Bizimle İletişime Geçin

Dünden Bugüne

Yahudilikte İnançtan Siyonizm’e Uzanan Yol

Sina Dağı’ndaki ilahi hitap, insanlık tarihinde bir dönüm noktası olmuştur; sahifelerden kitaplara geçiş, insanların ilahi iradeyi anlama ve sorumluluklarını artırma sürecinde yeni bir aşamayı başlatmıştır. Peki, bu süreç bize ne anlatıyor? Yahudilik de bir inançtan Siyonizm’e nasıl uzamıştır?

EKLENDİ

:

Yahudilik kuruluşu itibariyle ilahi vahye dayanan bir inanç olup ilahi hitap geleneğinde dönüm noktasını teşkil eder. Önceki dönemlerde ilahi kelam daha küçük çaplı, sahifeler/suhuf şeklinde bulunuyorken Tevrat’tan itibaren ilahi mesajın kapsam alanı genişlemiş, kitap şeklini almıştır. Sina dağında verilen On Emir, sahife halinde insanlığa takdim edilen son vahiy olmuş ve Tevrat ile birlikte vahiy geleneğinde kitap kültürü başlamıştır. Dolayısıyla Sina vahyi, ilahi hitabın içeriği ve boyutu bakımından insanlık tarihinde bir kırılma noktası olmuştur. Sahifeden kitaba geçiş, beşeriyetin ilahi iradeyi idrak etmesi ve sorumluluklarının artması bakımından insanlık tarihinde yeni bir aşama olmuştur.

Suhuf geleneğinin sonuncu, kitabi geleneğin ilk halkası olması dolayısıyla Yahudilikte Tanrı’yı bilme ve inanma olağan bir durum, zihni çaba gerektirmeyen bir gerçeklik şeklinde görülmüştür. Ellerindeki On Emir levhaları ve Tevrat Tanrı hakkında maddi kanıt niteliği taşımış, İsrailoğulları’nın inancı bu doğrultuda gelişmiştir. Kenan topraklarında ve yakın bölgede yaşayan kavimlerin elinde herhangi bir kutsal kitap yokken İsrailoğulları’nın buna sahip olmaları, kendilerini ataları Hz. İbrahim’den itibaren Tanrı ile ahit bağı içerisinde olan ayrıcalıklı bir topluluk olarak görmelerini sağlamış ve hatta üstünlük vesilesi olarak değerlendirilmiştir. Bu yüzden Tanrı’ya inanmayı hayatın olağan akışı içerisinde sıradan bir durum olarak görmüşlerdir. Aksi düşünülemeyecek ve kanıtlanmaya gerek duyulmayacak kadar aşikâr olması düşüncesiyle inanç esasları belirlemeye ihtiyaç duymamış, amentü listesi oluşturmanın eksikliğini hissetmemişlerdir.

Sürgün tecrübesiyle birlikte Yahudiler yaşadıkları bölgeden farklı yerlere gitmiş, yeni kavimlerle karşılaşmışlardır. Muhatap oldukları kavimler artık eski komşuları gibi Tanrı’dan bihaber insanlar değillerdi. Babil topraklarında yerel kültler ve Zerdüşt inancı bulunmaktaydı. Yerel kültleri putperestlik sayarak onu eski komşu kavimlerin inancı gibi değersiz görürken Zerdüşt inancını belli ölçüde anlamlı bulmuşlardır. Fakat yine de sürgün yaşamının getirdiği direnme psikolojisi dolayısıyla kendi geleneklerine sarılmış ve inanç muhasebesine girmeği atalarına sırt çevirme olarak algılamışlardır. Nitekim atalarından miras kadim inanç geleneği ile mukayesede Zerdüştlük yeni ortaya çıkmış bir dindi.

Tarihin akışı içerisinde Yahudiler Mısır, Kenan, Babil topraklarında yaşamış, ardından M.S. 70 yılı itibariyle dünyanın dört bir yanına dağılmışlardır. Bu süreçlerin her birinde farklı kavim ve kültürlerle karşılaşmışlardır. Bu karşılaşmalar arasında özellikle Helen kültürü, İslam medeniyeti ve Aydınlanma Çağı Yahudiler açısından oldukça etkileyici ve biçimlendirici olmuştur. Çünkü diğerlerine nazaran bu üç karşılaşma sebebiyle Yahudiler şok etkisi yaşamış, karşı tarafın inanç ve yaşam kültürünü eskiden yerli kavimlerde yaptıkları gibi hafife alamamışlardır. İlk iki karşılaşmada karşı tarafın müesses ve gelişmiş teolojik doktrinlere, ileri düzeyde dini felsefi birikime sahip olduğunun farkına varan Yahudiler, kendi inançlarını savunabilmek ve kendilerini anlatmak adına inandıkları değerleri karşı tarafın jargonuyla ifade etmek zorunda hissetmişlerdir. Son karşılaşma ise mensuplarını kaybetmeme adına, inançlarını onların da kabul edeceği şekilde çağın diline göre anlatma ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Bu durum sonuç itibariyle Yahudilikte amentü listesinin oluşturulmasına ve güncel şartlara cevap verecek şekilde revize edilmesine götürmüştür.

Yahudiler Helen kültürü ile muhatap olduklarında, bu kültür her ne kadar çoktanrıcı ve pagan inancının taşıyıcısı olsa da, varlık/Tanrı hakkındaki derin ve karmaşık felsefi tartışmalar o zamana kadar Tanrı hakkında düz inancı benimseyen Yahudiler için kolayca reddedilebilecek bir mesele olmamıştır. Rakip teolojik kültür ile baş etmek zorunda kalan Yahudiler, karşı tarafın dini jargonunu kullanarak kendi inançlarını ifade etmek zorunda hissetmişlerdir. Böylece, Yahudi tarihinde ilk sistemleştirilmiş amentü bir Helen kültür merkezi olan İskenderiye’de, ilk Yahudi filozof Filo (öl. M.S. 50) tarafından derlenmiştir.

Yahudilerin karşılaşınca şok yaşadığı ikinci dini entelektüel rakip, İslam medeniyeti olmuştur. Siyasal, askeri, ekonomik açılardan rakipsiz olan bu medeniyet ciddi bir dini birikime de sahipti ve tevhit inancını savunmasının yanı sıra üstelik Hz. İbrahim’e mensubiyet iddiasını öne çıkarmasıyla da daha önce muhatap oldukları kavimlerin her birinden farklıydı. Bu zayıf durumdayken yaşadıkları şaşkınlık ile birlikte Yahudiler içerisinde farklı görüşler gelişmeye başlamıştır. Böylece Yahudi din uleması hem içerideki farklı görüşlerle mücadele etmek, hem de Müslüman ulemanın reddiyelerine karşı inançlarını savunmak zorunda kalmıştır. Ortaçağın ilk Yahudi filozofu Saadiya Gaon (öl. 942) başta olmak üzere bazı din âlimleri doğru inancın ne olduğunu anlatmaya yönelik çalışmış, bu çabalar Musa ibn Meymun (öl. 1204) tarafından hazırlanan 13 maddeli amentünün yaygınlaşmasıyla nihayete ermiştir.

Yahudiler üzerinde üçüncü şekillendirici etki ise Aydınlanma ve Sanayi Devrimi sonrasında oluşan Avrupa kültürü olmuştur. Hıristiyan dünyasında asırlardır süregelen antisemitist pratiğin yanı sıra, 17. yüzyıldan itibaren Avrupa’da yükselen Hıristiyan Siyonizmi ve 18. yüzyılın sonlarından itibaren farklı ülkelerde Eşit Yurttaşlık hakkı gibi Yahudiler lehine gelişmeler artık yeni dönemin başladığının sinyallerini vermiştir. Ne var ki kendi mahallelerinden, gettolardan çıkıp topluma karışmaya çalışan Yahudiler, asırlardır yakındıkları dışlayıcı tutumun sadece Hıristiyanlara özgü olmadığını, kendi dini kaynaklarında yer alan hükümlerin de Yahudi olmayanlara yönelik dışlayıcı tutumunun ve içinde yaşadıkları toplumla kaynayıp karışmalarını engellediğinin farkına varmışlardır. Bu durum beraberinde dini doktrinlerin sorgulanmasını getirmiş ve Yahudi Aydınlanması/Haskala doğmuştur. Yeni dönemde ihtiyaç duyulan farklı yorumlama sonucunda Yahudiliğin en temel ilkelerini reddeden Reformist mezhep ortaya çıkmıştır. Bu gelişmeler neticesinde Yahudi din adamlarının toplum üzerindeki nüfuzları ciddi şekilde sarsılmış, şayet doyurucu cevaplar sunmazlarsa özellikle genç kuşakların giderek yozlaşacağı öngörüsünde bulunmuş, bu tehlikeyi engellemeye yönelik çareler aramaya koyulmuşlardır. Zamanın ruhu ve mekânın etkisi ile formatlanmış yeni zihinlerle diyalog kurmak amacıyla din uleması dini metinleri yeniden yorumlarken bu atmosferi dikkate almışlardır. Bu minval üzere, Yahudi geleneğinde ve tarihinde yer alan doktrinlerin ve tecrübelerin çağın ve coğrafyanın diliyle yeniden yorumlanması Siyonizm’i doğurmuştur. Siyonizm, Yahudiliğin Sanayi Devrimi sonrasındaki Avrupa değerlerine göre yeniden yorumlanmasıyla ortaya çıkan bir ideolojidir. Mezkûr ideolojide, Avrupa’da revaçta olan ulus devlet ve milliyetçilik değerleri ile bağlantı kurulması için seçilmişlik ve vaat edilmiş toprak doktrinleri öne çıkartılmıştır. Siyonizm’i bu şekilde oluştururken, gelenekteki sacayağının ayrılmaz üçlüsünden sonuncusu olan Mesih beklentisi ise, Avrupa’daki cari kültürde bir karşılığı olmadığı için göz ardı edilmiştir. Yahudiliği Avrupa değerleri doğrultusunda yeniden yorumlayıp ona uygun olmayan Mesih beklentisini atıl bırakmak, dindar Yahudilerin Siyonizm’e karşı çıkmalarındaki en önemli sebeplerinden biri olmuştur.

 

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar