1. Anasayfa
  2. Düşünce

Üst-Dil

Üst-Dil
0

Dil, somut ve soyut semboller sistemidir. Gündelik (= literal) dil, en somut dildir; bu dilde taş, sadece taştır. Edebiyat dili, hem somut hem soyuttur; bu dilde taş, aynı zamanda katı olan her şeydir. Üst-dilde taşın, hem fizik dünyada hem metafizik dünyada bir karşılığı vardır ama, metafizik dünyadaki karşılığının ucu açıktır, belki de hem sağlamlık hem katılık anlamındadır. Üst-dilin kelimeleri sembolik, metaforik, alegoriktir ve çok anlamlıdır ama bütün bu anlamlar asla dağınık değil, aksine birbirleri ile ilişkilidir.

Edebiyat (= edebî dil), bizi, fizik âlemle metafizik âlemin arasında gezdirir. Metafizik âlemle irtibatsız edebiyat, literal edebiyattır. (= hikâyedir!) Edebiyat, fizik dünyanın içindeki insanı (= insanî dünyayı), ilâhî dünyaya (= İlâh’a = Allah’a) bağlarsa bir işe yarar, işlevsel olur. Bu görüş (= yorum), bazı yazarlara ‘sıra dışı’ gelebilir; olabilir, ama edebiyatın kökünü edepten alır, edebi de kurallılıkla ilişkilendirirsek; en tutarlı kurallılığı, tek bir İlâh’a bağlamadığımız sürece, işin içinden asla çıkamayız. Böyle bakınca, edebiyat, halk dilini hem edebîleştirir (= edepli kılar, güzelleştirir) hem de bu dile tutarlı bir bütünlük verir.

Din dili (buradaki kasıt İslâm’dır), en tutarlı, en bütüncül üst-dildir. Tanrı ile iletişimde bu dili belli bir süre kullanırız; bu sürenin sonunda bu dile bile ihtiyaç kalmaz, kalmayabilir; artık, o kişi ile Tanrı arasında “ÖZEL BİR DİL” kurulur.

Allah-u A’lem, Efendimiz (= Elçiler), Rabb(ler)i ile bu “ÖZEL DİLLE” konuştu/lar ve bu dili bize, bizim düzeyimize “indirdi/ler.”

Din dili, hem edebiyat dilini hem halk (folk) dilini (= gündelik dili) ve de dolayısıyla hayatı yukarı taşımak (= yükseltmek) için, bize uzatılan ilâhî bir “iptir” (= Hablullah, Kelâmullah).

Portekizli yazar Fernando Pessoa’nın ‘Huzursuzluğun Kitabı’ zaman zaman okuduğum bir kitaptır. Yazıyı, onun edebiyat hakkındaki bir sözü (aforizması) ile bitireyim:

“Edebiyat denen şey, hayatı mümkün olduğu kadar gerçek kılmak için çaba sarf etmenin adıdır.”

Bu sözdeki ‘gerçek kılmanın’ ne olduğu tartışılır; kavrama (= gerçek kavramına) ‘aşağı doğru da yukarı doğru da’ bakılabilir; ben bu yazıda ‘yukarı doğru’ bakmaya çalıştım; isabet edip-etmediğimi okurlara bırakıyorum.

Din dili insanı âciz bırakır; o, El-İlâh’ın (=Allah’ın) Dilidir, Kur’ân, O’nun Kelâmıdır ve mû’cizdir.

“Biz bu Kitâb’ta her türlü anlatım biçimini (= meseli) kullanarak insanları uyardık. Sen onlara bu gerçekleri anlatan (temsîlî) âyetlerle geldiğinde (gelsen), onlar; ‘Bunlar saçma ve asılsız; bunları Sen uyduruyorsun.’ derler.” (30/58.) Âyetler, temsîlî ifadelerdir; somut ve soyut varlıkların ‘gerçekliğini’ temsil ederler ve insanı somut/maddî ve basit dünyadan soyut/manevî ve mürekkep (= muhteşem) bir dünyaya taşırlar. Âyetlerin (= din dilinin) yol göstericiliğine (= rehberliğine) uymayanlar da bu basit dünyadan daha aşağı (= ednâ) olan bir dünyaya (= cehenneme) yuvarlanırlar.

1964, Ankara Çamlıdere’de doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokul ve liseyi İzmit/Gölcük’te okudu. Lisansını Ankara Ünv. DTCF ile Anadolu Ünv. İktisat Fakültesi’nde tamamlayan Metin, yüksek lisansını Gazi Ünv. SBE’de, doktorasını ise Selçuk Ünv. SBE’de yaptı. Uzun yıllar Kültür ve Turizm Bakanlığında kütüphane memurluğu yapan Hasan Metin, daha sonra Çankırı Karatekin Üniversitesinde öğretim üyeliği görevinde bulundu. Daha sonra bu görevdeyken emekli oldu. Din, felsefe ve dil konuları üzerinde çalışmalarını sürdüren Metin’in kitaplaşmamış yazıları bulunmaktadır. Okumak, düşünmek, yazmak ve endişelenmek hayatının vazgeçilmezlerindendir.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir