Bizimle İletişime Geçin

Düşünce

Zıtlıklar Çemberinde İnsan

İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik, onun vahye muhatap olması ve bunun bir sonucu olarak da imtihan edilmesidir. Dolayısıyla bu dünya, bir imtihan dünyasıdır ve insan, imtihana en münasip mükemmellikte yaratılmıştır. İnsan, dünyaya sınanmak için gönderildiğinden buna uygun yaratılmıştır. Doğuştan akıl gücüne ve birçok psikolojik özelliklere sahip olarak doğar, büyüdükçe var olan bu özellikleri gelişir ve insan, onları kullanmayı öğrenir. Sınanma ise yanılma ve yanılgıyı düzeltme imkânının verilmesi ile mümkündür.

EKLENDİ

:

Kur’ân’a göre insan, “Biz, insanı gerçekten en güzel bir şekilde yarattık.” (et-Tîn 95/4) âyetinde de haber verildiği üzere ahsen-i takvîm olarak yaratılmıştır. Bu âyeti okuyunca insanın aklına şu soru gelebilir:

Madem insan bu kadar mükemmel yaratılmış o hâlde neden onda bazı zaaflar bulunmaktadır?

İnsanın en güzel surette yaratılmış olmasından onda karşı konulamaz bir kuvvetin, eşsiz bir estetik güzelliğin bulunması veya kötülüğe sevk eden his ve kuvvetlerin, şehvet ve öfkenin bulunmaması anlaşılırsa hataya düşülmüş olur. Böyle durumlarda örneğin “İnsan zayıf olarak yaratılmıştır” (en-Nisâ 4/28) âyeti ya da “Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır” (el-Meâric 70/19) âyeti tam olarak anlaşılamaz.

Bu noktada Hamdi Yazır’ın insanın mükemmelliğini onun maddi yönünden ziyade duygularında, özellikle de güzelliği anlamasında ve buradan hareketle güzeller güzeli Yaratıcıyı mutlak güzellikteki kemâl sıfatlarıyla tanıyıp O’nun ahlakıyla ahlaklanmasında aramak gerektiğine işaret etmesi çok isabetli bir yorum olarak görülmektedir. (Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, Eser Neşriyat, İstanbul 1979, 8/5937). Dolayısıyla insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik, onun vahye muhatap olması ve bunun bir sonucu olarak da imtihan edilmesidir. Dolayısıyla bu dünya, bir imtihan dünyasıdır ve insan, imtihana en münasip mükemmellikte yaratılmıştır.

Kur’ân, insanın toprak ve ruhtan yani mahiyet itibarıyla birbirinden tamamen farklı, maddî ve manevî iki unsurdan yaratıldığını haber vermektedir (el-Hicr 15/28-29; Sâd 38/71-72). Dolayısıyla insan bedeninin ve ruhunun zıtlıklarla dolu olması aslında hiç de şaşılacak bir durum değildir. Çünkü evrendeki her şey, zıtlıklar halinde tecelli eder ve ondaki nizam ve ahenk, bu zıtlıkların bir eseridir. Nitekim hayat/ölüm, sıcak/soğuk, kadın/erkek, gece/gündüz vb. olmaksızın hayatın devam etmesi düşünülemez. Aynı şekilde insan da zıtlıklar içindeki mükemmel dengenin bir parçasıdır. Bu nedenle o, iyilik ve kötülüğün, güzellik ve çirkinliğin, sevgi ve nefretin birbirine karıştığı bir terkiptir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran önemli bir özelliği de bu zıtlıkların fıtratına birlikte kodlanmış olmasıdır.

Allah Teâlâ, insana bu zıtlıklarını dengeleyebilmesi için akıl, irade, vicdan, sorumluluk duygusu, bilgiye erişebilme ve kullanabilme gibi birçok mükemmel özellikler bahşetmiştir. Bu noktada insanın mükemmel yaratılışı, bu sayılan özelliklerin ona bahşedilmesi ve bunlar sayesinde dış dünyaya egemen olabilme kudretinde saklıdır denilebilir. Fakat o; kendini etkileyen iç ve dış şartlara, eğitim ve öğretime, aile ve toplumun yönlendirmesine bağlı olarak yaratılıştan getirdiği bu kabiliyetlere dikkat etmez; âdet, alışkanlık ve heveslerinin peşinden giderse yaratılıştaki saflık ve mükemmellik, kişinin bu tercihlerine uygun olarak olumsuz yönünde değişebilir. Bu nedenle insanın mükemmel yaratılışından bahseden âyetin devamında “Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik” (et-Tîn 95/5) denilerek kendi tercihleriyle en mükemmel konumdan hayvandan da aşağı bir konuma yuvarlanabileceği hatırlatılmıştır.

İnsan, dünyaya sınanmak için gönderildiğinden buna uygun yaratılmıştır. Doğuştan akıl gücüne ve birçok psikolojik özelliklere sahip olarak doğar, büyüdükçe var olan bu özellikleri gelişir ve insan, onları kullanmayı öğrenir. Sınanma ise yanılma ve yanılgıyı düzeltme imkânının verilmesi ile mümkündür. Sonuçta insan, yanılıp günah işlemeye, sonrasında ise bu üstün özellikleri kullanıp doğruyu bulmaya, tövbe edip günahından dönmeye müsait olarak yaratılmıştır.

İnsanın gerçekleri idrak edebilmesi için beş duyu organı ile donatılması, işlerin önünü sonunu düşünen, yaşadıklarından ders çıkarabilen akıllı bir varlık olması da zulme meyyal, arzuları söz konusu olunca aceleci, hırslı, sabrı kıt olması da bu en güzel şekilde yaratılmanın lüzumlu birer unsurlarıdır. Çünkü imtihan için zıt kabiliyetlerin ve güçlerin bulunması gereklidir. Faziletlerin ortaya çıkması için insanın kalbinde şerre doğru meyillerin olması da gereklidir. Çünkü insanoğlu bu meyillere karşı verdiği mücadele ile sınanacaktır. Bundan dolayı insan, bu mücadele sonucu nefsinin hevâlarına boyun eğmeyip takvalı olmayı başardığında cennetle müjdelemiş bahtiyar kulların arasına girebilir: “Kim de Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.” (en-Nâziât 79/40-41).

Meseleye bu açıdan bakıldığında insanın günah işlemesinin, onun mükemmel yaratılmış olmasıyla bir tezat teşkil etmediği açıkça görülecektir. Önemli olan, insanın yanılgılara düşe düşe, onlardan ders ala ala ama atası Hz. Âdem misali, düştüğü yanılgıda ısrar etmeyerek hemen nasûh bir tövbe ile Rabbine iltica ederek yaratılışındaki mükemmelliğe doğru yol almasıdır.

Çok Okunanlar