Balıkesir’de 15 Mart 1339 (1923) tarihinde birinci sayısı yayımlanan “Dilek”, kendisini “On beş günde bir çıkar halk mecmuasıdır” cümlesiyle tanımlamış. “Müdürü: Mehmed Fehmi” olan derginin 3. ve 4. sayfalarını özel bir süsleme çabasıyla dolduran metin, “Türkçe Hutbe” başlığını taşıyor. Başlığın altında şu açıklamayı okuyoruz: “Büyük misafirimiz Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Cami-i Kebîr minberinden ber-vech-i âtî hutbeyi îrâd buyurmuşlardır.”
Cami-i Kebîr, Balıkesirlilerin kısaca “Paşa Camii” diye andıkları Zağanos Paşa Camiidir. Kemal Paşa, 7 Şubat 1923 Çarşamba günü bu camiin minberinden halka seslenmiştir. “Hutbe” terimini cuma ve bayram namazlarına tahsis etmek isteyenler, “hutbe” yerine “nutuk” demeyi tercih etmektedirler.
Dilek mecmuasının “hutbe” adıyla okurlarına sunduğu metni iradının yüzüncü yılında okurken bu hutbede söylenenlerle sekiz ay sonra ilân edilen Cumhuriyet sonrasında olup bitenler arasındaki karşıtlığı düşünmenizi rica ederim:
“Ey millet!
Allah birdir; şanı büyüktür. Allah’ın selâmeti, âtıfeti, hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri Cenâb-ı Hak tarafından insanlara hakayık ve akâid-i kat’iyyeyi telkin etmek için me’mûr olmuştur, mersûl olmuştur. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri’nin delâlet-i peygamberânesiyle teessüs etmiş olan dînimizin kanûn-i aslîsi cümlenizce mâlumdur ki Kur’an-ı azîmüşşân’ın ihtivâ ettiği nusûhtur. Bu nusûha istinâden teessüs etmiş olan dinimiz 1300 bu kadar seneden beri âlem-i beşere feyz-i rûhânî vermiş son dindir ve dîn-i ekmeldir. Çünkü tabiata, akla, mantığa tamamen muvafık, mutabık ahkâmı ihtiva eder. Filhakika böyle olması ve en son din olabilmesi için bu mezâyâ-yı âliyeyi câmi bulunması icab eder. Çünkü aksi takdirde kavânîn-i ilâhiye beyninde tezad olması lâzım gelir. Zira bilcümle kavânîn-i dîniyeyi yapan ve kuran Allahu azîmüşşân’dır.
Biliyorsunuz Cenab-ı Peygamber bütün mesâi-i zâtiyesinde iki hâneye mâlik bulunuyordu. Birisi kendi evi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini ekseriya Allah’ın evinde, camide ashâb-ı kiram ile istişâre ederek yapardı. Biz bu dakikada Allah’ın evinde bulunuyoruz.
Allah’ın huzurunda Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm efendimizin ehl-i imân ile beraber ictimâ ettiği dâr-ı kudsîde bulunuyoruz. Böyle bir sevaba beni mazhar eden Balıkesir’in dindar, çok kıymettar ve kahraman insanlarının huzurudur. Bundan dolayı çok memnunum. Çünkü Cenâb-ı Hakk’a karşı en kıymetli bir vazifeyi ifâ ettiğimizden nâşî en büyük sevaba nail olacağım.
Ey Balıkesir halkı!
Camiler yalnız birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için değildir. Camiler bilhassa din ve dünya için neler yapmak mecburiyetinde olduğumuzu düşünmek, meşveret etmek içindir. Her şey ancak meşveretle iyi tarîka sevk edilir. Biliyorsunuz ki Cenâb-ı Peygamber ekseriya rufeka-yı mesâîsiyle meşveret eder, dünya umûrunda kendinden daha kuvvetli, daha zeki arkadaşları olduğunu teslim buyururlardı.
Binâenaleyh, sizin de kendi işlerinizde her birerlerinizin dimağları mutlaka ayrı ayrı hâl-i faaliyette bulunmalıdır. Bugün burada memleketimizin mâmûriyeti için, bütün bunların istinâd ettiği istiklâl-i tâmmımız bilâ-kayd ü şart hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü açıkça söyleyelim. Hasbihâl edelim.
Ben size yalnız kendi düşündüklerimi söylemek değil, sizin düşündüklerinizi bilmek istiyorum. Esasen âmâl-i milliye, irâde-i milliye, temâyülât-ı milliye demek, halkın içerisinden şu veya bu, birkaç kişinin emelleri değil, bütün bir milletin muhassalası demektir. Bu muhassalanın fevkine çıkmak ve tahtında kalmak mutlaka yanlıştır.
Hakiki yolu bulabilmek için halkın efkâr ve hissiyâtını daima bilmek lâzımdır. Buna binâen sizden çok rica edeceğim: Bana ne sormak istiyorsanız sorunuz, dinleyeceğim. Cenâb-ı Hakk’a tekrar hamd ü senâ ederek burasını terk ve sizi dinlemek üzere aşağıya iniyorum.”