Yitiksöz, on dokuzuncu sayısıyla üçüncü yılını tamamlarken okurunun huzurunda.
Genel Yayın Yönetmeni Sayın Duran Boz, “Hoş Seda Bırakmak Hoş Seda Olmak” adlı yazısında insanlık tarihinde hoş seda bırakanlara değinerek gelecekte hoş seda olarak anılmak istemektedir. Buyurun:
“Yitiksöz, on dokuzuncu sayısıyla üçüncü yılını ardında bırakıyor.
Dördüncü yılın ilk sayısı ise “yolda olma” kararlılığı anlamına geliyor.
Başlarken duyduğumuz heyecan yeni imzalarla zenginleşiyor. Dostluklar yolda olmayı ve yol almayı kolaylaştırıyor.
Dergiler derlenme, toparlanma mahalleridir. Dergiler toprağın kokusu, dilin muştusu, tarihin umududur.
Yitiksöz ise bir şehrin varoluşsal sorumluluğu. Bu sorumluluk her sayıda yeni bir omuz buldu kendisine. Yitiksöz duygudan düşünceye yol aldı, yol aldıkça da yol açtı.
Hoş bir seda bıraktı Yitiksöz, hoş seda bırakanları da unutmadı.”
Yitiksöz-19’da şiirleriyle Arif Ay, Yasin Mortaş, Hüseyin Burak Us, Mehmet Aycı, Hacı Ahmet Sevgili, Vural Kaya, Ekrem Elmas, Ali Sali, Mustafa Gök, Âdem Turan, Ayşegül Sözen Dağ, Nurettin Durman, Süleyman Karaca, Yunus Emre Altuntaş, Davut Güner, Gizem Cevher, Sinem Bozhöyük, Doğan Soydan, Mahmud Musab Önder, Oğuzhan Güneş, Hasan Atacak, Mücahit Ocakden ve Cahit Koytak şiir okurunu selamlıyor. Doğan Soydan “Siyah Açsın Bütün Çiçekler” adlı şiiriyle dünya hayatının yıpratıcılığını, insanın birbirine kıyıcılığını vurguluyor:
Siyah Açsın Bütün Çiçekler
Ne desek ne söylesek
Ne yapsak kifayetsiz
Mecalin mi tükendi kâinat
Dilini yuttu bütün sözcükler
Harfler sessiz.
Mavi yok, yeşil yok, sarı, kırmızı, beyaz yok
Ay kara, Güneş kara, Dünya kara
Karardı yer gök, kan ağlıyor enkazda toprak
Neye, nereye baksam renksiz.
Yaprak açma, dal verme bahçemdeki salkım söğüt
Bu yıl yeşil olmasın hiçbir ağaç
Siyah açsın bütün güller, çiçekler
Parklar bahçeler yolsun saçını
Susun kurtlar kuşlar, börtü böcek susun!
Acımız var, yasımız var; ortak.
Yitiksöz-18’in öykücüleri arasında; Gülçin Yağmur Akbulut, Kâmil Yeşil, Hasan Keklikçi, Tuğçe Öcal, Ayşe Şahin, Burcu Batmaz, Emel Karagedik, Sude Yenin, Hatice Kübra Ermeydan, Mihriban Görkem, Özay Erdem, Tuba Yavuz, Vedat Ali Kızıltepe, Zeynep Altunok ve Erol Yıldırım yer alıyor. Ayşe Şahin “Gidişler ve Kalışlar Masalı”nda köy hayatının bir başka veçhesine değiniyor:
Gidişler ve Kalışlar Masalı
Bizim oralarda her şey beklemek üzere kurulur. Önce köy servisinin kalkışını, sonra yolun bitmesini, sonra devlet dairelerinde sıraları, servisin yeniden köye dönüş saatini ve en nihayetinde sabahı. Sabah olur gün yeniden başlar ve herkes kendi ritmine döner. Buralarda yapılan her şey o ahengi bozmamak içindir. Ritim bizim için sanki bir kutsal, bir ayin gibidir. Biz de ne yaparsak hep o ahenge uygun davranmaya, sözden çıkmamaya, çizgiyi aşmamaya çalışırız. Kimse o çizgiyi aşınca ne olur bilmez. O dağların ardında ne olduğunu bilmediğimiz gibi.
Hiç zorlamadık o dağları aşmayı. Bu zamana kadar bize tembihlenen şey hep bir çizgi üzere yaşamaktı çünkü. Ötesini merak edenler olarak yalnız kalacağımızı, buralardan öteleneceğimizi bilirdik. Bunu bilir böyle yaşar ve köyümüzde düzenin bozulmasından Allah’tan korkar gibi korkardık. Köyde herkes biz gibi korkak değildi, çizginin ötesini merak edenler vardı. O dağların ardına bir körpe genç kız gibi gönül vermişti onlar.
Yapmayın dediler, merak adamı öldürür, düzeni bozmayın dediler, dinletemediler. Bir gece kimselerden habersiz düştüler yola. Bir gören Deli Nazım’dı. Onu da ses etmez diye umursamadılar. Bağırdı arkalarından Deli Nazım. “O dağların ardında bahar var, o dağların ardı değil buralar gibi, koşun daha da koşun” dedi.
Hayret ettiler, yıllar yılı deli diye bildikleri adam meraklarını anlıyor da destek veriyor gibiydi. Geceden sabaha kadar yürüdüler, sonra yeniden sabahtan geceye kadar. Öyle böyle günler devirdiler. Yürüdükçe ılıyordu hava, yürüdükçe çiçekler artıyordu. Deli Nazım’ın söyledikleri doğru mu yoksa dağların ardı güzel miydi dediler, daha bir hevesle yürüdüler.
Onlar yürüyedursun köyde kalanlar hayatlarının değişmesinden bozulan dirliklerinden konuşmaya başladılar. Gidenlerin anaları geceli gündüzlü ağlar babaları kahvehaneye çıkamaz olurdu. Sonra hava açtı köyde. Yıllardır görmedikleri mevsimleri görür oldular. Bahar geldi sandılar. Baharın gelişine sebep onların gidişi sandılar. Anaların ağlaması dindi, babalar yeniden kahvehanede kendilerine çay küçüğe de oralet söyler oldular. Gidenlerin gidişini unuttular. Gidenlerin yolu güzelleştikçe güzelleşti, bahara gerçekten yaklaştık sandılar, güzel evler, güzel kadınlar, güzel meyveler gördüler. Yeşilliklerin içinde derelerden sular içtiler, yıkandılar, yol kenarlarındaki tatlı meyvelerden yediler, bu memleketler ne güzelmiş dediler.
En son yokuşu da inince dağın ardına vardılar. Oradakilerle tanış oldular, iş buldular, yeni bir yaşayışa başladılar. Sonraları başlar gibi olmadı, havalar her zaman bahar gibi kalmadı. Burada da soğumaya başladı hava ve insanlar. Burada da mallarını kaçırır oldular birbirlerinden. Burada da insan insanın muradını istemez oldu.
Şaşırdılar. Sandıkları gibi çıkmadığına şaşırdılar. İçlerinden biri bir gün karşı tepelere bakar oldu. Dedi ki karşıda tepeler var, belki de arkası bahar. Gelin yola düşelim, gide gide güzelini bulalım. O gece eşyalarını topladılar, yollara düştüler. Kalanlar gidenlerin gidişine hayret etti.
İçlerinde belli belirsiz bir korku salındı. Gidenler gittikten ve gidişlerinin şaşkınlığı geçtikten sonra olmayacak bir şeyler oldu köyde.
Soğuyan hava yeniden açmaya, şimdiye kadar yetişmeyen meyveler yetmeye başladı. Köy eski hâlinden de güzelleşmeye başladı. Eskiden görmedikleri kadar bolluk bereket gördüler. Bu berekete sebep olarak da gidenleri gördüler. Karşı tepelere gidenler önceleri düzlüklerden sonra yokuşlardan geçtiler. Giderek uzayan yollardan, giderek zorlaşan yokuşlardan geçtiler. En nihayetinde bir düzlük ve oralarda yaşayan insanlar gördüler. Genişçe bir düzlüğün ortasında bir yeşillik içinde dereler ve sıra sıra evler gördüler. Bu memleketler ne güzelmiş dediler, buraya yerleşmeye niyetlendiler.
Gelip oradakilerle tanış olduktan sonra yerleştiler. Keşke bu zamana kadar böyle yerlerde yaşasaydık dediler. Sonraları başlar gibi olmadı, mevsimler ilk günler gibi kalmadı. Giderek bozulan hava yine onları yerlerinden etmeye yetti. Bu işe akıl erdiremediler. Gittikleri her yerin önce güllük gülistan sonra bir cehennem tasviri oluşu akıllarında şaşkınlık yarattı. Onlar meseleyi gitmek sandı, kalanlar meseleyi kalmak sandı. Çözümün ne olduğunu kimseler bilemedi. En sonunda oradan dağların tepelerinden bir ses duydular. Konuşan Deli Nazım’dı. “Mesele ne gitmekte ne kalmakta. Mesele kabul etmekte” dedi. “Kişi nerede yaşıyorsa bulunduğu yerde çiçek açması mesele. Gitmekler gelmekler insanın içinde hep olur, esas konu asıl yerinde de çiçekler bulmak, asıl yerinde de güzellikler bulmaktır. Yoksa insan hep bir yol hâline mahkûm olur. Gider de gider tutunamaz bir yere. Oysa insan tutunmak üzre vardır. Tutunmak üzre yaratılmıştır.”
Yitiksöz 19’da şu fani hayatta güzel bir seda bırakan Yahya Kemal Beyatlı, Fethi Gemuhluoğlu, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Hüseyin Su ve Bahaeddin Karakoç hakkında kapsayıcı dosyalar bulunuyor. Dosyalara geniş bir yazar kadrosu destek vermiş.
Deneme, eleştiri, anı ve değerlendirme yazılarıyla katkı sağlayan isimler şunlar: Fatih Ertugay, Necdet Subaşı, Âlim Kahraman, Zeynep Sati Yalçın, Yoshida Kenko, Mahmut Gider, Cahit Küçük, Ali Sali, Selim Erdoğan, Metin Kaplan, Hanife Ünver, Tuba Atalay, Erdoğan Muratoğlu, Salman Narlı ve Mehtap Gül… 1283-1352 yılları arasında yaşayan Yoshida Kenko “Aylaklık Denemeleri” adlı yazısında Japon saray hayatından kesitler sunuyor:
Aylaklık Denemeleri
“Giriş
Ne çılgınlık ama bütün gün boyunca can sıkan saatlerde oyalanmak için mürekkebin önüne oturup akıldan geçen rast gele düşünceleri not etmek.
1
Dünyamıza doğmak, öyle görünüyor ki, beraberinde arzu duyulacak şeyleri de getiriyor.
Bir imparator ki mevkiinin yüceliği tartışılmaz; hatta en uzak torunlarının karşısında dahi haşyet duyulur, sadece bir insanın sulbünden neşet etmiştir.
Ayrıca belirtmeye gerek yok, bir kral ve onun altında olup da maiyet sahibi olmasına izin verilen soylular da muhteşemdir. Onların çocukları ve torunları da dünyaya inmiş olmalarına rağmen oldukça etkileyicidir. Daha aşağı derecedekilere gelince, hak etmedikleri iyi pozisyonları işgal etmelerine rağmen kendilerini seçkin kabul ederek hava atarlar, gerçekte sadece zavallıdırlar.
Kimse bir keşişten daha az kıskanılacak pozisyonda olamaz. Shonagon şöyle yazmıştır: İnsanlar keşişlere hissiz tahta parçaları oldukları zannıyla muamele eder ve bu tam anlamıyla doğrudur. Ve aralarında güce sahip olanların bu gücü kullanmalarında etkileyici bir yan yoktur. Kutsal adam Soga, sanırım, şuna dikkat çekmiştir, şöhret ve servet bir keşişin başına bela olur. Bu durum ise Buda’nın öğretisine aykırıdır.
Adanmış münzevide yine de hayran kalınacak çok şey vardır.
Hem görünüş hem de tavır olarak iyi temsil en önemlisidir. Konuşması çekici ve kulağa hoş gelen, konuşmayı fazla abartmayan kişiyle vakit geçirmekten insan bıkmaz. Etkileyici olduğunu düşündüğünüz birinin kendini duyarlılıktan yoksun olarak ifade etmesinden daha kötü bir şey olamaz. Her ne kadar statü ve dış görünüm, insanın doğuştan sahip olduğu şeyler olsa da, içteki
insani öz, her zaman çabayla geliştirilebilir. İyi ve namuslu bir adamın, kültürünü artırma
ve öğrenme isteğiyle, kendisini kolayca aldatabilecek aşağılık ve çirkin tiplerle bir arada olduğunu görmek büyük bir utançtır.
Bir kişi geleneksel edebiyatı öğrenmeli. Çince ve Japonca şiirler yazmalı. Müzik eğitimi almalı. İdeal olarak başkalarına model olacak düzeyde törensel saray gelenekleri ve protokol kurallarına aşina olmalıdır. Düzgün bir hatla yazmalı, ziyafetlerde şarkılar söylendiğinde ritmi iyi tutmalı. Sake sunulduğunda, aşırı istekli görünmemek için önce reddetmeli, ancak yine de içebilmelidir.”
Yitiksöz dergisi 19’da Emine Batar “Hüseyin Su” ile söyleşmiş. Bu söyleşiden bir soru bir cevap huzurunuzda:
-Yazmak sizde hâlâ ilk anlamını, değerini koruyor mu? Hâlâ her yazı sonrası heyecan duyuyor musunuz?
-Yazının anlamını, değerini, yaza yaza buluyoruz, kavrıyoruz. Doğal olarak hem okumaya hem de yazmaya başladığımız yaşlarda okuma ve yazma ritüelleri daha çok duygularımıza hitap eder. Kitapların dünyası daha albenili, daha sorunsuz, imrenilesi, daha huzurlu ve daha mutlu
görünür. Düşünmeyi, yazmayı öğrendiğimizde hiç de böyle olmadığını ve yazmakla yaşamak arasındaki ilişkinin mahiyetini de amacını da anlarız. Dolayısıyla sözünü ettiğiniz ilk anlam giderek büyür, derinleşir. Zaman zaman edebiyatın ve sanatın insanların gözünde, hayatında değer kaybedişi, gücünü yitirişi okuru, daha çok da yazarı karamsarlığa itse de o anlamın asla kaybolmayacağını biliriz. Çünkü insaniyetimizle -fıtratımızla- ilgili bir husustur o anlam. Farklı koşullarda inişler ve çıkışlar olsa da bu hakikati değiştiremez. Sözünü ettiğiniz yazının o ilk heyecanı, daha sonra giderek büyüyen bir sorumluluğa ve huzura bırakır yerini. Her yazar, bu sorumluluk ve huzur duygusunu yazı hayatının her döneminde hiç kaybetmeden hissedebilmeli, değilse yazar yaşı itibariyle yaşlanmış demektir.
Yitiksöz 19’a aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
https://www.marastaedebiyat.com/templates/yayinlar/yitiksoz-sayi-19.pdf
Yitiksöz 19, daha önce de terör örgütü özelliği taşıyan ve buna göre hareket eden İsrail’in katliamlarını ve zorbalıklarını gözü kararmışçasına artırdığı bir dönemde (7 Ekim 2023 sonrasında) yayımlandı. Filistinli ve Gazzeli kardeşlerimizden şehit edilenlere Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize Allah’tan şifa ve iki milyona yakın tüm kardeşlerimize de Allah’tan sabır ve metanet ihsan eylemesini diliyorum. Filistin-Kudüs-Gazze’yi korumak ve gözetlemek, sadece o bölgede yaşayan Müslüman kardeşlerimizin değil hepimizin sorumluluğundadır.
Yitiksöz, on dokuz sayıdır okurlarına hikmetli sözün önemini işaret ediyor. Bu hassasiyettir onu üç yılı aşkın süredir canlı tutan.
Daha nice yıllarda buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz.