Kültür Sanat
Yitiksöz 14 (Aralık 2022 – Ocak 2023) Üzerine Sanat, Edebiyat ve Düşünce Dergisi
EKLENDİ
-:
Yazar:
Murat ErdoğanYitiksöz, on dördüncü sayısıyla okuruna “Merhaba!” dedi.
Yitiksöz’ün Genel Yayın Yönetmeni Sayın Duran Boz, “Kışa Hazırlık Sözleri”nde okura şöyle sesleniyor:
“On dördüncü sayımızla tüm dostlara yeniden merhaba. Bizler için her yeni sayı, hayatı heyecanla selamlayan yeni sözler demek. Teveccüh edip ürün gönderen tüm yol arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Sayfa sayısının sınırlılığı nedeniyle sonraki sayılarda ürünlerini yayımlamak durumunda kaldığımız dostların anlayış göstereceğini umuyoruz.
Bir önceki sayımızda, edebiyat ve düşünce dünyamızın öncülerinden bahisle, eylül ayının hüzün ayı olduğundan söz etmiştik. Maalesef hüznümüz bu ay da devam ediyor. Edebiyat işçisi, güzel insan N. Ahmet Özalp dostumuzu kaybetmenin derin hüznünü yaşıyoruz. Dostumuza Allah’tan rahmet diliyoruz. Bu sayımızda, N. Ahmet Özalp için dostlarının tanıklığından oluşan bir bölüm hazırladık.
Yıllardır sanat-edebiyat dünyamızın kayıt defterini tutan usta eleştirmen Doğan Hızlan bu sayımızın diğer konuğu. Yapılan söyleşinin ilgiyle okunacağını düşünüyoruz.”
Yitiksöz’e şiirleriyle bu sayıda Mehmet Aycı, Âdem Turan, Ali Sali, Cengizhan Konuş, Hüseyin Burak Us, Ekrem Elmas, Selim Erdoğan, Sıddıka Zeynep Bozkuş, Cahit Küçük, Ahmet Tepe, Hacı Ahmet Sevgili, Mehmet Özer, Mehmet Akif Şahin, Nurcihan Kızmaz, Agâh Sayra, Metin Kaplan, İbrahim Halil Kaya, Yasin Gedik, Bestami Açıkgöz ve Süleyman Karaca katkıda bulunuyor. Nurcihan Kızmaz “Yazın Sonu Şiir” adlı şiirinde okuru şiirle hem dem olmaya çağırıyor:
Yazın Sonu Şiir
eylül dediğin şiir kokmalı
şöyle her telden.
her dilden, birer kuble
tadımlık.
selamlamalı Orhan Veli’yi;
gözyaşlarına dokunmalıyız ellerimizle.
kifayetsiz kalmadan kelimeleri,
bu güzel havalar mahvetmeden.
selam olsun Cemal Süreya’ya;
verdiği zamansız molaların
sahte gülüşlerin ortasından
çekip almalı onu,
sesine yankı vermeyen
uçurum kenarlarından.
elinden tutmalı
Atilla İlhan’ın,
yağmur yağmadan
yıldızlar düşmeden
en acıklısı
şiire veda etmeden
yakalamalı.
öyle ya
şiir kokmalı
eylül dediğin
Bu sayının öykücüleri; Emel Karagedik, Gülçin Yağmur Akbulut, Süheyla Karaca Hanönü ve Tuğçe Öcal. Gülçin Yağmur Akbulut “Kar Tanesi” adlı öyküsünde bizleri uzun kış gecelerinin insanı yoran gecelerine davet ediyor:
“Kadının ördüğü hırkanın her ilmiği, darağacında asılı yağlı bir urgan.
Kış kapıda bekliyordu. Sevginin kalın iplikleriyle örülü kestane renkli bir hırka örmeliydi torununa. Oldum olası severdi kestane rengini Ayda. On çile ip, dört numara örgü şişi. Ah! Bir de kendini terk etmeyen şu diz ağrıları olmasa. Tuhafiyeciye gidip gelene kadar iflahı kesilmişti Emine ninenin.
Arka odadan sesi geliyordu Asya’nın. Titrek soluğuyla kalbinden kalbine akıyordu sözleri. “Kızıma iyi bak. Yalnızlık gömleğinin sırtına konmasına, elem şalının omuzlarına dokunmasına izin verme. Ak saçlı anam emanetimin üzerine sağanak yağmurların yağmasına müsaade etme.”
Emine ninenin göğsünde devinen sancılı bir ağrı. İçine yerleşip, çıkmak bilmeyen kış mevsimi. Kirpik uçlarından havalanan kırlangıç kuşları. Aklının zulasında tekerrürden ibaret ağır bir cümle. “Çalar saat bana kurmalıydı ölüm vaktini.” Kızının döneceğini bilse tek kontörlük ömrünü bahşiş bırakırdı Azrail’e.
Uzun bir hastane koridoru. Koridorun başında asılı sus işaretli hemşire tablosu. Kefene sarılı bir evlat vermişti kucağına hasta bakıcı. Bir de evladından kalan evlat yarısı. Söyle şimdi ey sağlıkçı hangi reçete susturabilirdi ki Emine ananın kılıçtan geçirilmiş feryadını.”
Deneme, eleştiri, anı ve değerlendirme yazılarıyla katkı sağlayan isimler şunlar: İsmail Karakurt, Mehmet Emin Uludağ, Selvigül Kandoğmuş Şahin, Erol Çetin, Mehmet Kahraman, Fatih Ertugay, Metin Çalı, Melek Gülcü, Salih Erayabakan, Ebru Özdemir ve Hüseyin Cömert İsmail Karakurt, “Günlerin Köpüğü/Binbir Yaz Günlükleri’nden” adlı yazısında günlerini şöyle anlatıyor:
“Kanak Çayı, 14 Temmuz 2022 Yozgat
Gözünü sevdiğim memleket, ata toprağı… Ne çok özlemişim. Sanki kanatlarım varmış gibi sevinçten uçuyorum. Buğday tarlaları uçuyor. Uygarlığı başlatan nimettir buğday. Sonrası incir, zeytin ve üzüm. Bir de su. Susuz olmaz. Kanak Çayı, çocukluğumun suyu, çocukluğumun mucizelerinden başka bir şey değildir.
Kuş fiği çiçeği su kıyısında ne de güzel hüküm sürüyor! Gün ışığıyla doluydular, benim için bir tür bahşiş! Sanırım bizim çevredeki en eski kır çiçeklerinden. Bildim bileli, ben diyeyim elli iki siz deyin elli bir yıldır, bahçemizin kıyısında kendisine yer bulmuş çocukluğumun can eriği, cânım erik ağacı kurumuş. Bizim köylü olup da bu erikten yemeyen var mıdır? Şimdi ne ev var ne de bahçe. Ne acı ki, burada, şimdi her şey poyraza bakıyor, yerinde yeller esiyor. Gerçi ben bu acıyı yazarak kendimi teselli edemeyeceğimi çoktan anladım. Ama yine de yazmadan duramıyorum. Belki de kelimelerin gizledikleri benim ne dediğimi yazmam içindir.
Kitap okumak, 23 Temmuz 2022 Yozgat
Güz düşmeden otlar, ağaçlar ve çiçeklerle hâlleştim. Memlekette yaşamak istediğim rüyalarımdan birini gerçekleştirdim. Söğütlerin hem karanlığında hem ışığında iyi anlardan onarıcı bir hatıra. Kaldı iki. Çocukluğumun geçtiği Kanak Çayının kıyısında söğütlerin altında eskiden olduğu gibi yine kitap okumak istiyordum Cengiz Aytmatov’un yeni kitabı, çocukluk hatıralarını okuyorum. Bu bir. Aslında her okuyucu kendini kitabını okurmuş. Uzun sürmüş elvedalar,
26 Temmuz 2022 Yozgat
Çocukluğumun geçtiği topraklarda yıllardan sonra yeniden gezindikçe bir kez daha anladım ki uzun sürmüş elvedalar biraz ölmek demektir. “Susan Sontag, “Bir insan öldüğünde bir kütüphane kaybederiz” der. Okuduğu kitapları, izlediği filmleri, söylediği şarkıları-türküleri, ılgın bir manzarada donup kalmış kederini, öğrendiği dilleri, bildiği her şeyi ve henüz söyleyemediklerini yanında götürür çünkü giden kişi. Bir insanı kaybederken aslında çok şey kaybederiz. Onun görme biçimini, onun ifade ettiği her şeye verdiği biçimi kaybederiz. Yalnız o söylediğinde, yalnız onun sesiyle güzelleşen şeylerin güzelliğini, anlamını kaybederiz.”” (Ayfer Feriha Nujen)
Kızböceği, 30 Temmuz 2022
Hayat tarzımız ve bunun getirdiği alışkanlıklar bireysel konforumuzdan başka bir şey değildir. Bu düşünceyle seyrettim güzelim küçük kızböceğini, Kanak Çayının yanındaki ağaçların, otların yapraklarında dinleniyor.”
Yitiksöz dergisi 14. sayısında Merhum Ahmet Özalp ve Vesiletü’n-Necat şairi Süleyman Çelebi (Rabbim Ahmet Özalp’e hem de Süleyman Çelebi’ye gani gani rahmet eylesin.) dosyaları hazırlamış. Mürsel Sönmez “Ahmet Özalp” adlı yazısında duygu ve düşüncelerini şöyle paylaşıyor:
“Anadolu insanının ruh köklerindeki bereketin tezahürleri her zaman ve zeminde var olagelmiştir. Cephede yiğidi, mektepte bilgini, dergâhta dervişi, işlikte işçisi, kalem başında kelâm nöbetçisi -zaman zaman azalsa da- hiç eksik olmamıştır. Yediveren gülü gibi açadurur her mevsim insan çiçekleri. N. Ahmet Özalp de bunlardan birisidir. Kelâmın haysiyetini koruyarak, düşüncenin gergefini işleyerek, inanç; tarih ve kültürümüzün kadim köklerine yaslı eserler ortaya koyarak, Anadolu’nun bağrına “yerli düşünce”yi hakkâk inceliğiyle işleyen bir ömür geçirmiştir. Bir yandan eserler ortaya koyarken, diğer yandan da “Usta”sı gibi bir “tavır”la, bir yazarın nasıl bir kişilik ve üslup sahibi olması gerektiğini zârifane göstermiştir. Hem zârifâne, hem ârifâne, hem de mahviyetkârâne…
N. Ahmet Özalp’e dair rahmet dilemenin dışında ne söyleyebilirim? Benim ve Kadir Yetkin’in iki ayrı cepheden alevlenen coşkun ve taşkın hâllerimizi sükûnetle frenlemesini mi, her rüzgârla havalanan gündem karşısındaki metanetini mi, cümle kurarken devlet kurar gibi gösterdiği özeni mi, bulunduğu ortamlardaki farklı kişiliklerin sivriliklerini yine o sükûnetiyle yumuşatmasını mı, için için akan, görünüş ve gösterişten sakınan ve bunu da doğallıkla yaparak örten tokluğunu mu, neyi anlatsam? Zor ve dar zamanlarda aynı gazetede -ki o gazete çıktığı zamanın mel’ûnu idi- yazmış olmamızın mutluluğunu mu, hepsinde öte ve önce aynı “Usta”nın göğüslerinden süt emme bahtiyarlığımı mı yazsam? Cuma günleri Üsküdar Harem arası sahil sohbetlerimizi mi, Küçüksu Kasrı’nın karşısında bir zamanlar var olan ve sonraları yık/tır/ılmış olan bir camiyi eski gravürlerden çıkartarak keşif için söz konusu mahalle gidişimizi mi, yerinde yeller esen caminin acısını birlikte duyumsayış ve yaşayışımızı mı, yine o “boşaltılmış” arsada genç bir kızın Kur’an okuduğunu görüp üzerinde hiç konuşmadan ama tam bir mutabakatla, bunu bir umut işareti olarak gördüğümüzü mü dillendirmeliyim?”
Mehmet Emin Uludağ Doğan Hızlan’la yaptığı “Hayat, Edebiyat ve Sanat Üzerine” başlıklı röportajda sorduğu soruya aldığı cevaba yer veriyor:
– Talih, tüm akrabalarından daha fazla yaşayan Priamus’un yüzüne gülmüştür der Bacon. 85 yıla sığan bir ömrü yaşayan zatınız kendisini talihli mi görür, yoksa uzun yaşamanın aynı zamanda çok fazla trajediye de tanıklık etmek olduğunu düşünerek farklı mı bakar hayata?
– Yaşamak her zaman insanı tetikleyen bir unsur. Elbette unutulmaz kırgınlıklar yaşıyorsunuz. Guy des Cars, bir kitabında randevu evi işleten kadın hizmetçisine hayatını anlatır, hizmetçi der ki ah hanımım hayatınızda mutsuzluk var. Evet der kadın mutlu olanların anlatacak bir şeyleri yoktur. Trajedileri unutmuyorum. Arkadaşlarımın siyasal tercih yüzünden başlarına gelenler. Yurt dışına gidenler.
Aramızdan ayrılanlar, bir zaman parlak çıkışı olanlar sonra unutulanlar. Edebiyat tarihi ile müzik tarihinin unutulanlarına çok üzülürüm, kalıcı olanların sırlarını keşfetmeye çalışırım. Sevdiğim bir dizi vardır. Hab-ı gaflette geçen ömrümü rüya gördüm. Ailem benimle çok ilgilendiği için o açıdan kendimi şanslı görüyorum. Ayrıca bir kuşağın mensubuyum. 1950 Kuşağı’nın tek eleştirmeni olarak iyi olaylar yaşadım onlar da bana sahip çıktı. 10 hikâyecinin 10.yıl baskılarında ortak yazım çıktı. Ailem bana iyimser olmayı öğretti. Her gecenin bir gündüzü olduğunu. Ben de başıma gelenlere direndim. Birkaç sözü kendime şiar edindim. Bir filozofun dediği gibi dehanın yüzde doksan dokuzu yaşama sevincidir. İşten ayrılmalarda üzüntülü günlerimde Rüzgâr Gibi Geçti’nin son sahnesini anımsarım.
Her türlü acı gelir ama Viveen Leigh yarın düşüneceğim der. Elbette bütün acılar ertelenebilir gibi bir anlam çıkmasın ama belli yaşlara gelmenin insana hoş gelen yanı da vardır, dostlarınız sizi destekliyor. Sizi takdir ediyor. Hayat üzerine çok düşündüm. Yunus’un yüce örneklerini, Shakespeare’in çok yardımını gördüm.
İnsanlara tatlı dille müracaat ettim. Bu cihân Cehennemini sekiz uçmağ ide bu sözü çok severim. Hayat üzerine ne kadar düşünürüz, bugünü mü yarını mı, toptan geleceği mi geçmişi mi? Shakespeare’in sözünü çok severim hayat nedir bir çılgının sound and furysi aslında da signifyin nothing diyor ben bunu imliyor diye çeviriyorum. Mutluluk mutsuzluk da bir ömür bitmeden belli olmuyor, Kral Lear’in durumunu hatırlıyorum. Şiir, edebiyat benim hayatımın hem amacı hem yardımcısı. Sözgelimi çocukluğumda dinlediğim bir parça hâlâ kulaklarımda ailemin şarkılarını hâlâ severim. Aslında hüzün ve neşe her zaman bende birbirini takip eder. Ruh geçişlerim çoktur. Sıkıntıya, kasvete daima bir çare bulurum bulamazsam da tahammül ederim.
Mehmet Kahraman da öykücü Ali Necip Erdoğan’la röportaj yapmış. Bakalım ne sormuş ve ne cevap almış:
– Son olarak şunu sorayım. Öyküler felsefi temel üzerine inşa edilmiş. Felsefi öyküler dersek yanlış tanımlamış olmayız değil mi? Genelde de insanın ontolojik sorunlarına dokunuyor öyküler. Yazarken veya yazmadan önce anlam, varlık ve kurgunun inşası nasıl oluşuyor sizde? Kendi yazın inşanızı nasıl görüyorsunuz?
– Öykülere felsefi öyküler diyebilir miyiz çok bilmiyorum. Ama felsefeden çok istifade ettiğimi söyleyebilirim. Felsefeyi seviyorum. Aslında şöyle söylemem gerekir: Teolojiyi, hukuku ve felsefeyi seviyorum. Bunları sevme nedenim edebiyatı seviyor oluşum. Çünkü edebiyat bu üçünün toplamından oluşuyor. Daha da ileri gidip önce hikâye vardı, sonra diğerleri var oldu. Çünkü Bakara suresi 30.ayette “Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu.” denilmektedir. Buradan, henüz insan yaratılmadan hikâyesinin yaratıldığını anlıyorum. Ayetin kendisi de zaten bir hikâye ortaya koyuyor gibi. Allah ile melekler arasında geçen diyaloğun hikâyesi.
İnsanın kendisiyle, diğeriyle ve yaratıcısıyla olan ilişkisi doğduğu anda teoloji, hukuk ve felsefe zaten doğmuş oluyor. Felsefe denildiğinde sadece sorgulama yapmayı anlamamak lazım. Felsefe aynı zamanda, fiile zemin olan düşünsel arka planı ifade eder. Belki başlangıçta felsefe ile metafizik aynı şeydi. Hatta teoloji ve hukuk da bunlara dâhildi. Her ne olursa olsun öncesinde hikâye var diye düşünüyorum.”
Yitiksöz 14’ün linki aşağıda:
https://kahramanmaras.bel.tr/e-dergi/yitiksoz-14-sayi
Yitiksöz 14, okurlarını bekliyor. Her gün daha bir ivme kazanan bir edebiyat dergisi Yitiksöz. Yitiksöz ilk günden bu yana kendine yeni yollar açmanın peşinde. Çağın ve çağ ötesi insanının kıstırılmışlıklarıyla mücadele eden bir dergi. Sıradanı değil olağanı ve olağanüstüyü anlatan bir dergi. Daha nice sayılarda buluşmak dileğiyle Allah’a emanet olunuz.
Beğenebileceğiniz Gönderiler
Çok Okunanlar
- Kavram-
Bize “Baby Boomer/Bebek Patlaması” Kuşağı Diyorlar
- Kültür Sanat-
“Hatiboğlu Ailesi” Ulusal Sempozyumu Burdur’da Düzenlenecek
- Kavram-
Bedevilikten Kurtuluş
- Gezi Yazısı-
Şehriyar, Ah…
- Edebiyat-
Sıla Ölür Gurbet Kalır
- Kavram-
Millî Tarih Bilinci Üzerine
- Düşünce-
Dünya: Yerel ve Küresel Oyun Sahası
- Edebiyat-
Susmak İnce İşçilik İster