Düşünce
Yutkunmalar
EKLENDİ
-:
Yazar:
Erdal Çakır
Benim kuşağımın, benden önceki ve kuşağımın ardından gelen kuşağın giderek yalnızlaştığını ifadeye memurmuşuz gibi, bu yalnızlığı sürekli sayıklayıp durmaya başladık. Bunun, üstü örtülü bir hazza tekabüliyetinden, yakındığımız ‘şey’in, haddızatında bizim için açık edilmeyen bir keyif güzergâhı da oluşturduğundan söz edersek, ‘sosyolojik gerçeklikle’ çelişmiş olur muyuz acaba?
‘Bizim zamanımızda böyle miydi?’ diye başlayan cümlelerimizle bir ahlak ve edep sorununu işaretleyen yaklaşımlarımız hatta yargılarımızdan, biz daha faziletliydik, ‘Bizim zamanımız’ın bir ölçüsü, büyüğü-küçüğü vardı, her şey aldı başını gitti’ gibi hükümlerimizin bize ne sağladığını düşündüğümüzde hangi muhtemel sonuçlarla karşılaşabiliriz: Kendimizi güvenlikli bir alanla kayıtlı kılmak, psikolojik bir konfor, bütün zamanların ve kuşakların kendinden sonra gelenler için yaptığı tevarüs edilmiş mukayese kolaylığına tabiiyet, âhir zaman tecellilerinin giderek kendini göstermesi (metafiziğe mi girdik acaba!), yargılarımızın bir haklılık zemininin olması vs.
Yani halef, oldum olası selefini aratmış mıdır?
Bu kime göre böyledir?
Öyle anlaşılıyor ki bu selefe göre böyledir.
Halefin şikayetleri ise ayrı bir mevzudur.
Şöyle bir soruyu da sormamız gerekli hale gelmiştir:
Bizim kuşaklarımız giderek yalnızlaşırken, sonraki kuşaklar (ki bunlar çocuklarımız, torunlarımız vs.dir), söz konusu yalnızlıktan müstağni (uzak) midirler?
Geçen gün bir paylaşımımda sekiz milyar yalnızlıktan bahsetmiştim. İnsanlığın, tarihin hiçbir döneminde yaşamadığı bir vakıayla karşı karşıya kaldığını kabul etmemiz gerekiyor. Öyle ki bu, ‘Falan kuşaklar fertlerine bölündüler ve cascavlak ortada kaldılar da filan kuşaklar yekpare bir düzen içindedirler’ diyebilmemizi mümkün kılmıyor. Bugün neredeyse, her ne sebep ve vesileyle bir araya gelmiş olursa olsun, adı şu veya bu olan topluluklar ve dahi kuşaklar, yalnızlığın çoğul görünümlerinden başka bir şeyi ifade etmemektedir. Esasında, büyük yaygaralar, konsensus oluşturuyormuş gibi gözüken ses yığınları, tezahüratlar, gürültü ve uğultular damıtılabilir olsaydı, hepsinin toplamının bir yalnızlık hacminde olduğunu ve trajik bir bireyselleşmenin her şeyi yutar hale geldiğini görüyor olacaktık.
Bunlara rağmen bir hakikati ifade ederek bitirelim:
Mü’min asla yalnız değildir; olamaz da. Şuurunun merkezini oluşturan çekirdek buna ‘Hayır!’ diyecektir ve bunu kesinlikle reddetmeye devam edecektir.