Düşünce
Yitiksöz 17 (Haziran-Temmuz 2023) Üzerine
Sanat, Edebiyat ve Düşünce Dergisi
EKLENDİ
-:
Yazar:
Murat Erdoğan
Yitiksöz, on yedinci sayısıyla okurunu selamlıyor.
Yitiksöz’ün Genel Yayın Yönetmeni Sayın Duran Boz, “Yaşadığımız Büyük Felaketin Ardından” başlıklı editör yazısında yaşanılan felaketler sonrasında derlenip toparlanarak gönüllerde umut kitabını cenlı tutmanın hazzını okurla şöyle paylaşıyor:
“Yeni sözler için merhaba,
Silkinip ayağa kalkarken sözlerin sözlere eklenerek bir umut kitabına dönüştüğü günlere şahit olduk. Gönüller gönüllere ulanarak âdeta bir sonsuzluk anıtı inşa ettiler. El ele veren yüzbinler kırık sazın kalbini ve telini tamir ettiler, tamir etmeye de devam ediyorlar. Zira kadim Şiir Şehrinin şarkısı mahzun bir şekilde son bulmamalıydı. Bir şehrin önce kelimelerle kurulacağını bilenler şarkıya devam dediler. Yitiksöz’ün öyküsü biraz da bu umut kitabının ve sonsuzluk anıtının öyküsü olacak artık. Yıllar/yüzyıllar sonra Yitiksöz’ün sayfalarını karıştıran bu toprakların çocukları, umut kitabından ve sonsuzluk anıtından paylarına düşen mirası alacaklar. Yitiksöz bundan böyle sadece bir sanat edebiyat dergisi değil, bir şehri bütün anılarıyla yeniden onaracak olan bir rüyanın da adı.”
Bu sayıda Yitiksöz’e şiirleriyle Cahit Koytak, Mustafa Gök, Mehmet Aycı, Suavi Kemal Yazgıç, Sıddıka Zeynep Bozkuş, Şakir Kurtulmuş, Cahit Küçük, Yunus Emre Altuntaş, Âdem Turan, Yasin Mortaş, Ahmet Tepe, Hacı Ahmet Sevgili, Songül Özel, Akif Dut, İbrahim Halil Kaya, Agâh Sayra, İlhami Atmaca, Ekrem Elmas, Sinem Bozhöyük ve Hüseyin Burak Us katkıda bulunuyor. Hüseyin Burak Us “Yeryüzü Görümlüğü” adlı şiiriyle ölüme yaklaşmanın yollarını arıyor:
Yeryüzü Görümlüğü
Yemene gitmek gibi bir şeydi
Kimi dönmedi kimiyse gül şefteli
Konuşup duruyorduk hâlbuki Şehirlerin günahkâr eğriliğini
Sokaklar da kul hakkına dâhil
En azından çıkıyor değil mi
Haydi mola verelim anılarımıza
Çay dokunmaz insana yokuşlar kadar
Besmele çekelim ya da boy fotoğrafı
Bakalım kim daha güzel ağlar
Ev sahibidir ölüm şehirlerde
Çaldırır kapatır adamı yaşamak
Herkes dalgalıdır deniz görmese de
Böyle bir şey demek ki ölüme yakışmak
Hazırlanın mola bitti
Yaşayacak yer kalmadı resimlerde bile
Gidiyorum değiştirmeye bu ölümleri
Ağıtlarıma dar geliyor diye
Bu sayının öykücüleri; Gülçin Yağmur Akbulut, Süheyla Karaca Hanönü, Yavuz Ahmet, Mehmet Sümer, Zübeyde Andıç ve Hatice İbiş. Mehmet Sümer “Kıyamet Gibi Bir Gündü” adlı öyküsünde bizleri depremin acı gerçeğiyle baş başa bırakıyor:
“Saate baktık: Saat dört çeyreği biraz geçiyordu. Yani henüz geceydi aslında. Ama bütün şehir uyanmıştı. Şehirler ışıklarla uyanırlar ama bu sefer böyle değildi. Işıklar kesilmiş, kopkoyu bir karanlık vardı. Bütün arabaların hareketlenmesi, herkesin ne olduğunu anlamak için birbiriyle konuşmaya çalışması, sesler, gürültüler… Açık ki bu deprem sur-ı İsrafil gibi uyuyan herkesi dehşetle yatağından kaldırmıştı. Hepimiz telefonlarımıza sarıldık. Çıkarken o telaş içerisinde telefonlarımızı unutmayalım diye birbirimize hatırlatmıştık. Yazık ki benim külüstür telefonum kapanmıştı. Eşimin telefonundan en yakınlarımızı aramaya çalıştık ama kimseye ulaşılamıyordu. Mesaj atmayı denedik. Şükür ki mesaj gönderilebiliyordu. Şimdi gecenin bir vakti, falanca şehirde uyuyan yakınların telefonuna düşen “biz iyiyiz” mesajlarının bir anlamı yoktu belki, ama sabahleyin haberlerden bu korkunç kıyameti öğrendiklerinde anlamını bulacaktı.
Dışarıda yağmur durmadan yağıyor, çocuklar üşüyordu. Arabanın radyosunu açtım. Haberlerde bir deprem olduğundan bahsediliyordu ama henüz haberler de işin boyutlarını vermekten uzaktı, biz de tam idrak etmiş değildik. Sonra konuştuklarımız, görüştüklerimiz ve gördüklerimiz bize felaketin boyutlarını gösterecekti. Adıyaman evvelki gece bir şehir olarak uyumuş sabahleyin bir harabe olarak uyanmıştı. Göçüklerin altında insanlar, günlerce yardım çığlıklarıyla inlediler. Kimileri de yıkıntıların başında, yağmur ve soğuk altında, hiçbir şey yapamadan çaresizce en sevdiklerinin ölümlerini izlediler. Ölmek, elbette acı bir olay. Ama iniltiyle yardım dilenerek ölmek tarifi yapılamaz bir acı. Ölenler için değil yalnız, geride kalanlar için de. Hele onlar için daha da katlanılmaz bir yürek yangını. Çünkü o iniltiler, o çığlıklar yaşayanları ömürlerinin sonuna kadar azap içinde bırakacak. Ölümün bu kadar acı olabileceğini ve acının bu kadar meydana dökülebileceğini hayatımda düşünmedim. Kıyamet gibi bir gündü ve o gün ruhumuza büyük bir darbe indi. Şimdi hâlâ o darbenin karanlığından çıkmaya çalışıyor, önceki akşamda bıraktığımız ruhumuzu arıyoruz. Sanki asırlar önceydi.”
Deneme, eleştiri, anı ve değerlendirme yazılarıyla katkı sağlayan isimler şunlar: Hilmi Uçan, Ali Galip Yener, Mahmut Gider, Erol Çetin, Metin Kaplan, Ramazan Avcı, Yılmaz Irmak, Musa Kazım Arıcan, Hacer Yeğin, Hasan Taşçı, Mustafa Orçan, Fatih Ertugay, Recep Ayık, Ethem Erdoğan, Esra Kâhya ve Zübeyde Andıç… Erol Çetin “Yaralı Bir Yürek: Alâeddin Özdenören” adlı yazısında 26 Haziran 2003’te Hakk’a kavuşan Alâeddin Özdenören’in şair kimliğine bir kapı aralıyor:
“Yaralı Bir Yürek: Alâeddin Özdenören
Alâeddin Özdenören ömrünü şiire adamıştır. Gördüğü her manzara, her olay onun için bir şiirdir. Düşünme şeklini mısralar şekillendirir. (Altuntaş, 2021: 305) Zira şiirin sevdası çocuk yaşta gönlüne düşer. Aşağıda yer alan cümlelerinde de vurguladığı üzere o şiiri diler: “Gözlerim yıldız yağmurlarının arasında dolaşır. Derlerdi ki o bizim çok büyük küçüklerimiz, kayan bir yıldız gördüğümüz anda içinizden dilek tutun, dileğiniz yerine gelir. Biz çocuklar kayan bir yıldız görebilmek için yatağımızda sırt üstü beklerdik. Bir yıldız kayardı, arkasından bir daha ve bir daha. Bir yıldız kaydı, şiirim bana el sallıyor. Çünkü ben şiirimi tutmuştum.
Şiirin çılgınlığıyla işte o vakit tanıştım.” (Özdenören, 2018a: 8) Şiirin insanın varlık yapısından kaynaklandığına inanan şaire göre şiirsiz bir dünyada insanların yaşaması mümkün değildir. (Özdenören, 2017a: 167) Bu yüzden Alâeddin Özdenören, hayatı boyunca şiire sımsıkı tutunur ve onu asla bırakmaz. Onun şiiri yüreğinden doğar ve sanatçı idrakiyle mayalanır. (Bayar, 2021:351) Bu bağlamda şairin şiirindeki imgeler inci taneleri gibidir ve en derinden vurgun yenilerek çıkarılmıştır. (Erdoğan, 2021: 297) Diğer bir ifadeyle onun şiiri, derinlikli bir içsel yolculuğun işaret taşlarıyla örülüdür. Bu yalın, yalnız, kavgalı, hüzünlü ve gözü pek bir yolculuktur. (Başaran, 2021: 417)
Şiir, Alâeddin Özdenören’in kalbinde yaşayan gizemli bir varlıktır. (Özdenören, 2017a: 68) Şair ise kelimelerin kalbini dinleyebilen insandır. (Özdenören, 2017a: 161) Şiirlerinin birer ölümsüzlük eki olmasını isteyen (Özdenören, 2017a: 67) sanatçı; yalnızlık, ölüm ve hüzün/melâl şairidir. (Yalsızuçanlar, 2021: 267) Bu noktada bir bütün olarak bakıldığında, hüzün tonunun şiirlerinin hepsine sirayet ettiği görülür. Diğer bir ifadeyle yıkık ve kırık bir kalbin çığlığını, sızlanışını, acısını, isyanını neredeyse her bir şiirinde gözlemlemek mümkündür. O yüzden şiirleri, tümüyle bir hüzün çığlığı halinde yükselir. (Özdenören, 2021: 13)
Şiir, Alaeddin Özdenören’in hayatının her ânına sinmiştir. Onun şiirlerine ve nesirlerine bakıldığında şairlik yönünün yazarlığını, yazarlık yönünün de şairliğini doyasıya beslediği görülür. Bu bağlamda onun şiirlerindeki yoğunluk, imgelem, lirizm, hüzün, yalnızlık, his, hayal ve sezgiler nesir diline de farklı kavram ve katmanlarla yansır. (Gülali, 2021: 540) Kısaca ifade etmek gerekirse Özdenören, sadece bir şair değil aynı zamanda felsefî derinlik ve çözümleyici bakış açısına sahip olan seçkin ve kıymetli bir mütefekkirdir. (Başaran, 2021: 417)”
Yitiksöz dergisi 17. sayısında Mehmet Kahraman dosyası hazırlamış. Dilara Yurtsever, Mehmet Kahraman’la “Öykü, Anlatmak ve Yazmak Deneyimi Üzerine” konuşmuş. Fatma Nur Uysal Pınar ve Ali Necip Erdoğan öykücü yazar Mehmet Kahraman’ın çalışmalarını değerlendirmiş Fatma Nur Uysal Pınar “Kurmacanın Doğası ile Yazarlığın Sırlı Perdesini Aralama” adlı yazısında yazarın Kurmacanın Doğası adlı kitabını şöyle değerlendiriyor:
“İnsan, ancak anlatmakla sağaltır kendini. Sevincini, kederini, olmuşu, olmamışı… Anlatılar, özün dışa yansıyan kısmıdır. Anlatmak ve yazmak neden ihtiyaçtır? İnsan iç dünyasının perdelerini neden bir başkasına aralar? Yazmanın sırrı ve sınırı nedir? Kurmaca, insan doğasıyla neden bu kadar örtüşür gibi pek çok sorunun cevabını Kurmacanın Doğası kitabında bulmak mümkündür.
Mehmet Kahraman’ın Loras Yayınları’ndan çıkan kitabı Kurmacanın Doğası, “Yaratıcılığın Doğası”, “Kurmacanın Doğası” ve “Ekler” olmak üzere üç bölümden oluşur. Her bölüm kendi içinde dikkat çeken konularla tasnif edilmiştir. Kitap, kurmacanın ne olduğu, nasıl olması gerektiği konusunda okur için önemli bir kaynak niteliği taşır. Yaratıcılığın tanımı ve yaratım sürecinde karşılaşılabilecek problemleri anlatan Mehmet Kahraman, son cümlesinde “Yeteneğiniz, sabrınız, istikrarınız ve hisleriniz kadar yazabilirsiniz.” Diyerek eserini noktalar. Hepsi birbirinden kıymetli bu dört özellik güzel ve kaliteli bir metnin ortaya çıkmasına sebep olur. Çünkü yazmak için sadece hisleriniz olsa fakat sabrınız olmasa üç beş metinden sonra istikrar gösterip yeteneğinizi ortaya çıkaramazsınız, tezini savunur Kahraman.”
Bu sayıda Dilaara Yurtsever, Mehmet Kahraman’la yaptığı söyleşide yazarla öykü, anlatmak ve yazmak deneyimi üzerine konuşmuş: Söyleşiden bir bölümü paylaşalım:
– Öyküde dil, içerik ve biçim gibi öncüller bulunuyor. Bunların sizin için bir önem sırası var mı?
– Öykü bir bütün olduğu için sıralama veya ayrım yapamayız. İçeriği iyi olup dili çalışılmamış bir metnin anlamı olmayacağı gibi biçimsel özellikleri güzel olup içeriği hakkında yeterince düşünülmemiş bir metin de karşılık görmeyecektir. Dil, biçim ve içeriğin birbiriyle uyum içerisinde olmasını isteriz. Güzelliği ancak böyle oluşturabiliriz çünkü. Edebiyat her şeyden önce bir dil zevki gerektirir. Görünürde elimizdeki malzeme dildir. Bunu kurgu teknikleriyle birlikte estetik beğeniye sunarız. Nasıl anlattığımız buna bağlıdır. Edebiyat zaten ne anlattığın değil nasıl anlattığınla alakalıdır. İyi bir konu bulsanız dahi onu güzel bir şekilde anlatamamışsanız okur nezdinde hiçbir karşılığı olmayacaktır. İyi bir dil kötü bir konuyu okutturur ama kötü dil iyi konuyu okutturmaz. Bu açıdan dilin çalışılmış olması önemlidir. Ne anlattığımız elbette önemli ama içerik yazardan yazara değişir. Bizi bir metni okutturan husus ise içeriğiyle değil nasıl anlattığıyla alakalıdır. Sonuçta insana dair her şey anlatılabilir. Bazen size hitap ettiğini düşünürsünüz bazen de etmediğini. Ancak bizim, yazar olarak istediğimiz husus estetik beğeniyi yakalayabilmektir. Okurun eline nitelikli, çalışılmış güzel bir eser verebilmektir.
– Burada şunu sormak isterim. Hayata yazarın bakışı diye bir şey var mıdır? Öykücünün dünyaya ve hayata bakışı nasıl olmalıdır?
– Hepimizin hayata bakışı farklıdır. Yaşımız, cinsiyetimiz, mesleklerimiz hayata bakışımızı etkiler. Ama ne kadar etkiler kısmı kişinin hayat deneyimiyle ilgilidir. Yazar da bu dünyanın bir misafiri olduğuna göre onun da kendine göre bir bakış açısı vardır. Onu diğerlerinden farklı kılan ise bakışının metne yansıyacak olmasıdır. Bu yüzden belki biraz daha dikkatli, belki biraz daha hassas bir penceresi vardır yazarın. Veya böyle olmalıdır demek lazım. Yazar iyi bir gözlemcidir. Nereye bakacağını, nasıl bakacağını bilir. Gördüğü, duyduğu, hissettiği her şey eserine yansıyacaktır. Bu, onun beslenme kaynaklarından biridir. Elbette kitaplardan da beslenebilir ama yanında gürül gürül akan bir hayat varken ona seyirci kalamaz. Çünkü hikâye oradadır. Anlatılmaya değer olan şey hayatın içindedir. Şayet yazar hayatın içinde değilse yazdıklarında bu hissedilir. Öykücünün dünyaya bakışı nasıl olmalıdır bilemem, bunun bir kuralı veya sınırlaması olamaz. İnsan sayısınca bakış açısı olabilir. Ama şu bir gerçektir ki öykücü bakmayı bilen insandır.
– Bazı öykü yazarlarının romana yöneldiğini görüyoruz. Bu türler birbirinin devamı niteliğinde mi değerlendirilmeli? Siz ne düşünüyorsunuz? Sizin roman yazmak gibi bir düşünceniz var mı?
– Türler birbirlerinin devamı değillerdir. Her tür kendine özgüdür. Eskiden beri öykünün roman için bir zıplama taşı olduğu düşünülür. Pek çok kişiden, “Artık romana geçmeyecek misin?” cümlesini duydum. Tabii bunlar yazar veya edebiyatçı değiller. Onlara göre esas olan romandır; öykü, alıştırma sahasıdır. Sağ olsun Tomris Uyar, Rasim Özdenören gibi öyküde ısrar etmiş bazı yazarlar, bu konuda bize fazla söz bırakmamışlar. Benim, öykü yazmadan önce birkaç roman denemem olmuştu. Şu an için roman yazmayı düşünmüyorum ama günün birinde yazar mıyım, bilemiyorum. Ben öncelikle öykü yazmayı seviyorum. Öykünün biçimsel özellikleri, kurgusu, dil kullanımı beni daha çok etkiliyor. Öykünün benim fıtratıma daha uygun bir tür olduğunu düşünüyorum. Bununla kendimi bağlamış olmayayım ama şimdilik roman yazma fikri yok aklımda. Öte yandan, roman yazanları da takdir ediyorum elbette. Roman gerçekten sabır isteyen bir uğraş, çünkü yazılması uzun yıllar alıyor. Benim böyle bir sabrım yok. Bununla birlikte kimseye neyi nasıl anlatacağını söyleyemeyiz. Öykü de roman da farklı birer anlatı sanatı. Birbirinin devamı veya alternatifi değiller. Romanla anlatılacak konu vardır öyküyle anlatılacak konu… İkisinin de konusu, anlatısı, işlenişi farklıdır. Öyküyle anlatılamayacak konu romanla anlatılabilir. Yazar neyi nasıl anlatacağını düşünüyorsa ona göre bir tür seçer. Neyi seçiyorsa seçtiği türe göre anlatır. Bu onun bileceği bir iş.
Yitiksöz 17’ye aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
https://www.marastaedebiyat.com/templates/yayinlar/yitiksoz-sayi-17.pdf
Yitiksöz 17, onlarca canını kaybetmiş bir anne duyarlılığıyla okuruyla buluşmuş bir sayı… Şehrin aynası mekânlar ile insanları unutturmamaya çalışarak geçmişten ders almayı amaçlayan dergide insanı derinden etkileyen çalışmalar bulunmaktadır.
Yitiksöz, tüm acılarına rağmen bir köşeden bir köşeye savrulan çağın insanına mesajını iletmeye devam ediyor büyük bir kararlılıkla. Belki de onu, onca olup bitene karşı diri tutan, çağına insanına yönelik bu sorumluluğu olsa gerek.
Kurban Bayramımız mübarek olsun. Hacca giden kardeşlerimize selamlar olsun.
Yeni sayılarda hakikat yolculuğuna devam etmek dileğiyle Allah’a emanet olunuz.
Beğenebileceğiniz Gönderiler
Çok Okunanlar
- Dünyanın Renkleri-
Gül/lük ”Kırgızistan’da TDV ile Kurban Günleri (1)”
- Düşünce-
Haksızlık Karşısında Dilsiz Şeytan Ol(Ma)Mak
- Edebiyat-
Yaz Mevsimi
- Edebiyat-
Evlilikte Mutsuzluğun Nedenleri 2
- Edebiyat-
Gezen Güzel, Oturan Gazel Olurmuş
- Edebiyat-
Benzer İsimli Bilginler -Râzîler-
- Edebiyat-
Yüreği Olan Sözler ve Sözleri Olmayan Yürekler…
- Edebiyat-
Gazze’ye Mektup