Bizimle İletişime Geçin

Din ve Hayat

Türk Dünyası Kültür Başkenti Bursa’da Tasavvuf Kültürünün Macerası

Tasavvufî hayatı besleyen tasavvufî düşünce ve yorumlar ilk yüzyıllarla birlikte tarih sahnesine çıkmış bunu özel mekan olarak tekkeler ve zaviyeler izlemiştir. Fakat bugün bilinen meşhur tarikatların oluşmaya başlaması için uzun bir zaman gerekmiştir. Şimdi kısaca bu tasavvufî mektepleri/ekolleri,şehrimizle olan irtibatına da dokunarakkısaca tanıyalım.

EKLENDİ

:

Tasavvuf yâr olub bâr olmamakdur

Gül-i gülzâr olub hâr olmamakdur

Ruşenî

    Din insanı ihya eder, insan şehri inşa eder, şehir medeniyeti ifşa eder. Medeniyetin sacayağı kişiler, kitaplar ve kurumlardır. Kişiler kurumların yardımıyla üç konuda eserler ortaya koyarlar : İlim, fikir, sanat.

İslâm kültür ve medeniyetinin mühim ilim dallarından biri tasavvuftur. Ahlâkî, ilmî, ictimâî, fikrî, felsefî, bediî hareketlerle iç içe olan yani yukarıda sıralanan medeniyetin üç ana konusuyla ilgili eserler ve faaliyetler ortaya koyantasavvufun özellikleri yeterince bilinmeden İslâm medeniyetini bütünüyle kavrayabilmek, tahlil ve tenkit edebilmek mümkün değildir. Şimdilik alt başlık olarak şu tesbiti de ilave edelim: Bu ilmin üç ana konusu  tasavvufî şahsiyetler, tasavvufî kitaplar ve tasavvufî kurumlardır. Kurumlardan kastımız da dergâhlar, vakıflar ve tarikatlardır.

İslâm dünyası, Hz. Peygamber’in vefatından  bir-iki asır sonra bir taraftan Doğu’ya Kaşgar’a doğru genişlerken diğer taraftan Batı’nın, Kurtuba’nın yolunu tutmuştur. Kur’an ve Hadis’i temel alan bu hareket gittiği bölgelerin kültürünün de bazı unsurlarını tercümeler yoluyla alarak bir senteze ulaşmıştır. İşte bu esnada temelleri atılan ilim dallarından biri de tasavvuftur. Türk dünyasının Müslüman olmasıyla yakından ilgili olan bu akım, daha sonraki asırlarda Buhara Bursa Bosna ana güzergâhında seyredenlerin yoluna ışık tutanmeşalelerden biri olmuştur. Bu meşale bazen Kırım, Kazan’ı, bazen Kahire Kayravan’ı aydınlatmıştır.

Bursa’nın Türk Dünyası Kültür Başkenti olması sebebiyle kaleme alınan önünüzdeki yazıda yukarıdaki maddelerekonumuz çerçevesinde kısaca temas edilecektir.

Tasavvuf Nedir?

Tasavvufun yüzlerce tarifinin yapıldığı bilinmektedir. Bu çok tariflilik ilk bakışta bir zorluk getiriyorsa da konunun muhtelif boyutlarına ışık tutması açısından faydalı bir faaliyet olarak değerlendirilmelidir. Bazı sûfîler onu, kişinin İslâm ahlâkını yaşaması, dünyavî sevdalara değil değil bütün gönlüyle ilâhî aşka yönelmesi şeklinde tarif ederken bazı dervişler de edebi, nefis mücadelesini, riyazeti, ciddiyeti, amel ve ibadeti, kalp temizliğini, keşf ve gönül bilgisini, murakabe veya müşahedeyi esas almış; bu esaslardan birini veya birkaçını kullanarak tasavvufu tarif etmişlerdir.

Tasavvufu manzum olarak tarif eden sûfîler de vardır:

Tasavvuf kalbi Hakka bağlamakdur

Yüreğin aşk odıyla dağlamakdur /  Rûşenî

Tasavvuf anlamaktır yetmiş iki milletin dilin

Tasavvuf âlem-i akla Süleyman olmağa derler /  İbrahim Efendi

Ana Tarîkatlar

Tasavvufî hayatı besleyen tasavvufî düşünce ve yorumlar ilk yüzyıllarla birlikte tarih sahnesine çıkmış bunu özel mekan olarak tekkeler ve zaviyeler izlemiştir. Fakat bugün bilinen meşhur tarikatların oluşmaya başlaması için uzun bir zaman gerekmiştir. Şimdi kısaca bu tasavvufî mektepleri/ekolleri,şehrimizle olan irtibatına da dokunarakkısaca tanıyalım.

Kâzerûniyye

Cihad ve irşâda yönelik faaliyetleriyle dikkat çeken Kâzerûniyye, Ebû İshak İbrahim b. Şehriyara (ö. 1034) nisbet edilen bir tarîkattır.

Osmanlı sultanı Yıldırım Hanın, Kâzerûnî dervişlerine 1399da yani Ulucami’yi yaptırdığı sene Bursada zâviyeyaptırması ve vakıf kurması da üzerinde durulmaya değer bir konudur. Vakfiyenin bir yerinde şu ifade vardır. Murad Han oğlu Bayazid Han… riya ve sümadan halî bir niyetle Bursada Tahtakale denilen yerin arkasında tarîk-ı âmın önünde bir zâviyei şerife kurdu. Bunu, Şeyh Ebû İshak Kâzerûnî ashabına, âdet olduğu vechile gelip gidenlerin, misafirlerin mukimlerin… mümkün olduğu derecede izâz ve ikram hizmetlerinin ifası için vakfetti.

Cami, günümüzde Absak (Ebû İshak’tan bozma) sokakta hizmetlerine devam etmektedir.

Firdevsül-Mürşidiyye isimli Ebû İshak KâzerûMenâkıbnâmesi Türkçeye çevrilmiştir.

Vefâiyye

Selçukluların son yüzyılı, Osmanlıların ilk yüzyılında Anadolu sahasında varlığını hissettiren tasavvufî yolların başında Vefâiyyeyi saymak gerekir. Ebu’l-vefâ Bağdadî ile (ö. 1107)  tarih sahnesine çıkan bu ekol, sözkonusu sıkıntılı yüzyıllarda yaşayan dervişleri  başta Baba İlyas ve Hacı Bektaş Veli olmak üzere derinden etkilemiştir. Vefâiler, Babaîlerle iç içe olduğu gibi Şeyh Edebâlı kanalıyla Osmanlı dünyasıyla da irtibatı vardır..

Bursa’nın fatihi Orhan Gazi  Geyikli Baba’nın meşrebini merak ettiğinde şu cevabı almıştı: “Baba İlyas müridiyim, Seyyid Ebu’l-Vefâ tarikatindenim” . Türbesi Bursa ile İnegöl arasında Babasultan köyünde ziyaretçilerini beklemektedir.

Terceme-i Menâkıb-i Tâcü’l-Ârifin  tarikat pirinin hikayesini anlatmaktadır.

Yeseviyye

İslâm dünyasında oluşan en  kadim tarîkatlardan biri Yeseviyyedir. Ahmed-i Yesevîye (ö. 1167) nisbet edilen bu tarîkat ile Türklerin Müslüman olmaları arasında çok sağlam bir bağ vardır. X. yüzyılla birlikte İslâmla tanışan Türkistanlılar Ahmed-i Yesevînin Türkçe Dîvân-ı Hikmetiyle bu dini öğrenmiş, tanımış ve sevmiştir. Dîvân-ı Hikmet diye bir araya getirilen bu manzumelerde namaz, oruç gibi ibadetlerin yanında tasavvufî ahlâkın pek çok konusu da şiirin sihirli formülleriyle işlenmiş ve yeni müslüman olmuş olanların gönüllerine sunulmuştur.

Hazinî tarafından kaleme alınan ve Sultan III. Murad’a takdim edilen Cevâhirü’l- Ebrâr min Emvâcil-Bihâr adlı Türkçe-Farsça eser, bu kültürün temel kitabı olma özelliğini hâlâ taşımaktadır.

Kâdiriyye

Abdülkadir Geylânî’yi pir kabul eden tarîkatın Eşrefiyye kolunun kurucusu ve Kâdiriyyeyi Bursa/Osmanlı topraklarınagetiren ilk sûfî Eşrefoğlu Rûmî (ö. İznik, 1469) konumuz açısından önemlidir. .

Eşrefoğlunun Hama’dan İznike dönüp irşâda başlamasıyla Kâdiriyye ilk Osmanlı payitahtına ulaşmış oldu. İznik ve Bursada kurulan Eşrefî dergâhlarıyla birlikte Dîvân’ı, 1448 yılında kaleme aldığı Müzekkin-Nüfûsu (nefisleri temizleyen) ve diğer eserleriyle maddî ve manevî fetihlere zemin hazırlamış, yüzyıllar boyu evlerde, tekkelerde, mescidlerde bu eserler okunmuştur..

Rifâiyye

Ahmed Rifâîye nisbet edilen, adı sebebiyle Ahmediyye, doğum yeri sebebiyle Betaihiyye diye de bilinen bu tarîkatAnadoluda/Osmanlı coğrafyasında yaygın olan tasavvufî mekteplerden biridir.

Rifâîlerin çok erken devirlerde Basra’dan Anadoluya, Konyaya geldikleri Eflakînin verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır. İbn Battûta buna Amasya, İzmir ve Balıkesirdeki Rifâî zâviyelerini de ilâve ediyor.

Bursada Mir-i Büdelâ, Kasap Cömert, Abdulmümin, Seyyid Nâsır, İsmail-i Rûmî dergâhları zaman zaman bu yolamensup sûfîler tarafından yönetilmiştir.

Sa’diyye

Mekke doğumlu olan ve 1180 tarihinde Şam’da vefat eden Sadeddin Cibavî, tarikatın piridir. Zaman içinde Bursa, İstanbul ve Balkanlarda Sa’dî dergahları kurulmuştur. Cumhuriyet döneminin meşhur yazarlarından Sadeddin Nüzhet Ergun Bursa doğumlu bir Şa’dî şeyhidir. 1925 tarihinde tekkeler sırlandığında İstanbul Hallaç Baba dergâhı şeyhi idi. Eserleri bu şehrin hem edebiyat hem de musikî tarihini aydınlatmıştır.

Bursadaki en meşhur dergâh ise  1543 yılında vefat eden Zincirî Ali Efendi’nin ismini taşımaktadır. Tekkenin son şeyhi Erzurum’lu İsmail Hakkı Efendi 1932 de vefat etmiştir.

Halvetiyye

Anadolunun yakından tanıdığı tarîkatlardan biri de Halvetiyyedir. Halvet hayatını çok sevmesi sebebiyle Halvetî lakabını alan Siraceddin Ebû Abdullah, Lahcan’da dünyaya gelmiş Herat’ta vefat etmiştir (1397).

Anadolu için bizi özellikle ilgilendiren, tarîkatın ikinci piriSeyyid Yahya Şirvânî (ö. Bakü 1462) ve onun mürîdleri M. Bahâeddin Erzincanî (ö. 1474) ile Dede Ömer Rûşenîdir(ö. 1487). Halvetiyye, Erzincanînin mürîdi Cemâl-i Halvetî (ö.1494) ile II. Bâyezid devrinde İstanbula sonra Bursa’yagelecektir. Bursa’da farklı kolların tekkeleri hizmet vermiştir.

Nakşibendiyye

İslâm dünyasında en yaygın üç tarikattan biri olan Nakşibendiliğin bu coğrafyadaki ilk büyük temsilcisi MollaAbdullah İlâhî’dir. Kütahya/Simav’lı olup tahsilinin bir kısmını İstanbulda tamamladıktan sonra devrin önemli ilim merkezlerinden biri olan Türkistan bölgesine gitti veUbeydullah Ahrarın (ö.1490) mürîdi oldu. İcazetini aldıktan sonra Simava dönerek irşâd görevine başladı. Böylece Lâmiî Çelebinin tesbitiyle “tarîkı Hâcegân avâzesi Vilâyet-i Rûm’a münteşir oldu.” Bir müddet sonra İstanbula, oradan da Evliya Çelebinin ifadesiyle o asrın kutbul-aktabı izni ile kendisine Rumeli halifeliği verilerek Vardar Yenicesine giden MollaAbdullah İlâhî, üç dilde (Arapça, Farsça, Türkçe) eser veren sûfîlerden biridir. Şairliği yanında, özellikle Şeyh Bedreddinin Vâridâtını şerhetmesi önemli bir yönüne işaret etmektedir.

Bursa’lı Lâmiî Çelebi bu yolun yolcusudur.

Zeyniyye

Horasanlı sûfîlerden olan Zeyneddin-i Hâfî’nin (ö. 1434) adından kaynaklanan bu tarîkatın Anadoludaki macerası da dikkat çekicidir. Hâfî tahsilini tamamladıktan sonra tasavvufî terbiye için Nureddin Abdurrahman Mısrîye intisab etmiş ve seyr ü sülûkunu tamamlamıştır. En meşhur eseri, el-Vesâyel-Kudsiyyedir. Anadoluda iki mühim temsilcisi vardı: Abdurrahim-i Merzifonî ve Abdüllatîf-i Kudsî. Birincisi Merzifonludur.

Bursada Zeynîler semtindeki dergâhtan başka bu tarîkatın en meşhur tekkesi, Abdüllatif-i Kudsînin yanında yetişen Şeyh Vefâ tarafından XV. yüzyılda İstanbulda kurulan dergâh olacaktır.

Kübreviyye

Necmeddin Kübrâya (ö. Köhneürgenç,1221) nisbet edilen bu tarikatın Anadolu ve Rumelide Kübrevî tekkeleri yoksa da gerek Necmeddin Kübrânın gerekse mürîdi Necmeddin Dâyenin eserleri okunan ve sevilen yaygın eserler arasındadır. Dâye, Mirsâdü’l-İbâd adlı Farsça eserini Anadoluda iken kaleme almış ve eser II. Murad adına Karahisarlı Kâsım b. Muhammed tarafından çok erken bir dönemde 825 (1422) İrşâdul- Mürîd ilel-Murâd ismiyle Türkçeye çevrilmiştir. Necmeddin Kübrânın da tarîkatların el kitabı mahiyetinde olan Usûlü’l-Aşere adlı küçük risâlesi İsmail Hakkı Bursevî(ö. 1725) tarafından Türkçeye çevrilip şerhedilmiştir.

Kübreviyyenin Bursadaki ilk büyük temsilcisi ise EmîrSultandır.

Emîr Sultan dervişleri

Tesbih u sena işleri

Dizilmiş hüma kuşları

Emîr Sultan türbesinde

Bektâşiyye

Din ve kültür tarihimizdeki en dikkate değen tasavvufî yollardan biri Bektaşiliktir. Tarîkatın yaygınlık kazanması ve güçlenmesi ikinci Pîr Bâlım Sultandan (XVI. asır) ve özellikle Yeniçeri ordusuyla yakın temasa geçtikten sonradır. Bu temas tarîkatın Anadolu ve bilhassa Rumeli topraklarında tutunmasına sebep olmuş, yayılmasını kolaylaştırmıştır.

Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât isimli eserinde şeriat, tarîkat, marifet, hakîkat konularını 10 ayrı makama taksim ederek 40 alt başlıkta işlemiştir.

1826da Yeniçerilikle birlikte yasaklanan Bektâşîlik çok yakından takip edilmiş ve sindirilmiştir. Daha sonraki yıllarda devlet bu tekkelerin açılmasına göz yummuşsa da tarîkatı resmen tanımamıştır. Işıklar’daki Ramazan Baba dergâhı şeyhi Süleyman Bey Baba’nın Sultan II. Abdülhamid dönemindeMuharrem ayında okuttuğu Hadikatü’s-süedâ cemiyetleri çok meşhurdu.

Bursa’daki dergâhın arsasında daha sonra Işıklar Askerî lisesinin ek binaları yapılmıştır.

Mevleviyye

Özellikle sema adı verilen zikirleri sebebiyle çok dikkat çeken ve Mevlanâ’ya nisbet edilen bu tarikat da aktüalitesini her zaman koruyan tasavvufî yollardan biridir. Konya Mevlânâ Dergâhı arşivinde bulunan bir belgeye göre, bu asrın başlarında mevcut olan 52 Mevlevîhânenin dokuz tanesi bugünkü sınırlarımızın dışında kalmıştır: Girit, Halep, Kerkük, Sakız, Selanik, Siroz, Şam, Trablusşam ve Üsküp.

Bursa Mevlevihanesi Ahmet Cunûnî Dede tarafından XVII. yüzyılın başında yapılmış ve aralıksız olarak 1925 yılına kadar gönül eğitimine devam etmiştir. 1950’li yıllarda yıkılıp su deposu yapılar dergâh , 2022 yılında yeniden kültür merkezi olarak hizmete girmiştir.

Bayrâmiyye

İstanbulun fethinden önce Anadoluda oluşmaya başlayantarîkatlardan son olarak Bayrâmiyyeye temas etmek istiyoruz. Somuncu Baba diye tanınan Hamîduddin-i Aksarayînin (ö. 1412) mürîdi, Emir Sultan’ın ise dostu olan Ankaralı Hacı Bayrâm-ı Velî büyük mutasavvıflar silsilesinin mühim şahsiyetlerinden biridir. Anadoluda doğup yaşaması da ayrı bir özelliğidir.1430 yılında Ankarada vefat eden Pîr’den bize bir-iki ilâhînin dışında bir eser intikal etmemiştir. O da eseri olmayan tarîkat pirlerindendir. Rivayete göre o, eser yazmaktan çok insanla meşgul olmayı tercih ederdi. Yetiştirdiği önemli şahsiyetler de bu görüşü desteklemektedir.

Hacı Bayrâm-ı Velî; Mevlânâ, Hacı Bektâş-ı Velî ve Şeyh ŞâbânVelî ile birlikte Anadolunun aktâb-ı erbaası (dört kutub) kabul edilir. Onun eli altında tasavvufî terbiyesini tamamlayan bazı sûfîlerin eser ve mürîdlerine kısaca işaret edilirse Osmanlı topraklarında var olan dinî ve tasavvufî hayattaki tesiri ve genişliği daha kolay anlaşılmış olur.

1. Akşemseddin (ö.Göynük,1458): Devrinin meşhur tabiblerinden biri olan Akşemseddinin en meşhur mürîdi Kayseride dergâh kuran İbrahim Tennûrîdir (ö. Kayseri, 1482). 5059 beyitlik Gülzâr-ı Manevî, Tennûrînindir.

2. Bursalı Dede Ömer (ö. Göynük, 1475): Anadolu ve Rumelinin en canlı tasavvufî mekteplerinden biri olan Melâmiyye-i Bayrâmiyyenin, bir diğer ifade ile ikinci devir melâmîliğinin pîridir..

3. Eşrefoğlu Rûmî (ö. İznik, 1469): Yukadıda bahsi geçenEşrefoğlunun ilk mürşidi Hacı Bayrâm-ı Velîdir. Halifesi Abdurrahim-i Tirsî olup mürşidi gibi şairdir, Divan’ı vardır.

4. Hızır Dede: Hayatının son yıllarını Bursada geçiren bu sûfînin bize en güzel yâdigârı Üftâdedir (ö. Bursa, 1580). Üftâde daha sonra Aziz Mahmud Hüdâyîyi yetiştirecek, böylece Celvetiyye tarîkatının kuruluş safhası başlayacaktır.

5. Yazıcıoğlu Mehmed (ö. Gelibolu, 1451): Muhammediyyeadlı Anadolu insanının -tabir caizse- başucu kitabının yazarıdır. 1449 yılında 9008 beyit olarak kaleme alınan bu eser Hz. Peygamberi konu edinir. Osmanlı ülkesinde çok sevilen ve tutunan bu eser zamanla Mevlid gibi besteli olarak da Muhammediyyehân adı verilen kişilerce okunmuştur. Pek çok yazma nüshasının yanında 1845de Kazanda basılmasından sonra birçok defa tabedilmiştir. İsmail Hakkı Bursevî bu kitabı Ferâhur-Rûh adıyla şerhetmiştir.

6. Ahmed Bîcan (ö. Gelibolu, 1455): Muhammediyyeyazarının kardeşi olan bu zât da Envârul-Âşıkîn adlı eserin sahibidir. İlk baskısı 1845te İstanbulda yapılan eserin Bulak ve Kazan baskıları da vardır. Daha ilginci şudur: Eser, 1624te Janos Hazi tarafından Macarcaya çevrilmiş ve basılmıştır.

7. Akbıyık (ö. Bursa, 1455): II. Murad ile Kosova savaşında bulunan ve Fatih Sultan Mehmedin de dostluğunu kazanan Akbıyık Ahmed Şemseddin, İstanbulun fethine de katılmıştır. Bazı yazma mecmualarda rastlanan Şems-i Huda mahlâslı tasavvufî şiirlerin ona ait olduğu tahmin edilmektedir.

8. Elvân Şîrâzî (ö. XV. yüzyıl): Şeyhinin tavsiyesi üzerine Şebüsterînin Gülşen-i Râz (sır gülistanı) isimli eserini ilâvelerle Türkçeye çeviren bu sûfî hakkında fazla bilgimiz yoktur.

9. Kızılca Bedreddin (ö. XV. yüzyıl): Bu zât da mürşidinin tavsiyesi üzerine Fahreddin-i Irakînin Lemaat adlı eserini Türkçeye kazandırmıştır. Hacı Bayrâm-ı Velînin mürîdlerine yaptırdığı bu tercümeler bize onun fikriyatı hakkında da ipuçları vermektedir. Birinci eser vahdet-i vücûdla ilgili 15 soruya verilen cevapları ihtiva etmektedir. İkincisi ise bir nevi Fusûsul-Hikem şerhidir.

10. Şeyhî (ö. Kütahya, 1431): Şeyhî mahlâsını kendisine Hacı Bayrâm’ın verdiği ve hastalığı sırasında Çelebi Sultan Mehmedi tedavi ederek özel hekimi olduğunu bildiğimiz meşhur şairin, Harnâme ve Husrev u Şirin isimli iki eseri günümüze ulaşmıştır.

Bayramiyye bölümünü şu meşhur cümle ile tamamlamak uygun olacaktır:
“Osmanlı’da devletin hâmisi Hacı Bayram Veli, ordunun hâmisi Hacı Bektaş Veli’dir”

Şâzeliyye

Kuzey Afrikada kurulup yaygınlaşan üç büyük tarîkattan biri de Şâzeliyye’dir. Fakat Şâzeliyye, Anadolu ve Rumeli topraklarında tanınma ve yayılma imkânı pek bulamamıştır. Zaman zaman bu topraklar Şâzelî şeyhlerle tanıştıysa da söz konusu tarîkatın teşkilât olarak tutunmasına zemin teşkil edememiştir. Kuzey Afrikadan Bursaya gelen Şâzelîlerden biri de Ali b. Meymun Mağribîdir. (ö. Şam, 1511)  Doğu İslâm dünyası ile batı İslam dünyasını  karşılaştıran Beyânu Gurbeti’l- İslâm isimli eser onundur.

Emîr Abdülkâdir Cezâirî (ö. Şam, 1883) ile İstiklâl harbimizin gönüllü kahramanlarından Ahmed Sunûsî de bir müddet Bursada yaşayan Kuzey Afrikalı derviş gazilerdendir.

Tarikat Kolları

Ana tarikatlara yukarıda temas edilmişti. Tarikatların zaman içinde farklı coğrafyalarda oluşan kol ve şube diye isimlenen uzantıları vardır. Bursa ve İstanbulun fethinden sonra birçok tarîkat daha tarih sahnesine çıkacaktır. Fakat bunlar, genellikle müstakil bir tarîkat olmaktan çok, daha önce kurulan tarîkatların kolları şeklinde var olacaklardır. Bunlardan Bursada tekkesi olanlar şunlardır:

1.Celvetiyye: Halvetin zıddı celvet kelimesinden adını alan bu tarîkatın kurucusu olarak Aziz Mahmud Hüdâyî gösterilirse de pîr olarak Hüdâyînin şeyhi Üftâdeyi kabul etmek daha doğru olur. Üftâdenin şeyhi Hızır Dede, Hacı Bayrâm-ı Velînin mürîdi olduğu için Celvetiyyeyi Bayrâmiyyenin bir kolu olarak kabul edenler de vardır.. Üftade’nin sohbetlerini Vâkıât adıyla kaleme alan Hüdâyî’nin eseri ilk defe Türkçeye tercüme  edilmiştir.

Uludağ’ın yamaçlarında bulunan Üftade tekkesi 2014 yılında onarılmıştır.

2. 1694) nisbet edilen bu tarîkat, Halvetiyyenin koludur. Yâdigâr Şemsînin sahibi Mehmed Şemseddin Efendi, Ulucaminin kıble tarafında, bugünkü PTT binasının yerinde bulunan Mısrî Dergâhının son şeyhiydi. Bursa tasavvuf kültürüyle ilgili mühim eserler kaleme almıştır. Bir kısmını dostlarımın ve Osmangazi Belediye’sinin desteğiyle birlikte yayınladık.

3. Şâbâniyye: Halvetiyyenin Cemâliyye kolunun bir şubesi olan ve Kastamonulu Şeyh Şâbân-ı Velîye (ö.Kastamonu, 1568) nisbet edilen bu tarîkatın Hindistan’dan Balkanlara uzanan bir çizgisi vardır. Bursa’daki tekkesi Setbaşı’ndanNamazgâh’a çıkan yolun solundadır. Onarımdan sonra kültür menkezi olarak kullanılmaktadır..

4. Gülşeniyye: Halvetiyyenin kollarından olan ve Dede Ömer Rûşenînin mürîdi İbrahim Gülşenîye (ö. Kahire,1533) nisbet edilen bu tarîkatın merkez tekkesi Mısırdaydı. Bursadaki Gülşenî dergâhının varlığı, Evliya Çelebinin Seyahatnâmesi ile bilinmektedir. Bu dergâhtan Ali Mest Edhemî’nin yeni yapılan mezar taşından başka bir iz yoktur.

Kitaplar

Dervişler için birinci derecede önemli olan, kendi şeyhinin veya tarîkatına mensup bir sûfînin kaleme aldığı eser veya eserlerdir. Fakat bazı eserler tarîkat içi tesirin ötesine geçerek bütün tarîkat muhitlerine girer. Mevlânâ, İbn Arabî, İbn Ataullah İskenderî’nin eserleri, Yunus Emre, Eşrefoğlu Rûmî, Nesimî ve Niyâzî-i Mısrînin dîvânları buna misaldir.  Tasavvufî konulara yer vermesi sebebiyle tekke muhitlerinde sevilen eserlerden biri de Garibnâmedir. Âşık Paşa tarafından 1330 yılında yazılan 12.000 beyitlik bu eser dinî, ahlâkî ve tasavvufî konuları işleyen Türkçe bir yâdigârdır. Edebiyat tarihçileri ve sosyologlar bu eseri, Osmanlı vahdetini hazırlayan eserlerin başında sayarlar. Bursa’da 1409 yılında Süleyman Çelebi tarafından yazılan Vesîletü’n-Necât adlı Mevlidi de bu çok okunan eserler arasında saymak gerekir. Şu da ilave edilmeli ki, Mevlidin en önemli kaynaklarından biriGaribnâme’dir. 1317de Gülşehrînin tercüme ettiği Mantıkut-Tayr da tasavvufî düşüncenin Anadoludaki macerası ile yakından ilgilidir.

Bu düşüncenin yaygınlaşması ve sevilmesinde sûfîlerin fikir, düşünce ve biyografileri etrafında yazılan menâkıbnâmeler de mühim rol oynamışlardır.

Söz konusu gelenek, Osmanlı döneminde de devam etmiş ve pek çok menâkıbnâme kaleme alınmıştır.

Genel olarak meşhur sûfiler için bir menâkıbnâme yazılmış, bazen sûfînin şöhretine göre bu rakam yükselmiştir. Bunun tipik örneklerinden biri Emîr Sultandır. Onun için Yahya b. Bahşî, Zeynelabidin b. Kâsım, Nimetullah Efendi, Mehmed Şevkî, Hüsameddin Bursevî ve Senayî Çelebi tarafından altı ayrı eser yazılmıştır. Zaif mahlaslı şairin 1490 tarihinde yazdığı Mecmeu’l-envâr isimli  Mevlid’in mühim bir bölümünü Emir Sultan’a tahsis etmiştir. Üftâde için dört ayrı menâkıb kitabı vardır. Bu gelenek, günümüzde, adı menâkıbnâme olmasa da, devam etmektedir.

Derviş-kitap konusunu şöyle bağlayalım: Bursa Vefeyatnâmeleri olarak bilinen ve bu şehrin din, tasavvuf ve kültür dünyasına ışık tutan eserler zincirini de dervişler tamamlamıştır. Bu yolun son temsilcisi Şemseddin Ulusoy’dur. Onun Yadigâr-ı Şemsî isimli eseri Bursa tekkelerini, dolayısıyla bu şehrin tasavvuf kültürünü geniş bir şekilde ele alıp tanıtan mühim bir bergüzârdır.

Dinî ve Tasavvufî Cemaatler

Âşık Paşazâdeden beri (ö.1481) Anadoludaki seyyah dinî ve tasavvufî cemaatler dört ana grupta toplanmaktadır.

1. Gâziyân-ı Rûm,

2. Ahîyân-ı Rûm,

3. Bâcıyân-ı Rûm,

4. Abdalân-ı Rûm.

Açıkça görüldüğü gibi bu tasnif, tarîkatlara göre bir tasnif değildir. Selçuklu öncesi dönemlerde de kullanılan ahikelimesinin Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında da kullanıldığını görmekteyiz. Bursada fetihten hemen sonra kurulan tekkelerin Ahî Ali, Ahî Hasan, Ahî Hoca, AhîKirdeci, Ahî Mahmud, Ahî Şemseddin gibi isimler taşıması da bu gerçeğe işaret etmektedir.

Nâsınin Fütüvvetnâmesine göre Ahî tekkesinde şu hususlara dikkat edilmelidir:

1. Her tarafı Kâbe gibi açık olmalı, görünümü güzel olmalıdır;

2. Ay ve güneş gibi aydınlık olmalı, bütün duvarlar beyaz renkli olmalıdır;

3. Silinip süpürülmeli, temiz tutulmalıdır;

4. Zararlı hayvanların içeri girmemesi için kapıcısı olmalıdır;

5. Kilim yahut keçe ile döşenmeli, mali durum iyi ise Kıbrıs halısı dahi kullanmak caizdir;

6. Kapıya perde takılmamalıdır, çünkü bu kibir ve ululuk alâmetidir;

7. Tekkede kadın oturmamalıdır, töhmete sebep olabilir;

8. Tatlı ve güleryüzlü kişilerin sohbet etmeleri gerekir;

9. Havuzu olmalıdır;

10.Temiz erler konuk edilmelidir ki sohbet mübah olsun.

Ahi tekkeleri ile tasavvuf, tasavvuf ile iktisadî hayat arasında kurulan güçlü bağ, “bir hırka bir lokma” anlayışının yanlış anlaşıldığını/anlatıldığınıgöstermektedir.

Bâtınî Zümreler

XIII. ve XIV. yüzyıllarda Anadoluda/Bursa’da yaşayan tasavvufî cemaat ve tarîkat zümrelerine daha yakından bakıldığında tespit edilebilen bir durum da şudur: Bazan Kalenderî, Hayderî bazanYesevî, Babaî bazan da Vefâî, Hurûfî gibi isimlerle anılan tarîkat zümrelerinde her zaman tam bir dinî hassasiyete rastlanmaz. Eski İran ve Türk kültürünün yanında İslâm kültürü ve tasavvufî hayatın bir sentezi olan bu zümrelere Bâtınî ve Karmatî hareketler de ilâve edilirse bu dönem daha iyi anlaşılabilir ve Nizamülmülk’ün Siyasetnâme isimli eserinde bunlarla ilgili olarak söylediklerine hak verilebilir.

Babaîler-Vefâîler

Osmanlılar, Bursadaki kozasını örmeye başladığı yıllarda Anadolu topraklarında varlığını sürdüren tasavvufî cemaatlerden biri de Babaîlerdi. Baba İlyas-ı Horasanîye(ö.1240) nisbet edilen bu topluluk, Babaîler hareketiyle birlikte meşhur olmuştur. Anadoluya gelen Türkmenlerin dinî hayatı açısından önemli olan Babaîlerin pîri Baba İlyasın Ebul-Vefâ Bağdadîye (ö.1107) nisbet edilen Vefâiyyeye mensup olduğu bilinmektedir.

Doğudan Batıya göç eden yarı göçebe Türkmen toplulukları arasında yaygınlaşan bu tasavvufî zümrelerde dinî hayatın bütün boyutlarıyla yaşandığını düşünmek pek gerçekçi olamamaktadır. Kitleler yerleşik hayata geçtikçe, tekke, medrese ve camiler kurulup yayıldıkça söz konusu eksiklikler belli nisbette giderilmiş, daha sıhhatli bir dinî hayat için gerekli olan şartlar topluma sunulmuştur. Dolayısıyla bu konular tartışılırken “soğukkanlı” olmak gerekir.

Konu ile ilgili en eski kaynak Baba İlyasın torunlarından Elvân Çelebi’nin 1333 tarihinde kaleme aldığı Menâkıbu’l-Kudsiyye adlı eserdir.

Zâviyeler

1071den önce ve sonra bağımsız tarîkat zümreleri halinde Anadoluya giren dervişlerin zamanla yukarıda söz konusu edilen büyük sûfîlerin etrafında toplanmaya başlamaları ile tarîkatlar oluşmaya başlamıştı. Tarîkat ve tasavvufî hayatın ayrılmaz bir parçası olan tekke ve zâviyelerin kuruluşu da bu faaliyetlerle birlikte gerçekleşmeye başlamıştı. Yalnız şu hususu ifade etmek gerekir ki, bu dönem zâviyeleri ile XVI. asırdan sonra kurulup gelişen tekke ve zâviyeler arasındamühim bir fark vardır. Zâviyeler ilk dönemlerde tasavvufî özelliğinin yanında daha çok sosyal hizmet ve sosyal güvenlik merkezi görevini üstlenmiştir. Bu müesseselerin işleyiş tarzı ile ilgili arşiv belgeleri takip edildiği zaman söz konusu gerçeği bütün açıklığıyla görmek mümkündür.

   Erguvan Şenlikleri

Bursa’da Emirsultan tekkesinde erguvan çiçeklerinin açtığı mevsimde kutlanan bir nevi bahar şenliğidir. Civar il ve ilçelerden gelen misafirlerle birlikte birkaç gün süren bu şenlik zamanla genişlemiş misafirler her gece ayrı bir tekkede kalarak zikr u tesbih ve sohbetlerle farklı bir atmosfer yaşanmıştır. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi ’inde anlatılan bu şenlik Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir isimli eserinin Bursa bölümünü de renklendirmiştir.

Anadolunun fethi ile birlikte dervişlerde görülen bu canlılık ve sosyal hayatın her sahasına uzanma gayreti, zamanla değişime uğramış; tekkeler yer yer ve zaman zaman içe dönük, iç murakabe ve muhasebeye önem veren bir çizgiyi takip etmeye başlamışlardır. Bunu Fâtihin vakfiyesinde yer alan Kalenderhâne adlı dergâhla ilgili ifadeler desteklemektedir. Artık derviş deyince köşesine ve kabuğuna çekilmiş insan tipi de anlaşılmaktadır: Bade zalik ol salik-i ahsen-i mesalik maye-i muhteşemi hikmet-i dervişânesimucebince taife-i dervişandan alayiş-i dünya-yı bî-bekadan tiğ-ı tecrid ile kat-ı rişte-i ümmid edip ankebut-var her biri bir kuşede kanaat ihtiyar edip, gavgay-ı melâhîyi zikr-i ilâhîye tebdil ve came-i al-i izz u ikbâli bir siyeh şale tahvil eden fukaray-ı muhteremenin zümresine dahi…

Son söz olarak şu söylenebilir: Tasavvufî hayat ve düşünce,gönül eğitimini esas almakla birlikte insanın dinlenme hayatına varıncaya kadar geniş bir alana uzanmış ve toplumu belli konularda yönlendirmiştir. İnsan psikolojisinin renkliliği gibi tasavvuf psikolojisinin de çok renkli tarafları vardır. Bunun için tasavvuf, tarîkat ve dervişler hakkında genelleme yapmak isteyenler bu farklılık, çeşitlilik ve değişiklikleridikkate almalı, tahlil ve tenkidlerini bu esaslara göre yapmalıdır diye düşünüyoruz. Aksi halde ilmi gerçekler, konjonktürel şartlara kurban edilmiş olur. Akademisyenlerin en zor imtihanlarından biri, tarihî gerçekleri kendisinin veya yöneticilerin arzularına göre yorumlayarak makam-mansıb elde etmesi, bir başka ifade ile ilmî şahsiyetini şan-şöhretle takas etmesidir. Keçecizâde’nin söylediği “müdâhane-i âlimân” hastalığı da budur.

NETİCE: KÜLTÜR HAYATINA NE KATTI?

Evet, Bursa’da yetişen sûfîler, onların elleriyle kurulan tekkeler ve irşadlarıyla eğitilen dervişler maddi-manevî kültür hayatına ne kattı? şeklindeki bir soruya kısaca şu maddelerle cevap verilebilir.

1.Şiir ve musikî kültür hayatının  iki temel unsurudur. Hem edebiyat tarihimiz hem de musikî tarihimiz, dervişlerin güfte ve besteleriyle, ses ve nefesleriyle doludur. En büyük şairimiz de en büyük bestekârımız bu kurumun mührünü taşır. Çünkü tekkeler bu toplumun aynı zamanda “Güzel Sanatlar Fakültesi”dir.

2.Şu anda Bursa Yazma Eserler Kütübhanesinde bulunan eserlerin büyük bir çoğunluğu 1925 tarihinde kapatılan tekkelerden gelen kitaplardan oluşmaktadır. Çünkü her tekkenin bir kütübhanesi vardı ve bu kitaplar bütün ilim dallarıyla ilgiliydi. Ayrıca müellif tekke şeyhleri olmasaydı Bursa  kültür tarihi araştırmaları çok kısır kalacak ve bugünkü seviyesine ulaşamıyacaktı.

3.Kandil geceleri başta olmak üzere mübarek gün ve gecelerde bu mekanlarda yapılan toplantı ve törenler,dinleyicilere lahutî duygular yaşatmış, bazen Erguvan şenliklerinde bahar şarkıları ile coşmuş, bazen Mirâciyye ile manevî yükselişler hissetmiş, bazen de 10 Muharrem ilahileriyle Kerbela şehitlerine ağlamıştır.

4.Bazı tekke şeyhleri Arapça tasavvuf klasiklerini, bazıları Farsça tasavvuf klasiklerini okuyarak/okutarak  medeniyetimizin iki ana diline hakim olmanın yollarını açmış, yaptıkları ve yaptırdıkları tercümelerle talip olanlara yeni ve geniş ufuklar göstermişlerdir.

5.Tekkeler  yanlış olarak sadece ibadet, zikir ve sohbet yeri zannedilir. Onun bir sosyal güvenlik, bir iâşe ve ibâte merkezi olduğu unutulur.  Toplumun fakir ve kimsesizleri karınlarınıcamide ve medresede değil tekkede doyururlar. Onun için tekke yemekleri tatlı bir araştırma konusu olduğu gibi, tekke kıyafetleri de bu alanın en renkli sanat eserlerini kültür  ve kıyafet tarihine armağan etmiştir.

6.Ahiler tekkesi iktisadî hayatla, Okçular/Güreşciler tekkesi spor dünyası ile, Miskinler tekkesi sağlık kurumlarıyla irtibatlıdır. Hindiler/ Özbekler / Afganlar Tekkesi de  gönül coğrafyamızın uluslararası yolcularına gönlünü ve kapısını her zaman sonuna kadar açık tutmuştur.

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar