Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Dağlarca’nın Öğle Yemeği

Ece Ayhan’ın İlhan Berk’ten borç para istemesi, Cahit Zarifoğlu’nun Cemal Süreya’ya sizinle aynı eve çıkalım demesi, Süreya’nın da buna bozulması, Bilge Karasu’nun Sıhhiye’den Hacettepe otobüslerine binerek işe gitmesi, Tunus Caddesi’nde oturması, bütün bunları öğrendiğimde beni bir heyecan alır. Bazen kitabı kapatır, yürümeye başlarım evin içinde. 

EKLENDİ

:

Cemal Süreya’nın günlüklerinde okumuştum. “Kültür dedikleri nedir biliyor musun? Dağlarca’nın ne yiyip içtiğinin bilinmesidir. Onun öğle yemeğini, ne yiyip içtiğini bilmeliyiz” demiş İlhan Berk. Bunu epey mürekkep yalamış, edebî duyarlılığı yüksek birine aktardığımda “İlhan Berk bu işi pek anlamamış” dedi. Böyle söylemesinin sebebini sormadım. “Hımm” dedim sadece. Bilgisine güvendiğimden tersini iddia etme cesaretini kendimde bulamadım. Hâlbuki bana müthiş bir laf gibi gelmişti, ama işte, üstadım beğenmemişti.

Ona söyleyemedim, size söyleyeyim. “Kültür müdür?” bilmem, ama benim böyle şeyler çok ilgimi çeker. İlhan Berk’in Bodrum’daki evi, Cemal Süreya’nın maliye müfettişliği, Sezai Karakoç’un cebindeki parayı Necip Fazıl’a vermesi, Sait Faik’in anası ve onların (Burgaz) adadaki evleri, İsmet Özel’in askerde neftî, zorlu bir kış geçirmesi, acıkması, bitlenmesi, bir yerlerinin sancıması bütün bunları bilmek hep iyi gelir bana. Kitapların çoğunu bu tür şeyler için okuyorum desem yeridir.

Ece Ayhan’ın İlhan Berk’ten borç para istemesi, Cahit Zarifoğlu’nun Cemal Süreya’ya sizinle aynı eve çıkalım demesi, Süreya’nın da buna bozulması, Bilge Karasu’nun Sıhhiye’den Hacettepe otobüslerine binerek işe gitmesi, Tunus Caddesi’nde oturması, bütün bunları öğrendiğimde beni bir heyecan alır. Bazen kitabı kapatır, yürümeye başlarım evin içinde.

Memurluktan bunaldığımda bir memur şairden güç alırım, kütüphaneci bir edip bana kütüphaneci olma hayalleri kurdurur. Ev işlerinden ya da para işlerinden hiç anlamayan bir sanatçıya kendimi yakın hissederim, bu anlamamayı iyi görürüm. Anadolu’yu karış karış gezen şaire imrenirim, evinde 18 saat çalışana da. Königsberg’den hiç çıkmayan Kant’ın günlük gezintileri, Alexander von Humbolt’un dört kıtadaki gezileri kadar değerlidir benim için. Sigortacı Franz Kafka’nın uyku düzeni biraz tuhaf olsa da acaba ben de bu düzene geçsem mi dedirtir. Metin Eloğlu’nun bildiği çiçekler ve balıkların çokluğu biraz dehşet verir bana (hiçbir zaman ben bilemeyeceğim!) ama çokça ümit.

Bu şehir hayatında papatyaları ve gelincikleri takip etmek biraz zor, ancak ben de Safahat şairi gibi bir zaman kırlarda gezmiş köyde kalmış olduğumdan Mayıs ayının papatya demek olduğunu bilirim. Çok göremesem de onları, gözümü kapatır, hayal ederim. Kokusu bile gelir burnuma. Zaten, Amerikalı şair Louise Glück’ün dediği gibi, “Hayata bir kez, çocukken bakarız. Gerisi hatırladıklarımızdır.” Çocukken yapıp ettiklerini iyi hatırlayan, hep o masumiyeti arayan, bize iyi insan olma hevesi aşılayan, içimize iyi bir dünya hayalleri salan büyük sanatçılara kendimi yakın hissediyorum. Onlar gibi eserlerim olmasa, onlarla meslektaş olmasam da benzer hassasiyetlere sahip olduğumuzu hissediyor; bu sebeple onların günlük yaşantılarını da ilginç ve düşünmeye değer buluyorum bütün o eksikleri ve yanlışlarıyla…

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar