Bizimle İletişime Geçin

Din ve Hayat

Vilâdet-i Nebeviyye’nin 1450. Yılı

Zâik Efendi’nin kızı da babasının  izinden gitmektedir. (ö. 1902) Önce Mısır’lı Nazlı Hanım’ın daha sonra Yusuf Kâmil Paşa’nın hanımı  meşhur Zeynep Hanım’ın[9] yazı işlerine baktı. Kâtip Hanım lakabı bu görevi sebebiyledir.  Uzun yıllar bu konakta dinî-edebî sohbetler yapılmıştır. Bu sohbetlerin düzenli ve kaliteli olarak devam etmesinde Şerife Hanım’ın katkıları olmuştur. Uzun yıllar İstanbul’da yaşamış,  Bursa’da vefat etmiş, dergâhın haziresine defnedilmiştir

EKLENDİ

:

Baba Kız Na’at Söylüyor

Adına ister İslâmî Türk Edebiyatı, ister Dinî Tasavvufî Türk Edebiyatı densin bizim edebiyatımızın temel iki konusu Allah (cc) ve Muhammed’dir.(sa)  Şairlerin divanlarında gazeller çoğunlukta ise de  gelenek şudur: Divanlar , tevhid ve münacaat, yani Allah ile ilgili mısralarla  başlar,  na’at  ve kasideler yani  Peygamber ile ilgili beytlerle  devam eder.

Şairlerin,  Hz. Peygamber ile ilgili duygu ve düşüncelerini ihtiva eden na’atler ,  onun arkadaşları; Hassân b. Sâbit, Ka’b b. Mâlik, Ka’b b. Züheyr  ve Abdullah b. Revahâ’dan beri   edebiyat tarihimizi süslemektedir.[1]  Bu manzumeler mûsikî tarihimizin de olmazsa olmaz aslî unsurlarından biridir. Bugün ilâhî ve kaside olarak dinlediğimiz bir çok beste “Ya Resûlellâh” feryâdlarıyla sonlanmaktadır.

Diğer Müslüman devletleri bir tarafa koyarak  bilinen bir gerçeği tekrar edelim:  Osmanlı saray geleneklerinden biri de şehzâdelere verilen özel  eğitimin bir bölümü  güzel sanatlarla ilgilidir. Bunun tabiî bir neticesi de Osmanlı padişahlarının büyük çoğunluğu şiir ve mûsikî başta olmak üzere güzel sanatların farklı alanlarında yadigârlar bırakmış olmalarıdır. Bunlardan biri de  II. Mahmud’dur.

 

Sultan II. Mahmut

I.Abdülhamid’in oğlu, I. Abdülmecid’in babası, II. Abdülhamid’in dedesi olan Sultan II. Mahmut  1785-1839 yılları arasında yaşamıştır. 30. Osmanlı padişahı olup 31 yıl devletin en üst noktasında  görev yapmıştır.

Diğer bir çok sultan gibi güzel sanatlardan özellikle şiir ve hüsn-i hat ile ilgilenmiştir. Medine’de bulunan  Ravza-i Mutahhara’ya gönderdiği hediyelerle birlikte bir na’at  göndermeyi de ihmal etmemiştir.

Okuyalım:

Şamdan ihdâya eyledim cüret yâ Resûlellah

Muradımdır ulyâya hizmet yâ Resûlellâh

Değildir Ravza’ya şayeste destâviz-i nâçizim

Kabulünde kıl ihsan ve inâyet yâ Resûlellâh

Kimim var hazretinden gayri, hâlim eyleyem i’lâm

Cenâbındadır ihsan ve mürüvvet yâ Resûlellâh

Dahilek, el-amân sad el-amân dergâhına düştüm

Terahhum kıl, bana şefaat eyle yâ Resûlellâh

Du âlemde kıl istishâb Han-ı Mahmûd-i Adlî’yi

Senindir evvel ve âhirde devlet yâ Resûlellâh

 

 

Âdile Sultan

Sultan II. Mahmut’un kızı, I. Abdülmecid’in kızkardeşi, II. Abdülhamid’in halası  olan Âdile Sultan, 1826-1899 yılları arasında yaşamıştır. Onun Türk edebiyatı açısından  en büyük özelliği Osmanlı sarayı’na mensup şair  kadınlardan Divan[2] sahibi tek şair olmasıdır. Babasının mahlası Adlî, kendisinin ise Âdile’dir.

İşte padişah kızının na’t-i şerifi:

Ya Resûlallah!

Yüzün Mir’at-ı Zat-ı Kibriyadır yâ Resûlallah,
Vücudun mazhar-ı nur-ı Hudadır yâ Resûlallah,

Kabul eyle anı aşkından azad eyleme bir an,
Kapunda Adile kemter gedadır yâ Resûlallah.

Var iken destgirim sen gibi bir şah-ı zi-şanım,
Kime arz eyleyim, eyle meded hal-i perişanım,

Sözün makbul-i dergah-ı Hudadır ulu Sultanım,
Kapunda adile kemter gedadır yâ Resûlallah.

Sana ümmetliğim iki cihanda emr-i cazimdir,
Bilirsin halimi arz u beyan etmek ne lazımdır,

Nazar kıl lutf ile senden diğer kim çaresâzımdır,
Kapunda Adile kemter gedâdır yâ Resûlallah

 

Bursa’da Mısrıyye Geleneği ve Na’t

Türk tasavvuf edebiyatının en mühim temsilcilerinden biri de Divan[3] sahibi Niyâzî-i Mısrî’dir. Onun  “tarikat ilmihali” kabul edilen Divan’ında yer alan şiirlerinin; nutk-ı şeriflerinin  bir kısmı  okunarak,  bir kısmı da bestelenerek [4] dinî mûsikînin gönülleri ihya eden yadigârları arasında yerini almıştır.  Mısrî’nin,  1669 yılında Bursa’da kurduğu dergâhta[5] kendinden sonra  postnişin olarak hizmet verenlerin de  aynı yolun yolcusu oldukları söylenebilir. Hz. Pir’ in  oğlu Ali Efendi’den sonra   yerine geçen Mısrî’nin halifelerinden  Mehmet Sahfî  Efendi ile (ö.1733) başlayan bu yürüyüş son şeyh Mehmet Şemseddin   Mısrî (Ulusoy’a[6] ) kadar ( ö. 1936)devam edegelmiştir.

Sahfî  Efendi’nin  uşşak makamında bestelenen ve  tekkelerde  zikir meclislerinin  başlangıcında toplu olarak okunan manzûmesiyle başlayalım.

Kendileri kendilerini  şöyle tarif ediyor:

 

Şarâb-ı aşkile sekrân bize Mısrîliler derler

Safâ-yı mâyede sûzân bize Mısrîliler derler

Hakîkat sırrına sübhân hidâyet râhına bürhân

Maârif gevherine kân bize Mısrîliler derler

Nebiler hâtemi sultân-ı kevneyne olup hüddâm

Tarîk-i Hak’da verdik cân bize Mısrîliler derler

Usûl-i zikri bismillâh sürülür ihdinâ hâzâ

Sırât-ı müstakîm yeksân bize Mısrîliler derler

Müselsel Halvetî’den Kâdirî’den feyzyâb olduk

Bi’hamdi’llâh atâ ihsân bize Mısrîliler derler

Rumûz-ı küntü kenz miftâhına bu Sahfî Mısrî’den

Ki bismillâh ile fermân bize Mısrîliler derler

 

Sahfî Efendi’nin  na’ti  ise şöyledir:

Risâlet tahtının ser-dâverisin ya Resûlallâh

Nübüvvet burcunun mihr-i enverisin ya Resûlallâh

Senin yek lahza a’mâline a’mâl-i cihân halkı

Erişmez tâ bülendin berterisin ya Resûlallâh

Değil fahrinle devvâr olduğu çarhın hemân ancak

Cemî’ kâ’inâtın mefharısın yâ Resûlallâh

Mukarrer ins ü cin peygamberi ıtlâka bürhânın

Muhakkak cümlenin peygamberisin yâ Resûlallâh

Vücûdun metn-i küllî şerh olunmaz hiç kemâl üzre

Muhassal ism-i a’zam mazharısın ya Resûlallâh

Habîbâ feyz-i akdesden müfîz-i kudsiyân olsan

Aceb mi hazret-i Hakk serverisin ya Resûlallâh

Elin al Sahfî-i isyân-numânın şânı izzinde

Şefâ’at kânı hem lutf âverisin yâ Resûlallâh

 

 Şair Zâik Efendi

Sahfî Efendi’nin torunu, aynı tekkenin şeyhi  Mehmet Emin Zâik Efendi (ö. 1853) Divan sahibi şairlerimizden biridir.[7] Hiciv konusunun da üstadlarından olduğuna  Son Asır Türk Şairleri şahitlik etmektedi.[8]

Onun na’tıyla devam ediyoruz:

Vücûdun rahmet etdi hak cihâna ya Resûlallah

Zuhûrun bâis-i esrâr-ı nihâna ya Resûlallah

Nuh abâ-yı  felek etdi teşerrüf hâk-pâyınla

O dem vardıkda beytullah-ı mihmâna ya Resûlallah

Mücerred vâridât-ı vahy-i Hakdır yoksa mümkün mü

Senin evsâfını almak dehâna ya Resûlallah

Edenler  şer’-i pâk-i enverinden inhirâf elbet

Olur kâbil kazâ-yı  şâkirdâna??? ya Resûlallah???

Akîm her dü âlem oldu sûrî manevî  bîbeşik

Edenler âl ü evlâda ihânet ya Resûlallah

Hulûs u sıdkla senden şefâat-hâh olan kimse

Eder her cürmün özr ü cihâna ya Resûlallah

Olursa Ravza’na ruh-sûde Zâik ehl-i cennetdir

Figan eylese çu bülbül-i eblehâne  yâ Resûlellah

 

Diğer naʻt-ı şerîf:

Kapındır kıble-i erbâb-ı hâcet ya Resûlallah

Sana baş eğmeyen bulmaz selâmet ya Resûlallah

Eğer rûz-ı şumârın müddeti taz’îf olunmazsa

Hesâb-ı cürmüm olmaz Hakça rü’yet ya Resûlallah

Terakkî eyledim bâlâ-yı iflâs mesûbâne

Gınâ versin bana nakd-i şefâat ya Resûlallah

Taharrî etseler erbâb-ı cürmü rûz-ı mahşerde

Bulunmaz sana benden  ahvec ümmet ya Resûlallah

Eğer ümmet demezsen red eder Hak dahi kulluktan

O dem hâlim diğer-gûndur be-gayet ya Resûlallah

Şefâat eylemezsen sû-i ahvâlim beni nâra

Eder her hatvede bin kerre da’vet ya Resûlallah

Siyeh-rû Zâik-i bîmâre hüsrân-ı tebâhkâra

Şefâat şerbetiyle kıl tabâbet ya Resûlallah

 

Şerife Zeynâ Hanım

Zâik Efendi’nin kızı da babasının  izinden gitmektedir. (ö. 1902) Önce Mısır’lı Nazlı Hanım’ın daha sonra Yusuf Kâmil Paşa’nın hanımı  meşhur Zeynep Hanım’ın[9] yazı işlerine baktı. Kâtip Hanım lakabı bu görevi sebebiyledir.  Uzun yıllar bu konakta dinî-edebî sohbetler yapılmıştır. Bu sohbetlerin düzenli ve kaliteli olarak devam etmesinde Şerife Hanım’ın katkıları olmuştur.

Uzun yıllar İstanbul’da yaşamış,  Bursa’da vefat etmiş, dergâhın haziresine defnedilmiştir.[10]

 

Naʻt-ı şerîf:

Gubâr-ı pâyine vermem cihânı yâ Resûlallah

Yoluna fedâ eylerim bu cânı yâ Resûlallah[11]

Ümîdim kesmezem billâh cenâb-ı Kirdigâr’ımdan

Gelir tekrârının vakti zamânı yâ Resûlallah

Beni rûz-ı cezâda şermsâr etme şefâ’at kıl

Senin bâbından isterim emânı yâ Resûlallah

Günâhkârım yüzüm kara ne yüzile varam sana

Anunçün eylerim dâ’im emânı yâ Resûlallah

Şerîfe emetin na’t-ı şerîfinle güzâr eyler

Salât ile selâm okur dehânı yâ Resûlallah

“Şairimiz  nasıl bir gönüle sahipti ?”   diye bir sorunuz varsa kendisi cevap veriyor:

Şarâb-ı  ye’siyle memlû kırık peymânedir gönlüm

Temelden bir harâb olmuş yıkık meyhânedir gönlüm

Yakın gelme uzaktan geç değildir câ-yı âsâyiş

Hevâ-yı sarsar-ı gamla perişan lânedir gönlüm

Gelelden saha-i kevne nice gam çektiğim bil kim

Sığışmaz safha-yı ta’rîfe bir efsânedir gönlüm

Harâb ender harâb olmuş bu aşr-ı nigâh-ı âlemde

Figân-ı nâlesi sûzişli bir mestânedir gönlüm

Tahassür pür taraf bezm-i visâlinden anın Zeynâ

Gül-i şem’-i cemâl-i yâr içün pervânedir gönlüm

 

[1] Na’tler hakkında genel bilgi için bk. Emine Yeniterzi, Divan Şiirinde Na’at, Ankara 1993. DİA ilgili md.Türkiye Diyanet Vakfı 1989 yılında Na’at Yazma Yarışması açmış, başvuran 2500 şiir arasından dereceye  ve ilk yüze girenleri 1991 yılında yayınlamıştır. O sene Nurullah Genç’in Yağmur isimli şiiri birinci olmuştu.

[2] Nşr. Hikmet Özdemir, Ankara 1996

[3] Nşr.Kenan Erdoğan, Ankara 1998

[4] Günümüze kadar bestelenen şiirler hakkında geniş bilgi ve dökümü için bk. Ahmet Hakkı Turabi, Niyâzî Besteler: Mısrî’nin Musikî Kültürümüzdeki Yeri,  Niyâzî-i Mısrî Dönemi ve Tesirleri Sempozyumu, s. 151.Bursa 2019.

[5]  Dergâh, Ulucami’nin kıble tarafında PTT’nin olduğu yerde idi. Dergâhın haziresinde medfûn olan zevatın kabir taşları Muradiye Mezartaşları Açıkhava Müzesi’ne nakledilmiştir. Geniş bilgi için bk. Bedri Mermutlu, Bursa’da Mısrî Haziresi, Niyâzî-i Mısrî Dönemi ve Tesirleri, s.139.

 

[6] Eş’âr-ı Şemsî isimli divanı Mustafa Efe tarafından doktora tezi olarak yeni harflere aktarılmış olup baskı aşamasındadır.

[7] . Divanı, yüksek lisans tezi olarak Engin Karakoyun ve Mehmet Karatürk tarafından Emine Yeniterzi’nin danışmanlığında yeni harflere aktarılmıştır. Konya, 2007-2009.

[8]  Age.,C. 4, s. 2003-2009. (1988)

[9] Zeynep Hanım (Mısır 1826-İstanbul 1886) Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kızıdır. Mısır’da Yusuf Kâmil Paşa ile (Arapgir 1808-İstanbul 1876)  evlenmiştir. Zeynep Kâmil Konağı’nın yerinde bugün İstanbul Üniversitesi Fen ve Edebiyat fakülteleri vardır. Üsküdar Zeynep Kâmil Hastahanesi bu ailenin hayratıdır. Kabirleri de oradadır.

[10] Bk. Son Asır Türk Şairleri, c. 4,s,2006

[11]  Şemseddin Mısrî, 1929 tarihinde kaleme aldığı Medâr-ı Şemsî isimli eserinde,  Veled-i Harirî camiinden bahsederken bu beytin Üsküdârî Şeker Efendi’nin hattıyla camide asılı olduğunu kaydetmiştir. Tahmin edileceği üzere şimdi yoktur. s.156 Bir himmet ehlini bekliyor.

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar