbielerin yanında “şişman” Barbieleri de piyasa sürdüğünü hatırlamak faydalı olacaktır. Zira şirket, “normal”, “güzel-çirkin” kavramlarında da aynı düzlükte hareket etmişti.
Sonuç Yerine
Yazı boyunca ifade etmeye çalıştığımız gibi Barbie bir film olmanın çok uzağında. Ama sinemayla ilişkisinde önemli hususlar var. Özellikle pandemi sürecinde ağır yaralar alan sinema sektörünün devamlılığı açısından önem arz ediyor. Zira salon filmlerinin yerini dijitalleşme eğilimine bıraktığı dönemde seyircilerin yönünü yeniden salona çevirebilmesi oldukça değerli. Gişe filmleri her ne kadar izleyici alışkanlıklarının değişiminde pay sahibi olsalar da gişenin devamlılığını ve sektörün değerini belirleme noktasında büyük bir yer tutuyorlar. Dijital platformlar ve streaming servislerin yükselen trendi karşısında salon sinemasının Barbie gibi filmlerle ayakta kalmak zorunda olduğunu da gözden kaçırmamak gerekli.
(Illustration by Kat Brooks/The Washington Post; Mattel; iStock)