Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Yağmur Mektupları

Ateşte Dost’una, beşikte Ruh’una, dağda Kelim’ine ve mağarada Sevgili’ne göğü kırpıp kelimelerden şemsiyeler yapmıştın. Sen yağmurlar indirince göğünden, kıpır kıpır oluyor kalbim ve ben ‘yine göğü kırpıyor Tanrım’diyorum kendi kendime.

EKLENDİ

:

Yağmur taneleri senin kelimelerindir biliyorum. Bu yüzden yağmur yağarken koynuma dolduruyorum kelimelerini. Çünkü sen gökten; demiri, yağmuru bir de vahyi indirdiğini fısıldıyorsun kulağımıza. Vahiyle bir tutuyorsun ya yağmuru, işte ben o zaman yağmurunda sırılsıklam ıslanmak istiyorum.

Anladım ki yağmuru; bedenleri yenilemek, tenleri kirlerinden arındırmak için yağdırıyorsun. Birazcık yağmur yağsa rögarları tıkanıyor şehirlerin. Yağmurdan sanıyorlar ve yerel yönetimlerin fen işlerini suçluyorlar, hâlbuki kentmeydanlarından süzülen günah kirleridir tıkayan rögarları, iyi ki bilmiyorlar.

Ateşte Dost’una, beşikte Ruh’una, dağda Kelim’ine ve mağarada Sevgili’ne göğü kırpıp kelimelerden şemsiyeler yapmıştın. Sen yağmurlar indirince göğünden, kıpır kıpır oluyor kalbim ve ben yine göğü kırpıyor Tanrımdiyorum kendi kendime. O çoban gibi ben de seslenmek istiyorum sana sessizce: ‘Koyunlarını güdeyim, evini süpüreyim’ gönlümce.

Sonra bir ihtiyar dostunun seslenişi ile sesleneyim sana diyorum, ümitler bulutların arkasına gizlenince: “Benim Kocaman Allahım var” diyeyim içimden geldiğince. Yağmur, senin en taze emrindir deyip yağmuru emrine amade kılanının huzurunda kıyama durayım, ömürden payıma düşeni tükettikçe.  

Yağmur tanelerini ekmek kırıntıları ile bir tutuyorum artık. Üstüne basılınca canı da acıyor mudur indirdiğin yağmur zerrelerinin? Kırılırlar mı onlar da kimi kalpler gibi. Ya sen de inciniyorsan gönderdiğin yağmur mektuplarına hor davranılmasından? Ya sen de ‘bu son mektubumdu’ deyip bizi terk edip gidersen?

Darılırsan  bulutlar nereye sürer kelimelerini diye kalbimi yokluyorum. Hacerî acılardan geçiyor kalbim. Biliyorum; yağmur suları bir daha fışkırmayacak bir çocuğun topuğunu yere vuruşundan. O iki tepe arasında hiçbir anne onun gibi telaşla koşamayacak bir daha. Yine biliyorum ki yağmur hep yağacak, annelerin telaşı değdikçe çocuklarının topuğuna.

Yağmurlar en sonunda denize karışıyor ya işte sırf bu yüzden denize bakmayı da seviyorum.Yağmurla; denizi ve gökyüzünü gözlerine sığdırmışsın kimi kullarının, gözyaşını kirpiğinin ucuna iliştirdiğin gibi. Yağmur camlara nasıl yakışırsa öyle yakışıyor hüzün gömleklerinin bembeyaz yakasına.

Anladım ki yağmur, melaldir bir bakıma. Bundandır belki; melâl içten, hüzün dıştan beslenir. Öyleyse melâl anne sütü, hüzün hazır mamadır.  Yağmursuz ve kalansız kaça bölebilirsin ki geceyi; hadi böldün, bölenle bölümün çarpımından çıkmıyor ki böldüğün.Yağmur, direnme gücünü artırıyor insanın, kanına karışınca.

Yağmur deyince bir de türküler geçiyor içimin tenha kıyılarından. Türkü deyince en çok da ‘suyu, ateşi, toprağı ve rüzgârı gözlerinden, insanı gözbebeklerinden öpen adam’ geliyor aklıma. ‘Türkü Dinleme Temrinlerini terennüm ediyor sessizce dudakları belki de… Abdurrahim Reyhan’ın sözünden esinlenip ‘Allah’ı özleyen adam’ ı hatırlıyorum bir de.

Sahi siz de Allah’ı özlüyor musunuz onun gibi? Özleyince yağmura bakın olur mu? Yağmur onun kendini hatırlatmasıdır bize. Dokunur saçlarımıza, okşar omuzlarımızı, yumuşatır katılaşan yanlarımızı. Yanağımızda merhametin parmak uçları dolaşır, damarlarımıza usulca şefkat sokuluşudur yağmur.

Ben seni özleyince gökyüzüne bakıyorum şimdi. Yağmur yağınca sana yazdığım mektuplara cevap veriyorsun diye tatlı bir telaş kaplıyor içimi. Tıpkı küçükken; yağmur yağınca sen ağlıyorsun, sandığım gibi. Hele de memleketimin hiç bitmeyen yağmurları aklıma geldikçe ne çok üzdüler seni derdim kendi kendime. İyi ki Kelamcılar bilmiyor bunu.

Çocukken, yeşilin en güzeline boyadığın çimenlerin üstünde sırtüstü yatar, gökyüzüne bakardım. Senin gözlerinin de mavi olduğunu hayal ederdim gökyüzüne bakarken. Çocukluk işte, sevdiğin insanların göz rengini de maviye boyuyorsun sanırdım. Denizi ve gökyüzünü gözlerine sığdırdığın insanlar gözüme hep bir başka güzel görünürdü nedense.

Büyüdüm, benimle büyüdü mektupların da. Tırnağımla kazıdım dünyanın kokusunu, çıkmadı giyindiğim ne varsa.  Sonbaharda bana gönderdiğin o son mektubunda yazdıklarını paylaşıyorum şimdi izninle burada; dağların ve kuşların bildiği sır değildir saikasıyla:

Koyul yola; düşen son yağmur damlasına selam veren insanları ara. Dağa yürüyen adamı hatırla.  Asanı sal, nalınını at. Nalınla anılan bir ayaktan yalın ayaklı bir hayata hicret etmeyi dene Tuva’nın sakini gibi. O ki ‘indireceğin her hayra muhtacım’ demişti. Sen, indireceğin her yağmura muhtacım’ diyerek kalbini yokla.

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar