1. Anasayfa
  2. Din ve Hayat

Üç Aylar ve Ramazan’a Hazırlık

Üç Aylar ve Ramazan’a Hazırlık
0

Hicrî takvimin sırasıyla yedinci, sekizinci ve dokuzuncu ayları olan Receb, Şâban ve Ramazan, Müslümanlar tarafından “Üç Aylar” olarak nitelendirilir ve coşkuyla karşılanır.

Bu vesileyle Müslümanlar dinî hissiyat ve ibadet yoğunluğu eşliğinde gündelik hayatlarını sorgulama, yenileme ve zenginleştirme fırsatı yakalar ve bunu değerlendirmeye çalışırlar. Fakat ne gariptir ki hemen her sene yaşanan kısır tartışmalarla meselenin özü gölgelenir ve insanımız “Üç Aylar, kandiller var mı? Yok mu?” gibi anlamsız bir tartışma içerisine çekilirler.

Aslında mesele, zaman ve mekân eksenli bir yenileniş ve diriliş meselesidir. Dünyanın yoğun, yorucu ve yıpratıcı meşguliyetleri karşısında insanın nefes almaya, kendini yenilemeye ve geleceğe daha emin adımlarla yürümeye ihtiyacı vardır. Gerçekten de sabahtan akşama kadar her gün hatta aylarca ve yıllarca çılgınca bir koşuşturma içerisindeyiz.

Bir gün içinde neler yaptığımızı bir düşünelim: İster bir çalışan ister ev işleriyle uğraşan ya da eğitim gören bir öğrenci olalım, sabahın erken saatlerinden itibaren kalkıyor ve bir şeyler yapmak veya bir yerlere yetişmek için koşup duruyoruz. Bu koşturma sırasında pek çok şeyi göz ardı ya da ihmal ediyoruz. Bu bedensel, zihinsel ve ruhsal birtakım sorunlara yol açıyor, sağlığımızı kaybediyoruz. Bu sefer de bu sorunlarımızı çözmek için koşmaya başlıyoruz.

Meşhur hikâyedir: Amerika’da beyaz bir adam Kızılderili kabilelerinden birine konuk olur. Bir gün kabile reisi, atına binerek uzayıp giden ovaya doğru atını sürer. Beyaz adam dâhil kabilenin erkekleri de aynı şekilde onu izler ve at koştururlar. Başta reis olmak üzere, grup atlarını hızlı biçimde sürerek uzunca bir süre yol alırlar. Ovanın ortalarına gelince birdenbire reis atını durdurur, yere iner, toprağa bağdaş kurarak oturur. Diğerleri de atlardan inerek yanına gelirler. Beyaz adam, reise yaklaşarak sorar: “Ne oldu da aniden durup yere oturdunuz?” Reis, “Çok hızlı gittik, ruhlarımız geride kaldı” diye cevap verir.

Biz de günlük yaşantımızda gerçekten çok hızlı koşuyoruz. Hem de neyin nerde kaldığından habersizce.

Hâlbuki insanoğlu koştuğu gibi gerektiğinde durmayı da başarsa bu problemlerin büyük bir kısmını yaşamak durumunda kalmayacak. Bunun için de günlük, haftalık ve yıllık periyotlarda yapılması gerekenler vardır.

İslâm günde beş defa durmayı emreder. Ezan, bu durma periyotlarını hatırlatan bir çağrıdır. Fakat bunun da usul ve esaslarına uygun olması zorunluluğu vardır. Bedeniyle kıyama duran kişinin zihni ve kalbi de namaza durmuyorsa bu durum başka sorunlara yol açar ve yine maksat hâsıl olmaz. Bu bağlamda namazda huşu meselesi önem taşır.

Haftada bir cuma günleri, toplumsal ve toplu duruşlar gerçekleştirmek gerekir, yılda bir ve ömürde bir yapılması gereken duruşlar da bu bağlamda büyük önem arz eder. Ömürlük duruşun merkezinin Arafat olduğunu hatırlatarak asıl mevzumuza dönelim.

Günlük yaşantımızdaki ölçüsüzlük ve aşırılık maalesef yeme ve içme eylemlerinde de kendini bariz bir şekilde göstermektedir. Yeme ve içmede durmayı başaramayış, telafisi imkânsız sorunlara sebep olmaktadır. Bu yüzden bu anlamda bir durma işleminin yılda bir defa/bir ay yine usulüne göre yapılması zorunluluğu vardır.

Aslında üç aylar konusu da tam bu amaç doğrultusunda ele alınmalıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi mesele, zaman ve mekân eksenli bir duruş, yenileniş ve diriliş meselesidir.

Günlük, haftalık namaz duruşlarıyla ve yıllık oruç duruşuyla amaca ulaşabilmenin, yenilenmenin mümkün olabilmesi için insanın, yaptığı bu eylemlere zihnen, ruhen ve bedenen hazır olması son derece önemlidir.

Günde beş defa durmanın ön hazırlıkları vardır, olmalıdır. Resulullah (as.) kendisinin, ailesinin ve devletin işlerini bu duruşlara göre ayarlardı. O, namazlarını işlerinin arasına sıkıştırmaz, aksine işlerini namazlarının arasına yayardı ve namaz vakti yaklaştığında hazırlıklarına başlardı.

Önce zihnini ve bedenini meşgul eden bir ihtiyacı varsa onu giderir ve güzelce temizlenirdi. Bu temizlenmenin aşamaları olan istinca-istibra ve istinkayı tamamladıktan sonra güzel bir abdest alırdı. Evet, abdestin farzı dörttür ama Resulullah, sadece bunları yapmakla yetinmeyip Besmele’yle başlar, her uzvunu bilinçli bir şekilde özen göstererek ve anlamları itibariyle insanın zihnini namaza hazırlayacak içerikteki dualar eşliğinde yıkardı. Böylece “Kollarımı yıkadım mı, başıma mesh ettim mi?” gibi tereddütleri yaşamazdı. Her uzvu için ayrı dua ederdi. Bu dualar abdestin aslî unsurları değildi ancak zihinsel hazırbulunuşluk açısından oldukça önemliydi. Birkaç örnek verelim: Yüzünü yıkarken “Allah’ım! Bazı yüzlerin ağardığı, bazı yüzlerin karardığı günde yüzümü ak eyle”, ellerini yıkarken “Allah’ım! Hesap gününde defterimi sağdan ver, hesabımı kolaylaştır, soldan verme, hesabımı zorlaştırma”, ayaklarını yıkarken “Allah’ım! Ayakların kaydığı günde benim ayaklarımı Sırat’ta sâbit kıl…” dualarını ederdi. Bu ve benzeri dualarla abdest alan insan yavaş yavaş günlük işlerden, kederlerden, zihnini meşgul eden işlerden uzaklaşarak, ahireti, hesabı-kitabı hatırlamaya başlar.

Hz. Peygamber düzgün ve bilinçli bir şekilde aldığı bu abdestin ardından heyecanla namaz vaktinin gelmesini ve ezanın okunmasını beklerdi.  Ezan okununca onu dinler ve ezana icabet ederdi. İcabet esnasında okuduğu dua cümleleriyle zihinsel hazırlık daha da artar ve kalkıp namaza durduğunda artık o esnada başka bir şeyin onu meşgul etmesi nerdeyse imkânsız hâle gelirdi.

Sonuç itibariyle namaz ve oruç, İslâm’ın temel esaslarındandır. Bunlar yenilenmeyi, arınmayı, dirilmeyi sağladığı gibi ötelere dönük donanımlara sahip olmayı da temin edecek unsurlardır.

Dolayısıyla bunlarla ilgili özel hazırlıklar yapmak ve sağlam bir bilinç oluşturmak gerekir.

Bu bağlamda üç aylar bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Nitekim üç aylar girdiğinde Resulullah (as.) şöyle dua ederdi: “Allah’ım Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.”

Bir Müslümanın amacı; Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanarak dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşmaktır. Her işimizde olduğu gibi ibadetlerimizde de O’nun rızası temel amaç olmalıdır. Bu amaca da O’nun emir ve yasaklarına riayet edilerek ulaşılacaktır. Bu emirlerin başında gelen namaz ve oruç, insanı değiştirmeyi ve dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Değişim için ayarlarla oynamak gerekir.

Namaz ve oruç, çağımız Müslümanının alışkanlık sınırlarını zorlar.

– Oruç, bizim uyku ve yemek düzenimizi değiştirerek bizi dönüştürmeyi hedefler. Onun için orucu kendimize değil, kendimizi oruca uydurmak ve sahurun önemini çok iyi kavramak gerekir.

– Namaz ve Oruçla yürüdükçe alıcılarımız netlik kazanacaktır.

– Namaz ve oruçla haşir neşir oldukça diriliş keskinliğimiz artacaktır, diriliş basamakları hızla çıkılacaktır.

– Namaz ve oruçla ruhumuz onarılacak, düşünme kanallarımızdaki tıkanıklık açılacaktır.

– Namaz ve oruç bize zamanı kullanma becerisi kazandıracak, sabrı öğretecektir.

–  Namaz ve oruç bize durmayı, beklemeyi, uygun zamanı kollamayı öğretir.

– Namaz ve oruç zamanı değerlendirmeyi, zamanında harekete geçmeyi sağlar.

– Namaz ve oruç insanoğlunu hedonizm, egoizm ve konforizm hastalığından kurtarır.

Nasıl ki namaz mümini bir vakitten öbürüne diri ve canlı taşıyorsa, Ramazanlar da aynı şekilde bizleri bir Ramazan’dan ötekine diri ve canlı taşır/taşımalıdır.

Yaralı ve ölü kalpler namaz ve oruçla tedavi olur ve dirilir, o zaman, o kalp nazargâh-ı ilahi olur ve kalp, işte o zaman asıl işlevini gerçekleştirecek özellik kazanır. Allah ve Peygamber sevgisi ancak böyle bir kalpte neşv ü nema bulur. Kirlenmiş ve özelliklerini yitirmiş bir toprakta nasıl ki gül yetişmezse, kin, nefret, haset, kıskançlık vb. marazlarla dolmuş bir kalpte de muhabbetullah gelişmez.

Bu bağlamda üç ayları, yanlışlarımızı fark edip düzeltmek, kişiliğimizi geliştirmek, kendimizi ve çevremizi dönüştürmek için bir dönüm noktası olarak görmek gerekir.

Bu mevsimde Kur’an okuyarak, anlayarak, namazları huşu ile kılarak, söz ve davranışlarımıza, kul ve kamu haklarına dikkat ederek, Recep ve Şaban’da da zaman zaman oruç tutarak Ramazan’a hazırlanmak esas olmalıdır. Allah’ın rızasına ulaşmak niyet ve gayretiyle hareket etmeyi öncelemek gerekir.

 

1964’de Erzincan’da doğdu. 1982’de Erzincan İHL’inden, 1987 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1987-2010 yılları arasında MEB’a bağlı okullarda öğretmenlik yaptı. 1998’de Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisansını, 2004’te de Ankara Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. 2009 yılında M.E. B. Talim-Terbiye Kurulu Başkanlığı Ders Kitapları Yazma ve İnceleme komisyonlarında bir yıl görev yaptı. 2010 yılında MEB tarafından görevlendirildiği KKTC başkenti Lefkoşa’da yine bir yıl öğretmen olarak çalıştı. 2011 yılında Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne geçiş yaparak 2014’te doçent, 2019’da Profesör oldu. Daha çok Endülüs’e yoğunlaşan Parlak’ın yayımlanmış, kitap, makale, kitap bölümleri ve tebliğleri bulunmaktadır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir