1. Anasayfa
  2. Deneme

Yüzünden Okuma Dersleri

Yüzünden Okuma Dersleri
0

Yüzün ele veriyor seni. Çocuk olmakla ceset olmak arasındaki bir hayata tutkulusun sen, üstelik aşkla. Belki de âşıksın. Hayata tutkun olmak aşkta tutuklu kalmakla mümkün olsaydı keşke. Unutma, tutkularına âşık olan aşkında tutuklu kalamaz. Tutkuyla bağlandığından tutuksuz yargılanamazsın. Tutkunla, nutkun tutulmuyorsa, utku peşindesin; unut o tutkuyu, yenile ufkunu yol yakınken.

Yüzünde, seni incitenlerin taze izi. Paslı bıçaklarını gözlerine batıranlarla dolu yüzün. Bu aralar; hep ‘kalabalık’, hep ‘işgal gözlerin’. Ne zaman gözlerine baksam, ‘git başımdan’ diyor gözlerindeki o doygun huzursuzluk. Bir çocuğu tanır gibi tanıyorum seni. ‘Yenilmiş ordular’ gibi hamuru gururdan yoğrulma sesin. Sesini tanıyorum, hastane anonsları gibi. Sesin en çok da gülerken solduruyor çiçekleri. Yüzün kırgınlık haritası, yüzün yanılgılar ünitesi…

Yüzünü de alıp gidiyorsun kimi zaman, yüzüm yok yüzlerine bakmaya yüzsüzlerin der gibi. Yüzün, yeryüzünün bütün yenilgileri. Yüzünü gizliyorsun kimi zaman, yüzgörümlüğü ister gibi. Yüzünden okuyorum her şeyi, çok küçük yaşlarda ezberlenen sureler gibi. Yüzünü bırakıp gidiyorsun bazen, yazıya dökülmemiş bir sözleşmenin pey akçesi gibi. Ağustosta güz iniyor yüzüne, yüzün yüzle yüzleşmesi gibi. Bunca gibi yüzünden; tutunamayıp kaygan zemininde, düşen düşene yüzünün menzilinden

Yüzünün zirvesini görmeli, uzanıp dokunmak için gökyüzüne. Yüzüne dönmek özüne dönmek gibidir diyorsun. Yüzünü, özüne dönenleri ıssız bir yalnızlık bekliyor der gibi. Özünü aynada değil yüzünde ara diyenler gibi. Üzülmek senin yüzünde taziye evi gibi. Yüzün işaret zamirlerinin hedefi sanki. Azınlığın tarifi yüzünün tarihinde gizli. Hangi renk bir gül versem sana imkânsız bir kırmızıya dönüşüyor yüzünün bahçesinde. Yüzüm, yüzünün yüzünde yüzüyor gibi. Yüzüm yüzünün kırık ezgisi, yüzün birbirimize gönderdiğimiz imzasız mektuplar gibi.

Mümteni bir umudun kıyı kenti gibi yüzündeki his sekmeleri. Pey akçesi nedir bilmeyen rekabet kurulu, nereden bilsin senin iki benin arasındaki mesafe problemini. Bir şiir kaç akşam edebilir? Kim, nereden bilebilir, bir askerin çarşı iznini beklediği gibi beklemeyi seni. Yarım kalan bir anons kadar gururu incitilmiş bir sesi.

Sızlayan bir zindan şarkısında, dört mevsim cehennem yeryüzü. Suçüstü bir yalnızlık gibi, ellerini hatırlatan akşamüstleri. Öç alacak gibi duruyor gece, ıskaladığı her bir yıldız için gökyüzünden, arz-ı mev’ûd kadar acı dolu nefesi. ‘Öyle âşık ol ki bütün âşıklar sana âşık olsun’ diyen Talaslı Cemil Baba’yı arıyor gözlerim o gecelerde.

‘Bir insanın elleri güler mi, gülüyor Ceyhun’un elleri…’ diyor ya Mandalina hikâyesinde Mukadder Gemici.  Senin ellerini hep gülerken gördüm ben. Bembeyaz gülücükler saçıyorlardı dört bir yana. Gülüşlerinin kıvrımına sığmadım diye kayıp kıtalar gibi kırılıp gittin, kırkı henüz çıkmadı suskunluğumun. Devriyeler korumuyor bu şehri sen de biliyorsun. Ağır bir yenilgidir yanılmak, sesinden incitilmiş sessiz bir harf kadar yorgunsun.

Hangi kuyunun Yusuf’uyum ben? Kırk yıldır nefs-i emmâre dersindeyim. Ne çok kuyu var içimde sakasını bekleyen. Bir yeri olmalı insanın kaçıp gittiği, topraktan ketum dağlardan tenha. Bir yeri olmalı kimsenin bilmediği. Ben en güzel yalnızlığı aradım, bütün yalnızlıklar arasında. Nasıl da kolay çözülürdü gemici düğümleri, bir ‘ve’ bırakabilseydim adınla adımın arasına.

Tükenir bazen kelimeleri insanın, kısa çöpü çeker her seferinde hayatın avucundan. Hikâyeleri tanıdık olanların birbirilerini tanıma gibi bir kaygısı yoktur. Acılar en mahir ustasıdır insanın. Yüzün, devrik cümlelerim gibi. Kuralsız ve zamansız ele veriyor seni yüzün. Hüznünü kurutur gibi bütün nergislerin. Bahardan kalma bakışınla, hiçbir ülkenin tanımadığı bir ülke bağışlıyorsun bana, yüzünün sonsuz ırmaklarından.

Hatırda kalmayandan satırda adres sorulmaz. Her şey burada kalıyor işte. Hiçbir aşk başka aşklardan yapılma değildir. Mesafe koymak iyidir, hayatla arana mesafe koy demek geliyor içimden her sabah kendime. Düğme yerlerinden yırtılmış gömleğimi kaparo diye istiyor benden bu kent. Çok kırıldılar bana şımarık kentliler, putlarına bayramlık niyetine aldığım baltayı boyunlarına asmayı unuttum diye.

Hakkını bihakkın veremediğim aşkların ahı varken sırtımda sana nasıl kıyabilir ellerim. “Ne kadar farklı olursa olsun; sana ait olmayana tenezzül etme ve ne kadar basit olursa olsun senin olandan asla vazgeçme”  diyen Ernesto belki de farkında olmadan dünyanın en güzel şirini yazmıştır.

Yoruldum büyümekten. Dokunmasan da olur, bir oku bin ah işit benden. Bulutu olmamalıydım güneşli havaların. Düşmeyi kimden öğrendimse kalkmayı da ondan öğrenmeliydim. Yorgun ve yitiğim, ustamı kaybettim.  Yolcuyum, bana yol gerek. Gitmek, yolun gönlüne tercih edilmektir. Her iltica eden mülteci değildir hiçlik yolunda.

Senin için sakladığım kelimelerim var; kimseye söylemediğim, yazmaya kıyamadığım. Yolları ardımda bırakan bir bakıştın sen. Avluda ölümle masada aşkla baktım sana. O gün bugündür, hiç gitmedi ölüm avludan, aşk ise örtüsü acem şalından yapılma bu ahşap masadan.

Tedarikim eksik, tedrisim yarım; incire, zeytine, fecre ve ikindi vaktine yemin olsun ki bir türlü ezberleyemediğimsin, sırf bu yüzden ben hâlâ yüzünden okuyorum seni.

Eğitim Yöneticisi/Öğretmen, Trabzon’da doğdu. İlkokul, Ortaokul ve Liseyi Trabzon’da okudu. Ankara Üniversitesi mezunu, aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. Ay Vakti, Türk Edebiyatı, Yedi İklim, Sebîlürreşad, Yitiksöz, İnsaniyet, Gergef, Kümbet, Pınarbaşı, Maarifhane, Deveran, Mora Dergisi ve Kara Yılkı gibi çeşitli dergilerde şiirleri ve denemeleri yayımlandı. Eserleri: Kıyıya Vuran / Şiir  (2024) İyi İhtimaller / Deneme (2025)

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir