2007 yılında, Türkoğlu İmam Hatip Lisesinde müdürlük görevini yürütürken Gaziantep İmam Hatip Lisesi Okul Aile Birliği Başkanı ve okulun öğretmenlerinden Ramazan Tahiroğlu ziyaretime geldiler. Ramazan, Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesinden öğrencim olur. Hâfız ve dertli bir kardeşimizdir. Sağ olsun mezuniyetinden sonra da irtibatı kopartmadı. Selamlaşmadan sonra sözü dolandırmadan başkan, ziyaret sebebini açıkladı: “Seni Gaziantep İmam Hatip Lisesi müdürü olarak görmek istiyoruz” dedi. Ramazan, benim “hayır” dememe prensibimi biliyordu. Belki de oradan cesaretle bu teklifi yapmışlardı. Tabi, “hayır” demedim, “Hayırlısı olsun, siz uğraşırsınız, nasipte de varsa olur” dedim. Çok geçmedi ki Mersin’den okul arkadaşım Osman Güler’den benzer bir teklif geldi: “Mersin İmam Hatip Lisesinde senin gibi bir müdüre ihtiyaç var, ilgilerle görüşsem “olur” der misin?” diye sordu. Osman Bey’e Gaziantep’ten benzer bir teklif olduğunu onlara da “olur” dediğimi ama bir sonuç çıkmadığını, “Nasip neresi ise orası olsun” dedim. Bu arada tekrar Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesine dönmek için de talebim olmuştu. Hayırlı olanı nasip etmesi için Rabbime dua ettim. Hayırlısı Mersin İmam Hatip Lisesi Müdürlüğü olmalı ki ilk ses orası için geldi.
Tabii bu geliş gidişlerle ilgili aile içi istişareler çetin geçiyordu. Muhammed Sadullah oğlum ortaokulda, Sabire Merve kızım lisede öğrenciydi. Okul değiştirmeye de şehir değiştirmeye de sıcak değillerdi. Büyük oğlumuz Zahid Gürkan, üniversitedeydi; bu durum onu pek etkilemiyordu. Eşimin başka endişeleri vardı. Dostlarımıza anlatmak ise daha zordu. Kahramanmaraş’ta evimiz, akrabalarımız ve rahatımız vardı. Bense rahatımızı kaçıracak işler yapıyordum. Somut olmayan hayırları hayal ederek kalktık ve Mersin’e geldik. 4 Mayıs 2007 Cuma günü Mersin İmam Hatip Lisesinde göreve başladım.
Pazartesi sabahı, tören öncesi öğrencilere kendimi tanıttım. Her türlü tepkiye hazırdım. Okullarında müdür olması muhtemel hocalar varken il dışından tanımadıkları bir kişi okullarına müdür olmuştu. Konuşma bitince memnuniyet alkışı almak beni rahatlattı. İlk tepki önemliydi, gerisinin kolay olacağını düşündüm.
Öğrenciler sınıf sınıf, müdür odasına gelip “Hoş geldiniz!” diyorlardı. Sosyal ve iletişime açık oluşları da beni ümitlendirdi. Benden önce vekâleten müdürlük yapan arkadaşımız bazı endişeler sebebiyle işi sıkı tutmuş ve öğrencilerden gelen teklifleri çoğunlukla geri çevirmiş.
Göreve başlamamdan birkaç gün sonra son sınıf öğrencileri “mezuniyet programı” yapmak için izin istediler. Bundan daha tabii bir teklif olamazdı, düşünmeden “olur” dedim ve yardımcı olabileceğimi de ilave ettim. Gençler âdeta bayram ettiler. Koşuşturdular, güzel bir mezuniyet töreni yaptılar, biz de yardımcı olduk. Davet afişinin başında 6666 yazıyordu.
Açılımı; 6. ayın 6’sında, saat 6’yı 6 geçe. (18.06) gibi dikkat çekici bir afiş hazırladık. Velilerden, protokolden ve Mersin eşrafından geniş bir katılım oldu. Aynı tarihli mezuniyet törenini geleneksel hale getirdik, sonraki yıllarda da devam etti. Program bitti, yorulduk ama mutlu bir yorgunluk… Odaya geçtim, biraz soluklanayım diye. Kapı açıktı. Sessizce iri yapılı bir son sınıf öğrencisi kapıya durup işaret parmağını hareket ettirerek: “Hocam bir gelir misiniz?” dedi. İşin doğrusu biraz çekindim. Henüz okula geleli bir ay yeni dolmuştu. Beni kabullendiklerini hatta biraz da sevdiklerini biliyordum ama henüz tam emin değildim. Okulda az da olsa Kürt-Türk kavgaları oluyormuş. Beni çağıran öğrencinin de Kürt olduğunu tahmin ettim. Zayıf bir ihtimal ama bir şey yapmalarından endişe ettim. Tüm cesaretimi toplayıp kapıya kadar gittim. Kapıya çıkınca ne göreyim, beni çağıran genç gibi sekiz kişi var. Korkum iyice arttı. Hiç konuşmadan beni omuzlarına aldılar, merdivenlerden indirdiler. Kimseye bir şey soramıyorum. Sonucu merakla bekliyorum. Okulun giriş alanında “Yıl-dı-rım Hooca!” diyerek beni havaya atıp tutmaya başladılar. Birkaç defa tekrar ettiler. Her havaya atışlarında beni tutmayıp beton zemine bırakmalarından endişe ediyordum. İsteseler yaparlardı, yapmadılar. Küçücük bir izin, küçük bir müsamaha, üstüne biraz samimiyet öğrencilerimizde karşılık bulmuştu. Rabbime binlerce şükürler olsun, sonraki yıllarda ırkçılık olarak Kürt-Türk konusu konuşulmaz oldu. Evet, biz farklı anne ve babaların çocuklarıydık ama bu ülke hepimizindi, biz farklı renklerde kardeşlerdik. Bunu sözde bırakmayıp uygulamalarımıza yansıttık. Neticesi güzel oldu, herkesi mutlu etti.
Öğrenci ve öğretmenler arasındaki adalet ve kardeşlik bilincinin üst seviyelere çıkması, işin zor olanıydı. Artık kolay olan işlere de yönelebilirdik. Kolay işlerin başında derslik sayımızı artırmak geliyordu. Arkasından şuurlu, ahlâkî hassasiyeti ve akademik başarısı yüksek gençlerin yetişmesine katkı sağlamak da asıl işlerimizdendi. “Şayet bir gün müdür olursam asla inşaat işleriyle uğraşmayacağım” diye düşünürken zorunlu olarak inşaat işine girdim. 28 Şubat, etkilerini kaybetmiş ve yeniden İmam Hatip Liselerine rağbet başlamıştı. Ek binamızın tamirata ihtiyacı vardı. Binamızı tamir ettirelim, derslik sayısını artıralım derken adliyelik oldum. Şöyle ki, kapı ve pencereler için kendi adıma senet vermiştim. O işi yapan kişi de senetleri başkasına vermiş. Nihayetinde senetler tefecilerin eline geçmiş. Tefeciler yakalanınca beni emniyete çağırıp ifademi aldılar. “Senin bu tefecilerle ne işin var?” diye sordular. İşin aslını öğrenince gereğinden fazla iltifat ve ikramda bulundular. Yardımseverlerin katkılarıyla, zorlukları aşarak ek binayı 2007-2008 Öğretim Yılına yetiştirdik, elhamdülillâh!
Her şey güzeldi, ne var ki velilerin ve öğrencilerin imam hatip liseleriyle ilgili hâlâ tereddütleri vardı. Öğrenci geliyordu ama gönlümüz, not ortalamaları ve sınav puanları yüksek öğrenciler, daha çok gelsin istiyordu. “Ne yapabiliriz? diye düşünürken aklıma “Mezun Duygular” ismiyle biriktirdiğim, mezunlarımızdan hatıra kalan yazılar geldi. Edebiyat öğretmeni arkadaşım Mustafa Çelik ile beraber on yıllık biriken yazıları taradık, bazılarını seçtik ve umumiyet ifade eden bölümleri alarak kitap formatına getirdik. Ön çalışmayı tamamladıktan sonra rahmetli İhsan Sönmez (1981-2017) kardeşimizin kapak tasarımı ve yönlendirmeleriyle “Biz Böyle Gördük…” isimli çalışma doğdu. Beş bin adet bastırarak ortaokulların son sınıf öğrencilerine ve velilerine dağıttık. Ayrıca bu kitaptan o günkü Türkiye’deki tüm imam hatip lisesi müdürlüklerine birer adet gönderdik. Faydası olduğunu sanıyorum. Öyle ki bizim okulu tercih etmeyi unutanları ikna ederek “Özel sınıf açtık” diyerek puanı ve diploma notu yüksek öğrencilerden bir sınıf oluşturduk. Onların fahri sınıf öğretmenleri oldum. O sınıfta harika öğrencilerimiz vardı. İmam hatip lisesi okumakla ne onlar pişman oldular ne de bizi pişman ettiler. Hayırsever Mersinli dostların destekleriyle okulumuz ve çevresi gittikçe daha da güzelleşti.
Akademik çalışmaların ve sınav hazırlıklarının yanı sıra öğle aralarında, ben de dâhil olmak üzere her gün bir arkadaşımız salonda yirmi dakikalık sunumlar yapıyorduk. Ben ilahi hadisleri okumuştum, aldığımız hazzı unutamam. Öğrencilerimizin öğrenme iştiyakı ise takdire şayandı. Bir saatlik öğle arasında yemek, namaz ve arkasından yirmi dakika seminere iştirak ediyorlardı. Hepsine selam ederim, dua ederim. Onlar kızlı erkekli harika gençlerdi. Öğretmen kadromuz da gittikçe her bakımdan güçleniyordu. Öğretmenlerimizin ortak özelliği fedakârlık, projeler, gayret ve samimiyetleriydi.
Mümkün olduğunca ders dışı faaliyetler yapardık. Öğretmenlerimiz bu faaliyetlere iştirak etmeyi asla yük saymazlardı. Bizim okulda çalışmak için günlük yirmi km yol kat eden arkadaşlarımız da vardı. Elbette ufak tefek sıkıntılar vardı ama unuttuk hepsini, geriye tatlı hatıralar kaldı.
Mezunlarımızla daha sağlıklı irtibat kurabilmek için Mersin İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği olan MERİMDER’i kurmuştuk. Genç arkadaşlar, geçici olarak beni başkan yaptılar ama tayinim çıkıncaya kadar bu “geçici” süre bitmedi.
Okulumuzun girişinde “Sizin Fikirleriniz Bizim için Önemlidir” yazılı bir kutumuz vardı. Bazı öğrencilerimiz yazarak ulaşmayı tercih ederlerdi. İki haftada bir açar yazılanları ve varsa soruları değerlendirirdik. Yapılması gerekeni ve ihtiyaç duyulan açıklamaları yapardık.
Öğrencilerimizden biri yazmış; “duyduğum kadarıyla müdürün oğlu da kızı da okuldan burs alıyormuş.” Öğrencimiz samimiyetle sormuş. Demek ki biz bursluluk sınavını Bakanlığın yaptığını ve bursları, sınavı kazanan öğrencilere Bakanlığın verdiğini, okulun vermediğini anlatmamışız. Bu vesileyle anlatma fırsatı bulduk. Yazan öğrencimiz yıllar sonra nezaket gösterip e-mail atarak özür diledi. Aslında özür dileyecek bir şey yoktu.
Öğrencilerimizin gayret ve başarılarını artırmak için okul aile birliğimizin destekleriyle üç öğrencimizi umreye, şubelerin birincilerini Edirne ve Çanakkale’ye, ikincilerini Bursa ve Konya’ya, üçüncülerini de Gaziantep ve Şanlıurfa’ya götürmeyi vaat ettik. Sözümüzü tuttuk, çok da güzel oldu. O dönemde böylesi çalışmalar nadir yapılırdı.
Dönemin Din Öğretimi Genel Müdürü Prof. Dr. İrfan Aycan, değer verdiği, icabında projelerde görevlendirdiği bazı isimlere beni de dâhil etmişti. “18. Millî Eğitim Şurası”na ve “4. Din Şurası”na imam hatip liselerini temsilen birlikte katıldık, katkı verdik.
Okulumuz öğretmenlerine has olmak üzere Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tarafından okulumuzun salonunda üç günlük hizmet içi eğitim semineri yapıldı. Bu eğitime Prof. Dr. İrfan Aycan’la birlikte seçkin akademisyenler katıldılar ve sunum yaptılar.
Mersin’e okul olarak bir imam hatip lisesi az geliyordu. Yapılan başarılı çalışmalar, gönle dokunan etkinlikler imam hatip lisesi modelinin yaygınlaşması taleplerini artırıyordu. Şimdi ikinci bir imam hatip lisesi için gayretlerimizi seferber etme zamanıydı.
Gayret bizden, tevfik Allah’tan.