Bizimle İletişime Geçin

Düşünce

Varlık Teneffüsü: Yazıyla Solumak

Teneffüsün güçlü ve sağlıklı olmasının en önemli gereksinimlerinden biri de gözün nazar ettiği/bakışını doğrulttuğu alanı hakiki haliyle/basiretle görebilmesidir. Bu ise “okuma”dır. Bu tarz bir okuma, kendi olmaklığımızı/şahsiyet kesbetmemizi tetikler. Ma’rifetsiz ben’in işi değildir bu. Kendilik bilgisine/ma’rifete sahip olmayan kişioğlu, gerçekten uzak, gölge/sanal, fâni dünyalara hapsolmuş, taktığı maskeyle kâh gülen, kâh ağlayan bir oyuncu gibidir.

EKLENDİ

:

Sözün başlangıcı sükûttur. “Önce sükût vardı.” Sükûtun anlamını yitirince âdemoğlu; soldurdu fıtratını, söz başladı. Sükûtu yitirince kovulduk “cennet”ten. Yerimizden, yurdumuzdan olduk. Dünyada sıla özlemiyle süregidecek bir hayattı artık nasibimize düşen. Lütfolundu; nefs’in teneffüsünü/“varoluş konuşmasını” öğrendi insan. Varlığın sesine kulak vermeli, dünyada nefs’imizi görünür kılmalı ve şahsiyet kesp etmeliydik ki “yer”imize yaraşır bir hâl kazanalım. Böylece başladı âdemoğlunun “bitmeyen konuşması”. Nefs’i teneffüsle Rahmani Nefes’in esintisine uğramış, İlahi İsimler’in tecellisine mazhar olmuş âdemoğlu nesnesi olduğu Rahmeti saçıverir varlıkların üzerine; şefkatle teneffüs eder durur Rahmani Nefesi. Nefs; Rahmân’ın Nefesi’nin bizde bıraktığı iz ve işarettir, asli kendiliğimizdir.

Nefs, öz’ün teneffüsüdür, nefeslenmesidir. İnsanın özünü/özbenliğini eyleme/eytişime sokma sürecidir. Nefs, öz’ü tezahür ettirme, karanlıktan aydınlığa çıkarma yoludur. İnsani öz’ün var olabilmesi, bir şahsiyet olabilmesi; ortaya çıkması, görünürleşmesi, yücelip yükseltilmesi, aydınlanması, tecrübe edilebilir oluşu ancak Nefs’in teneffüsüyle, nefs’i teneffüsle/soluklamayla mümkündür. Nefs’in teneffüsü/nefs’i teneffüs bilinçli bir yoldalıktır; özügürleşmedir.

Teneffüs, içimizden sımsıcak bir solukla nefs’i karanlıktan söküp alarak varlığın aydınlığına sokarken, varlığın aydınlığını da sarmalayıcı serinliğiyle alıp içimize katar. Bir yandan nefs, bu varlık aydınlığını kendi karanlığında “döverken”, varlığın aydınlığı da nefs’in karanlığına sirayetle onu kendi aydınlığıyla istila eder. İşte insan bir “âlem” olur böylece, nice âlemler dürülür onda. Nefs’in teneffüsü ve teneffüste “nefes” sözdür. Söz [ve belki şiir] buradan temellenir. Söz, insanda temessül eden/insanın temsil ettiği âleme (âlemlere) şahitliği oranında değer taşır. Şehadet, Varlık’ın hakikatine erme istidadı taşıyan basiretledir. Bu basiret bize kendilik bilgisi/ma’rifet kazandırır.

Ne ki, dil’e gelme, dilde tebellür etme tehlikelerle doludur. Yazı bir çaresizliktir. Dil’e hâkim olma başarısından (?) mahrum biz “dil çocukları” çaresizliğimizi yazı ile gideririz. Yazmayı trajikleştiren budur. Yine, işte; yazmak, varoluş hâllerinin, bizi insan kılacak sürecin vazgeçilmez uğraklarından biridir. Çünkü âdemoğlu konuşmaya/yazmaya mahkûmdur. Kemale ulaştıran gerilimi içselleştirip, kendimize döndürme yazıyla mümkündür.

Bu güzergâhta yazı bir yandan öznel; şahsiyet olma tecrübemizi (olmaklığımızı) yansıtırken, bir yandan da nesnel; varlığı keşf ve ona katılış sürecimizi yansıtır. Ümidimiz buradan tüllenir. Yazı özügürleşmemize, şahsiyet kesbetmemize imkân veren bir biçimde sürer.

Bütün tasarlanmışlıkların, belirlenmişliklerin (çemberlerin) “sanal”/fâni dünyasının dışında hakiki bir hâl içine/şahsiyetliliğe (bekâ) taşır bizi bu. Çember çevirmek ise yaşamı kışkırtır. Çembere takılma, çemberin “yabanıl” dünyasına çekilme ancak teneffüsümüzün sağlıksızlaşması durumunda mümkündür. Kim bilir belki bir çemberi kırmak, başka çemberin/çemberlerin tahakkümü altına girmek anlamı taşıyabilecekse, “ma’rifetiniz”le tüm çemberleri keşmekeşe sokar, tedirgin eder, hareketlerini bozar ve “hakk ile yeksân eder”siniz.

Teneffüsün güçlü ve sağlıklı olmasının en önemli gereksinimlerinden biri de gözün nazar ettiği/bakışını doğrulttuğu alanı hakiki haliyle/basiretle görebilmesidir. Bu ise “okuma”dır. Bu tarz bir okuma, kendi olmaklığımızı/şahsiyet kesbetmemizi tetikler. Ma’rifetsiz ben’in işi değildir bu. Kendilik bilgisine/ma’rifete sahip olmayan kişioğlu, gerçekten uzak, gölge/sanal, fâni dünyalara hapsolmuş, taktığı maskeyle kâh gülen, kâh ağlayan bir oyuncu gibidir.

Yalnızca âlemden benliğimize, benliğimizden âlemlere yüzünü döndüren kendilik bilgisi/ma’rifetiyle, sözün/yazının hakkaniyete tanıklığını kritik eder/eleştirir ve fıtratın evi, hakikatin nazargâhı kalbimizi mutmain eden anlama katılır, yakin sahibi oluruz. Sürekli bir değişimdir bu. Her yeni anlama katılıp, her anlamsızlığı anlamına iade ederek dünyayı değiştirirken, kendi anlamımıza/hakikatimize de katılır, kendimizi değiştiririz. “Özümüzü değiştirdikçe, hâlimiz değişecek”, fıtratın rengine bürünecektir âlem.

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar