Düşünce
Gül/lük “Âlim Nasıl Olur?”
EKLENDİ
-:
Yazar:
Mehmet Nezir GülDün gece Mustafa Mullaoğlu ile beraberdik.
Ulm İrşad Başkanı ‘Otoriter’ Cengiz Abi, beni aldı. Sonra otelden Mustafa Hocamı aldık. Bir buçuk saat süren yolculuğumuz ve dönüşte de saat ikiye kadar devam eden sohbetimiz güzel oldu.
Mullaoğlu Avusturya Müftüsü. Dünya İslam Âlimleri Birliği ve Avrupa Fıkıh Konseyi üyesi. Aktif biri. Dinlemek nasip olmadı ama iyi bir hatip olduğunu biliyorum. Aynı zamanda İGMG Genel Başkan Başdanışmanı.
Erbakan Hocanın yanında çok sık bulunmuş. Konuşma üslubuna bile yansımış.
…
Suriye meselesini de konuştuk. Said Ramazan el-Buti, hocasıymış. Suriye’deki olaylar çıktıktan sonra da kendisiyle defalarca görüşmüş, mektuplar göndermiş.
Said Ramazan el-Buti
-Hocamı bir türlü ikna edemedik. Can güvenliğin yoksa başta Türkiye olmak üzere, istediğin ülkeye seni alabiliriz, dedik ama ikna edemedik. Onun açıklamaları ve desteğiyle, önemli ölçüde bir kesim de Esad rejimine destek oluyor.
Mullaoğlu, ilginç bir olay anlattı:
-Tunus eski diktatörlerinden Habip Burgiba, Müftü Hacı Halife’den bir istekte bulunur. Çalışanlara, işçi ve memurlara orucun farz olmadığını açıklamasını ister.
Hacı Halife düşünür ve ‘Tamam’ der, ‘Televizyonda gereken açıklamayı yapayım.’
Devlet televizyonundan günlerce anons yapılır. Hacı Halife’nin, oruçla ilgili çok önemli bir açıklama yapacağı duyurulur.
Ve beklenen gün gelir.
Tunus Müftüsü Hacı Halife televizyona çıkar. Euzu besmeleden sonra oruçla ilgili ayeti okur. “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi sizlere de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz” (Bakara 2/183) sonra da bu emrin kıyamete kadar devam edecek bir hüküm içerdiğini, özel durumda, hasta, yolcu konumunda olanların fıkhi yönünü açıklar ve ekler:
-Oruç çalışan çalışmayan, amir memur herkese farzdır.
Sonra oruçla ilgili ayeti tekrar okur ve sözünü tamamlar.
-Sadakallahu’l- ‘azîm ve kezebe Habip Burgiba. (Yüce Allah doğru söyledi ve Habip Burgiba ise yalan söyledi.)
Tabi program çıkışı kendisini tutuklayıp hapse atarlar.
Ama İslam Âlimi olarak dininin ve kendisinin izzetini korumuş olur.
Biz de Buti’den aslında böyle bir tavır bekliyoruz. (Said Ramazan el-Bûti, camide ders verirken teröristler tarafından süikasta kurban gitti. O da iyi niyetle daha çok kan dökülmesin diye Rejim ile sıcak ilişkiler kuruyordu. Ancak buna muvaffak olamadı. Allah rahmet eylesin.)
…
Tarih boyunca iki tür âlim hep olmuş.
Zalime karşı dik duran, hakikati söylemekten çekinmeyen, küçük dünyevi hesaplar yapmayan, Allah’ın dinini/ayetlerini ucuz bir paha karşısında satmayan âlimler, Peygamber Efendimizin varisleri olan önderler.
Bir de işbirlikçi, çıkar temsilcisi sözde âlimler…
Ebu Talip el-Mekki’nin Kûtu’l- Kulup adlı eserinde bir menkıbe okumuştum.
Bir âlim vardı. Bu kişi öğrendiklerini, ilmini, dünyevî çıkarları uğrunda kullanıyordu. Hocası ve diğer âlimler kendisini ne kadar uyardılarsa da kar etmedi. Bir ara ortalıktan kayboldu. Bir gün onun arkadaşlarından biri, yanında o genç âlimle hocasının yanına gelir.
Hocası kızarak sorar.
-Sen hoş geldin de bu domuzu niçin getirdin yanında?
Cevap ürkütücüdür:
-Bu, dinini dünya için satan o genç âlimdir. Ben domuz getirmedim, Allah onu sana öyle gösterdi demek…
Bu menkıbe gerçek veya değil, çok sarsıcı bir mesaj veriyor. Belki genç hoca domuz şekline çevrildi, belki de hocasına bir domuz gibi görüldü. Neticede işin içinde bir domuzluk var.
Aslında Allah’ın dinini satanlar, domuzlardan daha aşağıdır.
30 Temmuz 2012/ Ulm
Uçakta yolcuların çoğunluğu yerlerini almış, kemerlerini bağlamış, kendince meşguliyetler bularak saatin dolmasını bekliyor. Önümde bir yabancı olduğu anlaşılan, dizinin üstünde bilgisayarıyla meşgul olan bir bayan var.
Yolcuların belki de yarısından fazlası hacı. Hacıların da hemen hemen hepsi Arap. Fransa ile gündeme gelen “burka”lı bir Müslümanı ilk defa gördüm. Bizim için bir sorun yok da Yahudi ve Hıristiyanlar bunun yasaklanması için epeydir çalışma başlattılar bile.
Uçuşa az bir zaman kalmıştı ki 7- 8 kişilik bir grup uçağa bindi.
Yürüyüşleri heybetli, sanki Ebu Cehil’e karşı muarezeye çıkmış pehlivanlar edasıyla yürüyorlardı.
Ben ürktüm hem de çok şiddetli bir şekilde.
Gelenler, ellerindeki çantaları üst bagaja koymak için teker teker kapakları açıyorlardı. Ama ne açış? Her bir dokunuş el ense çeker gibi, kavrayış azman gibi… Bunları yaparken çevredekileri hiç de hesaba katmayan bir tavır sergiliyorlardı ki perişan olmamak elde değil.
Ben gayri ihtiyari, önümdeki gayri Müslime baktım dehşetle açılmış gözlerini bilgisayardan kaldırmış gelenleri izliyordu.
Kim bilir belki Müslümanların kaba insanlar olduğuna bir kez daha inandırmıştır kendisini.
Ama ben bir Müslüman olarak utandım.
Mahcup oldum.
Kahroldum.
Dinine ve insanlara saygısı olmayan bu insanlara şahit olmuştum.
Biz böyle davrandıkça bunlar değil burkayı, minareyi, dinimizi bile yasaklarlar. Ve maalesef bunda yarı yarıya kendi payımızı görmemiz gerekir.
04.12.2009-İstanbul/Lyon
Tüm yeryüzü Allah’ın, amenna.
Her yer bize mescid hükmünde, amenna.
Mekke Medine de, Kudüs Kurtuba da, Paris Moskova, New York Pekin de bizim. Ama bazıları hak etmeyen insanların elinde gasp edilmiş olarak duruyor. İnşallah gün gelecek bu şehirler İslam’ın nuruyla kuşatılacaktır.
Az önce sabah namazını kıldım ve ardından büyük bir iştiyakla Kur’an-ı Kerim okudum. Her sayfanın sonunda bırakayım derken, kendimi tutamıyor okumaya devam ediyordum. İçimden geçen düşünce şu: bu odada bu şehirde çok az Kur’an-ı Kerim okunuyordur. Ne kadar çok okusam gelecekte bu hasadı toplayacaklar için pek çok tohum ekmiş olurdum. Fethin kolaylaşmasına bir katkıda bulunmuş olurdum.
Evet bir gayri müslim ülkede namaz kılmanın, Kur’an-ı Kerim okumanın keyfi, hazzı, sevinci, iç huzuru bambaşka…
05.12.2009-Lyon
Bir araya geldiğinde insanlar ne konuşur?
Gündemler farklı farklıdır. Yeni almayı düşündüğü arabanın özelliği, taşınmak istediği evin manzarası, maaşının yetersizliği, ek gelir getirecek işler, çocukların üstün başarıları veya isyankârlıkları.
Bunlar değil, birlikte olduğum insanların gündemleri. Varsa yoksa teşkilat, camilerin cemaat meselesi, gençliğin kaybolmaması için yapılması gerekenler, gençlik umre ve gezileri, ev sohbetleri, cemaate yapılan ihanetler v.s. ve bütün bunların ötesinde gerçekleşen fedakârlıklar. Hac dönüşünün ertesi günü katıldığı gençlik toplantısına beni de çağıran Ahmet Yavuz, üç gün boyunca organizasyonda yer aldı, sükûnetle, gençlerin geleceğine inşa etmeye çalıştı arkadaşlarıyla.
Fedakârlığın yapamayacağı iş, yenemeyeceği zorluk, bükemeyeceği bilek yoktur.
05.12.2009-Lyon