Söyleşi
Yönetmen-Senarist Seyid Çolak: Üretmeden Sinemacı Olunmaz
Seyid Çolak, genç ve yaptığı işlerle çok sayıda ödülün sahibi olmuş bir senarist-yönetmen. Sanatın farklı dallarıyla ilgilendikten, bu dallarda üretim yaptıktan sonra sinemada karar kılmış ve arayışını bu alana yoğunlaştırmış Seyid Çolak. Kısa metrajdan uzun metraja geçişini, son filmi Kapan’ı, senaryo üretimini, taşrayı ve sinemaya yüklediği anlamı konuştuk Seyid Çolak’la.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Nil GülsümÖncelikle hayırlı olsun, ilk uzun metrajlı filminiz ‘Kapan’ Kasım ayında gösterime girdi. Gerçi pandemi her süreci etkiledi, sinemalar kapandı…
Çok teşekkür ederim. Ben de filmim vizyona girdiğinde çok heyecanlıydım. İlk filmim, onun mutluluğunu yaşıyordum ki sinemalar kapandı. Bu yüzden vizyonumuzu ertelemek zorunda kaldık.
Tekrar gösterime girecek mi film?
Tekrar gösterimi ile alakalı net bir şey söyleyemiyorum. Vizyon maceramız yarım kaldı ama Ocak ayından sonra da bu sürecinin devam etmesini istiyorum. Bunun için anlaştığımız dağıtımcılarla görüşmelerimiz devam ediyor.
Kendimi sanatla ifade etme derdim vardı
Bir tarafta ‘’Benim Afrikam’ isimli bir fotoğraf sergisi, diğer yandan hikâye, roman, kısa metrajlı film ve uzun metrajlı film… Bu çeşitlilik içinde Seyid Çolak’ın sinemayla kesişen hikâyesini merak ediyorum. Nasıl oldu bu buluşma?
Fotoğraf çekmeyi, hikâye yazmayı ve resim yapmayı çok seviyordum. Aslında saydığım sanat dalları için gerçekten emek vermeniz ve hayatınızı adamanız gerekiyor ki değerli eserler verebilesiniz. Hikâye denemelerim biraz sorunluydu.
Çocukluktan itibaren resim yapmayı hiç bırakmadım. Kıymetli bir sanat dalı benim için. Biraz kabiliyet vardı ancak işlenmesi gerekiyordu. Hatta bir resim sergisi açmıştık ama sonradan resim eğitimine devam edemediğim için resim yapmak geri planda kaldı.
Biriktirdiklerimi, öğrendiklerimi, okuduklarımı, ailemde ve çevremde gördüklerimi ve yaşadıklarımı karşı tarafa sanat yoluyla sunma derdim vardı. Sinema aslında bu hayalim için çok cazipti ama biraz meşakkatli gibi görünüyordu. Sonra bir cesaretle bu işi yapabileceğimi düşündüm. Zaten film izlemeyi çok seviyordum ve aynı zamanda sinemacıları da takip ediyordum. Daha sonra ‘Sadece sevmekle olmuyor.’ diye düşünüp, bu işe gerçekten yönelmek istedim. Aynı zamanda meslek olarak da görüyordum. Bu doğrultuda Beykent Üniversitesi Sinema Televizyon bölümüne kaydoldum. İlk iki sene Radyo-Televizyon Programcılığı okudum, ardından Sinema-Televizyon bölümüne geçiş yaptım. Okuldaki arkadaşlarımla bir ekip kurduk. Ekip kurduktan sonra kısa filmler çekmeye başladık ve bunlar da kendimi geliştirmemi sağladı.
Seyid Çolak – Benim Afrikam Fotoğraf Sergisi
Nasıl bir katkı sağladı ekip çalışması?
Sinemadan anlayan insanlarla birlikte yol almaya başlamıştım. Biri görüntü yönetmenliği, biri sanat yönetmenliği yapıyor, biri de kurguyla ilgileniyordu. Aslında ben o arkadaşlarımın katkısı ile bir film oluşturmaya başlamıştım. Daha öncesinde filmlerin görüntü ve sanat yönetmenliğini, senaristliğini, ışığının ayarını hemen hemen oyunculuk haricinde her şeyini kendim yapmaya çalışıyordum. Bu da aslında büyük bir sıkıntıya neden oluyordu. Neticede her şeyi siz yapamazsınız.
Sinema biraz daha ekip ile yapılabilecek bir sanat dalıdır. Okulda ben bununla yüzleştim ve bu benim için gerçekten iyi bir tecrübe oldu. Bu tecrübe bir sonraki filmlerime de katkı sağladı. İlk filmlerime nazaran baya derli toplu filmler çekmeye başladım. İşte bu şekilde sinema serüveninim de başlamış oldu.
Kendinizi sanatla ifade etme yoluna yönelme saikleriniz nedir, sizi buna iten unsurlar ne oldu?
Bu içten gelen bir şey ama nasıl tarif edilir çok da bilmiyorum. İçten gelen bir duyguyu karşı tarafa aksettirme ihtiyacı hissediyorsunuz ve bunun en iyi yolunun sanat olduğunu düşünüyorsunuz. Çevremde sinema için teşvik ve yönlendirme yapan da yoktu. Bir şeyler üretmeye başlayınca hem oyuncu, ekipman ve diğer konularda da destek oldular.
‘Benim Afrikam’ adlı çalışmanız Afrika’da çektiğiniz fotoğraflardan oluşuyor. Bu çalışmanızda neyi aktarmak istediniz?
Öğrencilik yıllarında okula fotoğraf makinesi götüren tek öğrenci neredeyse bendim. Hep yüzleri ve yeni yerleri fotoğraflamak bana cazip geliyordu. Afrika da aslında bunun için en özgün yerlerden birisi. Taşı, toprağı, insanı, mimari yapısıyla özgün bir coğrafya. Özellikle Orta Afrika’nın neredeyse tüm ülkelerine gittim ve orada portre ve manzaralar üzerine çalıştım. Tüm bu çalışmaları bir araya getirerek ‘Benim Afrikam’ fotoğraf sergisini açtım. Fotoğrafçılığın görsel dünyama olumlu anlamda katkı yaptığını söyleyebilirim.
Kısa film okul gibi
İlk sinema çalışmalarınız kısa metrajlıydı. Kısa filmler sinema için ilk başlangıç noktası mı yoksa biraz da mecburiyet mi?
Aslında bir yönetmen adayı için uzun metraj çekerek sinemaya başlamak hem zor hem de riskli gibi geliyor. Uzun metrajın yapımı ile kısa filmi hayata geçirme öğeleri farklı.
Kısa film yaparken aslında hemen hemen her şeyi deneyimlemiş oluyorsunuz. Dünyanın en iyi yönetmenleri olarak gösterilen isimler de hep kısa film çekerek iyi filmler üretmeye devam ettiler. Kısa film evet bir türdür ancak aynı zamanda bir okuldur da…
Öte yandan uzun metrajlı film yapmak gerçekten her psikolojinin kaldırabileceği bir şey değil. Kısa film sürecinde yaşanan tecrübeler uzun metrajlı film çekerken ciddi derecede iş yükünü omuzunuzdan alıyor. Uzun metrajlı filmde karşılaşılan her zorluk kısa film yaparken karşılaşılan zorlukların bir değişiğidir. Bu yüzden bu zorluklarla en iyi başa çıkma yolu kısa film tecrübesidir. Bana kalırsa yeni yönetmen adayı arkadaşlar mutlaka kısa film ve belgesel çekerek uzun metrajlı filme başlamalıdırlar.
En çok sinemada mutlu oldum
İlk uzun metrajlı filminiz ‘Kapan’ çok yoğun ilgi gördü, kısa sürede güzel bir başarı yakaladı. Kısa filmleriniz festivallerden çok sayıda ödülle döndü. Yurtdışında, yurtiçinde yakaladığınız başarı grafiği hayli dikkat çekici. Sinemaya ilk başladığınızda bekliyor muydunuz böyle bir süreci?
Emeğimi, zamanımı verdiğim ve gerçekten istediğim bir şeyi başarabileceğimi az çok tahmin edebiliyordum. Biraz inatçı yapım var. Sinema, aslında beni bu anlamda mutlu eden bir sanat dalı oldu.
İlk kısa filmlerimi festivallere göndermedim. Onların kötü işler olduğunu kendim de biliyordum. Sadece kendimizi deneyimlemek için arkadaşlarımızla çekmiştik. Fakat okulumuzun final ödevi için çektiğimiz ‘Oyun’ filmi içime sinmişti ve festivallere gönderdim. Seçilince ve karşılık bulunca da çok mutlu oldum. Ödül alması da tetikleyici bir unsur olmuştu. Bu işlerin değişik bir denklemi var. Kazanamam dediğiniz festivalde ödül alabilirsiniz ödül alacağım dediğiniz festivalden de eli boş dönebilirsiniz.
Aslında bu festivaller vasıtasıyla ödülün esas olmadığını, filmin seyirciyle buluşmasının daha kıymetli olduğunu da öğrendim. Evet, ödüller sizi biraz teşvik ediyor ancak seyirci ile kurduğunuz bağın en güzel alanı festivallerdir.
Oyun, Kara Kar, Soğuk, Serender toplamda kaç ülke, festival ve sizin deyiminizle seyirci buluşması gerçekleşti?
25’ten fazla ülkeye gitmişimdir bu festivaller vasıtasıyla. Türkiye’deki birçok film festivalinde de bulundum. Butik festivaller veya büyük festival ayrımı yapmıyorum. Filmimiz gösterilecekse ve seyirciyle buluşacaksa gitmek için elimden geleni yapıyorum. Seyircinin filmimizle kurduğu bağı bire bir deneyimlemek istiyorum. Soru ve cevap kısımları da öğretici ve bir sonraki işiniz için aydınlatıcı oluyor. İletişimimi devam ettirdiğim birçok yönetmen arkadaşımla da festivaller vasıtasıyla tanıştım.

Yönetmenliğini Seyid Çolak’ın yaptığı Kapan filminin kamera arkasından…
Kapan’ın senaryosunu Güven Adıgüzel ile birlikte uzaktan yazdınız. Zor olmadı mı bu? Senaryoyu yazarken ‘uzak’ engelini nasıl aştınız?
Ben İstanbul’dayım, Güven ise Bozcaada’da yaşıyor. Film için yola çıktığımızda iki haftada bir, ayda bir buluşuruz diye planlama yapmıştık. Ancak bunun mümkün olmayacağını gördük. Biz de teknolojinin imkânlarından faydalandık. Akşamları Güven ile telefonla yaklaşık bir-bir buçuk saatlik konuşmalar yaparak senaryo üzerine konuşuyorduk. Güven film üzerine bir hafta boyunca çalışıyordu, notlar alıyordu ve sonra bana gönderiyordu. Ben bir hafta boyunca çalışıyordum ve ona gönderiyordum. Bu online süreç yaklaşık olarak altı-yedi ay devam etti.
İlk defa senaryomu farklı bir isimle yazdım. Kısa filmlerimin senaryolarını kendim yazıyordum. Bu süreçte kısa film çekerken kazandığım tecrübelerin ciddi faydasını gördüm. Aynı hataları yapmamak ve dikkat etmek için kalemi güçlü bir yazar olan Güven ile yazmaya karar verdim. Bundan sonraki senaryolarımda sayıyı artırabilirim. 3-4 kişiyle de yazabilirim. Bu projeyi daha güçlü yapacaksa neden olmasın? Bence böyle olması hem beni hem de projeyi geliştiriyor. Ancak edebiyatla yolu kesişmiş kişilerle çalışmak ilk tercihim olur.
Keşfetmeye ittiği için taşra hikayelerini seçtim
Senaryolarınızdaki insan hikâyeleri büyük şehir ya da kent hayatının içerisinden çıkmış figürleri yansıtmıyor. Taşra, kasaba insanının hikâyeleri var. Bu yönelimin sebebi nedir ve hep böyle hikayeler mi göreceğiz çalışmalarınızda?
Ben şehirde doğup büyümüş bir insanım. Hayatım şehirli insanlarla geçti ve hâlâ bu şekilde devam ediyor. Bire bir yaşadıklarımı değil de beni keşfe yönlendirecek bir alan olduğu için taşrayı anlatmaya çalışıyorum diyebilirim.
Taşranın iyi ve kötü tarafları şehirden biraz daha farklı, bu da bana cazip gelen bir diğer husus. Bundan sonra sadece taşra hikâyesi anlatacağım diye bir sınırlamam yok. Distopya, bilim kurgu, post apokaliptik türlere de çalışmak çok istiyorum. Bu da beni heyecanlandırıyor mesela.
Sinema için iyi hikâye nerede yakalanır?
Aslında bu yaşadığınız ‘an’la alakalıdır. Ben yaşadığım her anda farklı hikâyeleri yakalamaya çalışıyorum. Toplu ulaşım araçlarında ya da okuduğum bir kitap karakteri ilgimi çektiyse ‘Onları nasıl dönüştürebilirim?’ diye düşünüyorum.
Hikâye çıkartabilmek için çok yönlü düşünmeniz gerekiyor. Gözlemlediğim karakterlere hikâye yazıyorum. Bu da zihnimdeki karakterleri çoğaltıyor. Bir hikâye yazacağım zaman da kurguladığım karakteri o projeye ekleyebiliyorum.
Bu teyakkuzda olma hâlini açar mısınız?
Hayatın akışında kişilerle karşılaşıyorsunuz, bu ilginç karakterleri gözlemlemeye çalışıyorum. Neden kendi kendine konuşuyor, istemsiz gülüşü neydi acaba gibi sorgulamalar yapıyorum. Eğer etrafıyla ilgisiz ve donuksa buna da bir neden yazarım.
Oturup konuştuğum dostlarım, anlatılan olaylar hemen hemen hepsi beni besleyen unsurlar. Senaryoya başlamadan önce hep hikâyesini yazıyorum önce. Hikayedeki kahramanların sadece benim bildiğim özellikleri oluyor. Onlara ayrı ayrı bir hayat yazıyorum. Bu da benim elimi güçlendiriyor. Karakteri ne kadar zengin yazarsam hikâyem de o kadar ilgi çekici oluyor.

Kapan filminden bir kare…
Film bitse de sizde devam ediyor olması önemli
Sinema-hayat ilişkisine dair ne söylersiniz, size göre sinema hayatın ne kadarını yansıtıyor?
Hayatın bir parçası gibi olan filmleri seviyorum. Biraz daha açacak olursam İtalyan Yeni Gerçekçi akımı veya bizdeki Toplumsal Gerçekçi örnekleri kıymetli buluyorum. Aslında film bitse de sizde devam ediyor olması önemli.
Kitap okumanın bir sistematiği vardır. Sinema izlerken de bir sistematikten bahsedilebilir mi?
Ben genelde eğitim için gittiğim seminerlerde, öğrencilere ve arkadaşlarıma beğendikleri bir filmin yönetmenine ait tüm filmlerini izlemelerini tavsiye ediyorum. Yönetmenin filmlerini izledikçe yönetmenin dünyasına dair daha fazla bilgiye sahip oluyorsunuz.
Yönetmenlerin film öncesi ve film sonrası verdikleri röportajları bulup okurum ya da hayatına dair özel ne var, nasıl bir hayat yaşamış öğrenmeye çalışırım. Bence bunlar filmleri ve yönetmenin dünyasını anlamak için önemli unsurlar çünkü tüm filmler, yönetmenlerinden izler taşır; o izleri de bu şekilde bulmaya çalışıyorum. Tabi ki şart değil ancak filmleri daha detaylı okuyabilmek için bunlar önemli unsurlar.
Sizin film izleme çeşitliliğiniz ne şekilde?
Seyir zevkim ruh hâlime göre değişkenlik gösteriyor. Kimi zaman gerilim – korku filmlerine sarıyorum kimi zaman da fantastik filmlere… Romantik komedi de seyrediyorum, bilim kurgu da… Bazen absürt işler ilgimi çekebiliyor. Tek bir türü takip ediyorum diyemem. Bu çeşitliliği hep devam ettirdim ve bana inanılmaz faydası olduğunu gördüm.
Mükemmeliyetçilik sinema hevesini sekteye uğratabilir
Son olarak genç bir senarist-yönetmen olarak sinemaya ilgi duyan ve bu alanda üretim yapmak isteyen gençlere tavsiyelerinizi almak isterim. Neler önerirsiniz?
Öncellikle kendilerini geliştirmek için mutlaka edebiyatla iç içe olmalıdırlar. Nitekim beni de en çok besleyen edebiyat olmuştur. İnsanı, doğayı ve uzayı keşfetmeye açık olmalılar. Mükemmeliyetçilikten uzak durmalarını öneririm. Çünkü mükemmeliyetçilik sinemaya olan ilginizi ve hevesinizi sekteye uğratabilir.
Kendilerini geliştirecekleri işler ya da kısa film çekebilirler ve bu kısa filmler ile ileride çekecekleri uzun metrajlı filmler için tecrübe kazanabilirler. Üretmeden asla ve asla sinemacı olunmaz. Üretmek için cesur olsunlar, yolları açılır. Film yaptıkça da her filmde farklı hatalarını geride bırakırlar. Herkesin şimdiden yolu açık olsun.

