Bizimle İletişime Geçin

Kitap

Yıldırım Alkış’ın Öğretmenlik Sanatı Kitabı Üzerine

İnsan kelimesinin kökeni üzerindeki iki görüş: “üns” kökünden türemesi ve insanın hemcinsleriyle uyum içinde yaşama isteği. Peki, bu kelimenin ardındaki derin anlam ve insanın içsel yakınlık arayışı neyi ifade ediyor?

EKLENDİ

:

Yazar: Mustafa ÇELİK

İnsan kelimesinin kökü konusunda iki temel görüş vardır. Birincisi, onun “üns” kökünden geldiği görüşüdür. İnsanoğlunun bu kelime ile adlandırılmasının sebebi, hemcinsleriyle birlikte yaşaması ve insanların birbirleriyle olan yakınlığı/ünsiyetidir. Bu haliyle ünsiyet, yakınlık duyma, yakınlaşma ve uyum içinde olma[1] anlamlarına gelmektedir. Söz konusu olan yakınlık ve yakınlaşma duygusu iki yönlü gerçekleşmektedir. Öncelikle insan, hemcinsleriyle birlikte uyum içinde yaşamakta, insanlara ve dış dünyaya karşı yakın durmaktadır.

“İnsi” ve “insiye” kelimeleri de mensub isim olarak, her şeyden insana yakın olan, insandan tarafa olan, kendisiyle ünsiyet kurulan, alışılan demektir. Bu anlamda “insi” karşı tarafı, yani uzak tarafı ifade eden “vahşi” kelimesinin karşıtıdır.[2] İnsan kelimesinin irtibatlandırıldığı ikinci anlam ise, “نسي” den gelen “nisyan-unutma” köküdür. Kelime “اِفْعِلاَن” kalıbında “انسيان” iken, “insan” olmuştur. İnsanın böyle isimlendirilmesinin sebebi, kendisiyle Rabb’i arasında sözleşme olduğu halde onun bu sözleşmeyi unutması,[3] ahdini bozması ve rabbine karşı gelmesidir. Tanzimat Dönemi şairlerimizden Muallim Naci’nin de söylediği ve yıllar içinde halk deyişi özelliği kazanan “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.” (İnsan hafızasının eksikliği ya da sakatlığı; unutmasıdır, unutkanlıktır.) sözü bu manayı özetleyen bir özdeyiştir.

Kelimeyi soyut anlamından çıkarıp bir varlık olarak ele alacak olursak denebilir ki ilk insanın yaratılışından günümüze kadar dünyada milyarlarca insan yaşamıştır. Her insan farklı mizaç, huy, karakter, farklı özellik, davranış ve yapıya sahiptir.

Kur’an’da mizaç, karakter, huy, kalp, nefis, ruh, fıtrat, din, aile ve çevre, eğitim, nefis ve şeytan gibi etkenler insan şahsiyetini olumlu ve olumsuz yönde etkileyen faktörler olarak zikredilir. Kur’an bir taraftan örnek alabileceğimiz başta peygamberler olmak üzere muttaki, muhsin, muhlis, sadık, mütevekkil, sabırlı, mutasaddık, alçak gönüllü, merhametli, iffetli vb. ideal insan tip ve özelliklerinden bahsederken, diğer taraftan zalim, fasık, müfsit, mücrim, cahil, zorba, azgın, hain, nankör, ümitsiz, cimri, müsrif, yalancı, riyakâr, sözünde durmayan, tartışmacı, sapık vb. kötü insan tip ve özelliklerinden de bahsetmektedir.[4]

Fakat bunlar içinde bir ayet vardır ki insanın değerini ve önemini en iyi şekilde ortaya koymakta, bu değerin ve önemin muhafazası konusunda insana sorumluluklar yüklemektedir. Mealen buyurulur ki “Biz insanı en güzel şekilde yarattık.”[5]

Bu durumda “Yakınlaşma, uyum içinde olma isteği duyan” veya “unutan” Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle “mükemmel” olan insanın bu mükemmelliğini koruması ise planlı bir gayreti gerekli kılar. İşte insanı yetiştirme gayreti de genel anlamda “eğitim”in en önemli konusunu oluşturmaktadır.

Eğitimi anlamaya çalışma noktasında ortaya konan kuramların açıklanması, eğitim çalışmalarının içeriğinin ne olması gerektiği üzerine özellikle Batılı araştırmacılar epey kafa yormuş eğitim modelleri, öğretme yöntem ve teknikleri geliştirmişlerdir. Bu bağlamda   gibi eğitim akımları ortaya çıkmıştır.

Ülkemizin eğitimle ilgilenen kurumlarında da bu konular en ince ayrıntısına kadar işlenmektedir. Bundan sonra da eğitimle ilgili akımlar, felsefi yorumlar, yöntem ve teknikler elbette öğretilmelidir. Fakat ne var ki bunları öğrenmek ve öğretmek bir yere kadar sorunu çözmektedir.

Ancak şu bir gerçektir: “Su” hakkında bilgi bilmek iyidir ama bilgi, susuzluğu gidermez, suyu içmekle hararet geçer. Yemek tarifleri iyidir ama yemek tarifiyle karın doymaz, tarif edilen o yemek yapılmalı ve yenmelidir. İşte ancak o zaman amaç hâsıl olmuş olur.

Dolayısıyla “öğrenme/öğretme” ve “öğretmen” kavramları da bu bakımdan daha dikkatle ve önemle ele alınmalıdır.

Bütün bu anlatımlardan sonra denebilir ki işin uygulama kısmında güzel örnekleri ortaya koyan ve bunları yaşayan, yaşadıklarını tatlı bir anlatımla yazıya geçiren yazar Alkış’ın “Öğretmenlik Sanatı” adlı kitabı bu mesleği yapanlara, bu mesleğe adım atanlara katkı sunacak değerli bir eser olarak yayınlanmıştır.

Nurettin Topçu’nun bir defasında şöyle söylediği ifade edilir: “Ben, bir sınıfa girerken bir mabede adım atar gibi girerdim.” Topçu’nun bu cümlesi eğitimin ve öğretmenliğin önemini ortaya koyması bakımından hem dikkat çekicidir hem de işin uygulama kısmını gözler önüne sermesi, bu işin bir ibadet hissi, bir sanatçı ruhuyla ele alınması gerektiğini ifade etmesi bakımından da oldukça kıymetlidir.

Anatole France da konuyla ilgili bir sözünde şöyle der: “Öğretme sanatı denen şey, daha sonra tatmin etmek amacıyla genç dimağların tabii merakını uyandırma sanatından ibarettir.” Horace Mann bunu bir benzetme ile şöyle ifade eder: “Öğrencide öğrenme arzusunu uyandırmadan öğretmeye kalkan öğretmen soğuk demire çekiç vurmaktadır.”

Bu özellikleri yansıtan ve tanıtımını yapmaya çalıştığımız “Öğretmenlik Sanatı”nın yazarı Yıldırım Alkış da müdür yardımcılığı, okul müdürlüğü, il milli eğitim müdürlüğü, üniversite yöneticiliği, STK’lerde eğitim alanında yöneticilik, koordinatörlük gibi eğitimin hemen her alanında aktif yer almıştır. Kuramsal anlamda sahip olduğu bilgileri buralarda hem uygulamış hem de bunlardan ortak sonuçlar çıkarmış, “unutma” özelliğine sahip insanın hafızasından bunlar kaybolup gitmesin diye de bilgi, düşünce ve tecrübelerini kitaplaştırmıştır.

Kur’an-ı Kerim’de “Anlat kıssayı ki belki anlarlar”[6] buyurulur. Bu ayet mealinde söz edilen “kıssa” bir yerde “hikâye, anı” şeklinde düşünülebilir. “Kıssa, hikâye, anı…” hangisi akla gelirse gelsin bir gerçek vardır ki bir konu yaşantılarla anlatılırsa o konuyu insanların öğrenmesi daha kolay ve öğrenilenler daha kalıcı olur. İşte “Öğretmenlik Sanatı” da bu özelliği yansıtan örneklerden biridir.

“Öğrenme Sanatı”nın “giriş”inde şu değerlendirmeler yapılmıştır:  “Öğretmenlik sanatının yakıtı heyecandır. Heyecanı olmayanın öğretmenliği yürümez. Bu sanatın yüzde ellisini heyecan, yüzde otuzunu da pazarlama teknikleri oluşturur. Yani öğretmenliği bir araç olarak kabul edersek bu aracın motoru heyecan, tekerlekleri de pazarlamadır.

Yüzde yirmisi de bilgi, plan, program, sevgi, iletişimdir.” Bu değerlendirmelerden anlıyoruz ki “öğretme heyecanı” duyan biri diğer eksikliklerini, kusurlarını rahatlıkla kapatabilir. Dolayısıyla Alkış’a göre öğretmen sadece ders sırasındaki performansı ile ele alınmamalı hayatın her aşamasındaki olumlu, güzel tavır ve tutumlarına göre değerlendirilmelidir. “Öğretmenlik Sanatı”nda da öğretmen bu yönleriyle “sınıf dışında, okulda ve sınıfta” olmak üzere anlatılmıştır. Son bölümde “Öğretmene Mektup” başlığıyla Alkış öğretmenine yazdığı bir mektuba yer vermiştir.

“Sınıf dışında öğretmen” bölümünde yazar Alkış, öğretmeni tanımlama ve açıklama adına şunlara yer vermiştir: Öğretmen kuşatıcıdır, kendini bilir, keşke demez, kendini kalıplar içinde sıkıştırmaz, okur ve yazar, okulunun olduğu kadar yaşadığı çevrenin de öğretmeni olur. “Okulda Öğretmen” bölümünde öğretmen “okulunu tanır, öğrencileriyle iletişimini iyi tutar, işini mahabet ve ibadet duygusuyla yapar, makama heves etmez, sorumluluk duygusu her zaman canlıdır, çoğunluğun kanaatini dikkate alır…” gibi pek çok sanatkârlık özeliğine değinmiştir. “Sınıfta Öğretmen” başlığı altında da seksen sekiz maddede konuyu anlatmış, bölümün sonunda da bunları özetlemiştir.

Buna göre sanatkâr öğretmen: Azarlamaz, aldatmaz, bıktırmaz, kandırmaz, kınamaz, kırmaz, kıyaslamaz, korkutmaz, savsaklamaz, sınamaz, somurtmaz, suçlamaz, şımartmaz, şikâyet etmez, usandırmaz, ümit kırmaz, yargılamaz, yaftalamaz, anlar, anlamaya çalışır, anlayışlıdır, az konuşur, çevrecidir, cesaretlendirir, ciddiye alır, değer verir, dinler, hediye verir, hürmet eder, ikram eder, ibra eder, katlanır, kabullenir, kutlar, müjdeler, mükâfatlandırır, metot öğretir, ödüllendirir, örnek olur, över, paylaşır, rol model olur, sabreder, samimidir, sever, teşekkür eder, takdir eder, taltif eder, tebessüm eder, teşvik eder, ümitlendirir, yardımlaşır, ziyaretleşir.”

Takdiminin Millî Eğitim Bakanlığı danışmanı Erol Erdoğan tarafından yapıldığı eğitimci-yazar, Yıldırım Alkış’ın “Öğretmenlik Sanatı” adlı eserinin; eğitimin paydaşı durumundaki okuyuculara farklı bakış açıları kazandıracağı, eğitimin sorunlarını çözme veya kalitesini artırma anlamında düşünce zenginliği oluşturacağı, dolayısıyla eğitim çalışmalarına katkı sunacağı kanaatindeyim.

[1] Cevheri, İsmail b. Hammad; 1987.  “Sıhah” thk, Ahmed Abdülgaffar Attar, Daru’l-İlmi lil-Melayin, Beyrut,  s.909.

[2] Ragıb el-İsfehani; 2010.  Müfredatu Elfazi’l-Kur’an, s.38.

[3] Ragıb el-İsfehani, a.g.e, s.38.

[4] Kara, Osman, 2002; “Kur’an’da İnsan Tipleri”, Sakarya Üniversitesi Açık Arşiv, s.V.

[5] Tin Suresi 4. ayet meali

[6] A’râf Suresi 176. ayet meali.

 

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar