Bizimle İletişime Geçin

Din ve Hayat

Yanan Mushaf Değil, Vicdanını Yitirmiş İnsandır!

EKLENDİ

:

Beşer hayatının başladığı ilk günden beri Hak-batıl mücadelesinin, tevhit mücadelesinin verildiği bir dünyada yaşıyoruz. Allah’ın insanlığa gönderdiği mesajları tebliğ etmekle görevlendirilmiş peygamberler bu mücadelede başrol oynamış ve nice sıkıntılar çekmiştir. Ateşe atılan Hz. İbrahim, Mısır’dan çıkartılan Hz. Musa, çarmıha gerilmek istenen Hz. İsa ve Mekke’de ashabıyla birlikte her türlü baskıya maruz kalan, suikasta hedef olan Hz. Peygamber, bu mücadeleyi daima ilahi yönlendiriş gereği sabırla, sekinetle ve metanetle sürdürmüşlerdir. Tam on üç yıllık işkencelerle dolu Mekke döneminde Hz. Peygamber ve sahabeye hep sabretmeleri, onlara uymamaları tavsiye edilmiştir. Bu süreçte Habeşistan’a ve Yesrib’e göç olmuştur amma fırsatları ele geçirdiklerinde dünkü hasımlarına karşı öç olmamıştır.

Allah Rasulü hicret yurdu arayışıyla gittiği Taif’te taşlı sopalı bir şekilde karşılandığında, kendisine bunu reva görenlere beddua etmek yerine “onlar bilmiyorlar” diyerek ve nesillerinden İslam ile şereflenenler olabileceği ümidiyle onlar için dua etmeyi yeğlemiştir. Zira onun felsefesi, “Bizi öldürmeye gelen, bizde dirilsin” felsefesidir. Tıpkı Müslüman olduğunu öğrendiğinde ilk önce kızkardeşini ve eniştesini öldürmeye gelen hiddetli-şiddetli Ömer’in okuduğu Kur’an ayetleriyle dirildiği gibi.

Hak-batıl mücadelesi, dün olduğu gibi bugün de devam ediyor, yarın da olacaktır. Sorun bu mücadelede Kur’an ve sünnete uygun mücadele yönteminin ne olduğu ve nasıl yürütüleceği sorunudur. Bu noktada hem Kur’an’ın, hem de Hz. Peygamber’in şu rehberliği esas alınmalıdır:

“Şayet müşriklerden birisi senden sığınma talebinde bulunursa, onu izin ver ki Allah’ın kelamını duyabilsin.” (Tövbe 9/6)

“Onların, Allah’ı bırakıp da taptıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak, bilgisizce Allah’a söverler…” (En’am 6/108)

“Eğer onlara ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır.” (Nahl 16/126)

Rahmet Elçisi’nin hayatı da benzer örnekliklerle doludur.  O, kendisine yapılan bunca kötülüklerden dolayı hiçbir hasmından intikam almamıştır. Mekke’de kendisi sabrettiği gibi, çoğu gençlerden oluşan çilekeş ashabının da sabretmesini sağlamıştır. Zira “sabır” sanıldığı gibi sineye çekmek değil, her şeye rağmen var olma, ayakta kalma mücadelesidir. Ve onlar neticede bu serinkanlı duruşları sayesinde kazanmışlardır. Medine’de müşriklerle işbirliği yapan münafıklara karşı “Muhammed ashabını öldürüyor” dedirtmemek için herhangi bir yaptırım vb. uygulamamıştır. Okunan ezanın taklidini yaparak alay eden gençlerden Ebû Mahzure’yi yakalayıp cezalandırmak yerine, onu kazanmayı denemiş ve sesinin çok güzel olduğunu belirterek ve müezzinleri arasına katarak onu kazanmıştır. Mekke’yi fethe giderken, sancaktar olan ashabından birinin “El-yevm, yevmu’l-Melhame!” (Bugün cesetlerim paramparça edileceği savaş günüdür!)” dediğini işittiğinde derhal “El-yevm, yevmu’l-Merhame!” (Bugün merhamet günüdür!”) buyurmuş ve sancağı ondan alarak başka bir dostuna vermiştir. Fetih gerçekleştiğinde ise Mekke halkını affetmiş ve kısa zamanda onların müslüman olmalarına fırsat vermiştir.

Bütün bu gerçeklerden hareketle İsveç’te kutsal kitabımız olan Mushaf-ı Şerif’i yakan bu bedbahta karşı tavrımız ne olmalıdır? Yapılan bu pervasızlığın, sadece biz Müslümanlara göre değil, uluslararası hukuka göre de Kutsala saygısızlık ve bir nefret suçu olduğunda kimsenin kuşkusu yoktur. Bu talihsiz olayın tam bir provakasyon olduğu ve arkaplanında uluslararası derin tezgahların olduğunda da kuşku yoktur. Bununla tam da başta Türkiye olmak Müslümanları tahrik etmenin amaçlandığı da açıktır. Bu olayı değerlendirirken bütün bu uluslararası konjönktürü de dikkate almamız gerekmektedir.

Hepimizi derinden üzen bu menfur olay karşısında verebileceğimiz en güzel tepki, bunu bir vesile kılarak o yakılan Mushaf’taki rahmet yüklü mesajları tüm dünyaya en uygun bir üslup ile duyurmak olmalıdır. O Kitabın, insanlığa hayat veren bir reçete olduğunu, tüm beşeriyetin ona muhtaç olduğunu anlatabilmek olmalıdır. Acilen bir broşür yahut kısa filim/belgesel hazırlanarak, yakılan o kitabın aslında “insanlar yanmasın diye” ne gibi evrensel mesajlar getirdiğini, insanlığa nasıl bir hayat sunduğunu, onların kurtuluşu için ne gibi öneriler getirdiğini sadece İsveç halkına değil, tüm dünyaya duyurulmalıdır.

Son olarak aslında yanan Mushaf değil; değerini, onurunu, merhametini ve vicdanını yitirmiş olan insanlıktır! Ve bize düşen tahriklere kapılarak yangına körükle gitmek ve birilerinin ekmeğine yağ sürmek değil, tam tersine onların oyunlarını da bozacak şekilde o yangını Rabbimizin insanlığın tümüne gönderdiği “Âb-ı Hayat” olan Kerim Kitab ile söndürmek olmalıdır.

“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saf 61/8; Tövbe 9/32)

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar