1. Anasayfa
  2. Düşünce

Güzel ve Erdemli Toplum İdeali

Güzel ve Erdemli Toplum İdeali

Hayatta çok önemli manevi değerler vardır: Sevgi, dostluk, kardeşlik, aile, akraba ve komşuluk ilişkileri, edep, merhamet, iyilik, yardımseverlik, vefa, bağışlama, hoşgörü, adalet, barış, özgürlük, inanma, takva, tezekkür, diğerkâmlık, cömertlik, kahramanlık, vatanseverlik, dürüstlük, doğruluk, ilim, bilgelik, güzellik, ihlâs, fedakârlık, tefekkür, şükür, azim, tevekkül, kanaat, sabır, dua, tövbe… Bunlar, bizi “esfel-i safilin”den (hayvandan aşağı derekesinden) kurtarıp “eşref-i mahlûkat” (mahlûkların en şereflisi) derecesine yükselten yani bizi hakiki insan yapan erdemler… Bu manevi değerleri yaşadığımız oranda insanız ve o oranda kişilik sahibiyiz, o oranda mutlu, sağlıklı ve dengeli bir hayatımız olabilir.

İnsan; cüzdan, akıl ve yüreğini yaşama gayesine göre doldurur. Toplum olarak hangi millî hedefimiz, yüce ülkümüz var bizim? Daha çok mal, para, daha büyük makam, daha fazla haz, zevk peşinde ne kadar da çok dünyevileştik, bencilleştik, kabalaştık, robotlaştık maalesef! Maddeten gelişirken manen yoksullaştık.  “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya!” (Gülten Akın)

Sahi, namazda yöneldiğimiz kıblemizle ailevi, sosyal, ekonomik ve kültürel hayattaki kıblemiz aynı mı? Beton gökdelenler, ruhsuz cadde ve meydanlar, kapitalist banka ve AVM’ler size kadim medeniyetimizin şehirlerini mi hatırlatıyor yoksa uygarlık kentlerini mi?

Yürekleri fethetmeden, gönül yolu ve köprülerini inşa etmeden sağlam karayoluyla büyük köprülere sahip olmak, halktan tecrit edilmiş devasa gökdelenlerde oturmak bizi mutlu edemez.

Sonuçta Özdemir Asaf’ın ifadesiyle “İnsanlar, insanların içinde insana hasret yaşarlar.”

Suya sabuna dokunmadan yaşamayı marifet ve mutluluk vesilesi zannedenler, ruhen kirlenmişlerdir. Müslümanca ve insanca yaşamanın bedelini ödemeye hazır olamayan, şahsiyetli bir duruşa sahip olamaz. Kafa ve ruhlar kirlendiği için dünya kirlendi. Bu ülkenin boyun ve karın ağrılarını gidermeden önce kalp ve beyin ağrılarını gidermek gerek. Çünkü    Nuri Pakdil’in dediği gibi “İnsanı kalbinden tutamadınız mı, görün nasıl kayıp gidecek elinizden!”

Araçlar, hayatın gayesi olmamalıdır. Yıllardır aileler, eğitim sistemi, hâkim kültür ve ideoloji, medya çocuk ve gençlerimize “Adam olmak, iyi insan olmak” ülküsünü veremedi! İmam-ı Gazali, İmam-ı Azam, İmam-ı Rabbani, İbni Haldun, Farabi, Yunus Emre, Itri, Mimar Sinan, Fuzuli, Baki, Süleyman Çelebi, Âşık Paşa, Karacaoğlan, Şeyh Galib, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sezai Karakoç vb büyük şahsiyetler, sanatçılar, âlimler, mütefekkirler yetiştirecek bir eğitim, kültür, medeniyet anlayışımız yok maalesef!

Öğrencilerimi tanımak ve onlara sağlam bir şahsiyetle ulvi bir gaye kazandırabilmek için ilk derslerimde “Hayattaki en büyük hedefiniz nedir? Ne olmak istiyorsunuz sevgili gençler?” diye soruyorum. 30 yıldır genellikle “Doktor olmak istiyorum.”, “Mühendis olmak istiyorum.”, “Hukukçu olmak istiyorum.”, “Polis veya subay olmak istiyorum hocam.” gibi cevaplar veriyorlar gençlerimiz. Bu vahim duruma bir eğitimci olarak çok üzülüyorum.

Yalan konuşup insanları aldatan, sözünde durmayıp emanete ihanet eden, hak ve hakikatin yanında olmayan, zengin olup fakirleri ve yetimleri gözetmeyen, paylaşmayan, empati yapamayan, kendini ve hakikati bilmeyen, milletin ve insanlığın dertlerine duyarsız kalan, canlılara merhamet etmeyen insancıklar; en görkemli üniversiteleri bitirip en popüler mesleklere sahip olsalar, en büyük dünyevi makamları elde etseler neye yarar? Yusuf Kaplan’ın nefis ifadesiyle “Gençlerini ihmal edenler, geleceklerini imha ederler!”

Hacı Hakkı amca bile “yetim, fakir, işçi, anne- baba, komşu hakkı” kavramlarını unutmuş. Gıybet günahının büyük bir günah olduğunun idrakinde olan kaç Müslüman kaldı? Kalp kırmak, cam kırmaktan daha kolay hale geldi. İsmet Özel’in veciz ifadesiyle “Hak yemek, sol elle yemek yemek kadar dikkat çekmedi bu ülkede.” Kul hakkı, yalan söylemek, sözünde durmamak, emanete ihanet, mal ve makam ihtirası, rüşvet, iltimas, dedikodu, haset, kin, kibir, sövmek, hayâsızlık, hakaret, küfür gibi kötü huy ve davranışlar sanki normalmiş gibi algılanmaya başlandı.

Hz. Ali (ra): “En büyük zenginlik akıl, en koyu fakirlik ahmaklık, en yaman yalnızlık böbürlenme, en değerli üstünlük güzel ahlaktır.” diyor.

Biz, üstünlüğü, itibarı mal, makam, mevki ve şöhrette aramıyor muyuz? Akrabamızı, komşumuzu, arkadaşımızı, patronumuzu, işçimizi, farklı görüşteki Müslümanları çekiştirerek, gıybet ederek mi, birbirimizi boğazlayarak mı cihat ediyoruz? “Birbirimizi Allah için sevmeden hakiki iman” ettiğimizi mi sanıyoruz? Daha büyük makam ve mala sahip olarak mı insanları huzur, adalet, hürriyet ve saadete ulaştıracağız?

Erdemsiz, adaletsiz, görgüsüz, merhametsiz, vefasız, kültürsüz, tefekkürsüz, fanatik, kibirli, tembel, korkak, kişiliksiz insancıkların çokluğuyla mı övüneceğiz? Kapitalin, maddenin, hırsın, nefsin, cehaletin kulu olmayı terk edip “İslam’ın insanı” olmadan erdemli bir İslam toplumunu özlemek hayaldir. Çünkü Sezai Karakoç üstadın veciz bir şekilde ifade ettiği gibi “Allah’ı kaybetmiş insan, neyi aramaktadır? Allah’ı aramayan insan, neyi bulacaktır?”

Başta “yozlaştırıcı medya” olmak üzere her türlü ahlaksız yayınlar (pornografi, evlilik programları; tecavüzü, iffetsizliği ve şiddeti meşrulaştıran filmler vs), çocuk ve gençlerin hatta erişkin yaştaki insanların ruh sağlıklarını, aile ve moral değerlerini dejenere etmektedir. Bölünmüş veya cahil ailelerde çocukların sevgisiz ve ilgisiz bırakılması, ezberci, pozitivist sistem içindeki okullarda, “yabancılaştırıcı kültür ortamı”nda yavrularımıza sağlam bir millî, ahlakî ve sosyal eğitimin verilemeyişi, devlet ve sivil toplum kuruluşlarının çocuklar, gençler ve aileyle ilgili yeterli inisiyatif ve sorumluluk alamayışı gibi sıkıntılar, her türlü suç ve ahlaksızların daha da artmasına sebep olmaktadır.

Toplum olarak öncelikle “kökü mazide olan ati” olma şuuru kazanıp kazandırdığımız zaman millet olacağız; hakiki kurtuluşa ereceğiz. Yoksa millî, manevi ve insani değerlerin hâkim olmadığı vicdanları cüzdanlar, makamlar, süfli emeller esir alır. Böylece masum bebeklerden öz anne ve babasını, öz evladını, öz kardeşini ve eşini acımasızca katleden canavarlar çıkar ortaya.

Yüreklerimizde taşıyamadığımız, idrak ve şuuruna varamadığımız değerler; hayatımıza, kafa ve gönlümüze hâkim olamayan kıymetler, yalnızca şekil ve slogandan ibaret kalır. Kur’an ve hadis prospektüsünü okumakla ruh iyileşmez; bilinçli bir rehberlikle onu samimi yaşamak gerekir. Allah, peygamber, Kur’an, bayrak, vatan, dil, ilim, irfan; anne, baba, kardeş, eş, evlat, aile, millet, ümmet, insanlık sevgisi yüreğimizde yanarak kızıl elmaya dönüşünce hakiki sevgiliye de kavuşmuş olacağız.

Ölçülerimiz, Allah ve Resulünün bildirdiği hak ve hakikat olmalı. İmam-ı Gazâlî Hazretlerinin “Sen gerçekten Hakk’ın peşinde isen Hakk’ı bil. Hakk’a göre adam seç! Adama göre Hak seçersen sapıklık çölünden çıkamazsın.” uyarısını unutmamak gerek.

Hz. İbrahim’in tevhid ve feragatini, Hz. İsmail’in teslimiyetini, Yusuf Aleyhisselam’ın iffetini, Eyyub Aleyhisselam’ın sabrını, Hz. Yunus’un tövbesi ile Hz. Ebubekir’in sadakatini, Hz. Ömer’in adaletini, Hz. Osman’ın hayâsını, Hz. Ali’nin ilim ve cesaretini, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in en güzel ve üstün ahlakını anlayıp örnek alanlardan olduğumuz zaman erdemli, huzurlu, adaletli, merhametli, fedakâr, cesur, ilim ve irfan sahibi, şuurlu bir toplum olacağız.

Ruhumuza yapışan kesret ve gaflet perdesini yırtıp masivadan uzaklaşarak ebediyet sırrına erebiliriz. Yüreklerimizi gül ve bahar eyleyelim ki, etrafımıza mis gibi kokular saçıp buz tutmuş gönülleri ısıtabilelim. İnsanlık, “Hira’dan doğan güneş”le aydınlanıp ruhlar da bu güneşle ısınırsa bu dünya hayatı, cennete döner; gönüller mutlu olur.

Nurettin Topçu: “Yeryüzünün gerçek fatihleri, kalpleri kazananlardır.” diyor.

Susuşumuz tefekkür, bakışımız ibret, konuşmamız hak ve hakikati zikir, niyetimiz samimi, amellerimiz salih, kazancımız ve harcamamız helal, kalemimiz güzel, kelamımız edepli, yüreğimiz gül, hanemiz gül bahçesi, âdemler adam olduğunda ülkemiz ve dünyamız da güzelleşip mutlu olacaktır inşallah.

“Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin dışında” kalanların mutlaka ziyanda olacağı hakikatini idrak edip güce, paraya, şöhrete kendini satmayan irfan ve vicdan ehline selam olsun! İşlerini “kitabına uyduran”lara değil, her işinde hakiki kitaba uyanlara, çile hırkasını giyip nefsini sabır eleğinden geçiren,  gönülleri fetheden “gönül adamları”na selam olsun.

Yaratılış gayesine uygun olarak “ruh atılımı”nı gerçekleştiren, kendi yüreği, zihni ve hayatında inkılap yapan, sahte bir uygarlık ve hayat tarzını terk ederek hakikati ve kendini bulma yolculuğunda (insan-ı kâmil olma imtihanında) “aşk medeniyetine yolculuk” eyleyen, insanlara huzur ve güven veren kutlu muhacirlere selam olsun!

Din-dil ve tarih şuuruyla “kültürden irfana” uzanarak; imanla, ilimle, irfanla, tefekkürle, güzellikle, alın teriyle, alçakgönüllülükle, sabır, şükür, kanaat, tevekkül, azim ve cesaretle şerefli, temiz ve anlamlı bir hayatı Müslümanca ve insanca yaşayıp Allah’ın rızasına ermeye gayret eden “diriliş erleri”ne selam olsun.

1966 yılında Samsun/ Terme’de doğdu. İlk ve ortaokulla liseyi Terme’de okudu. 1988’de Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’nden “Peyami Safa’nın Yalnızız Romanı Üzerine Bir İnceleme” adlı lisans teziyle mezun oldu. 1989 yılında İstanbul/ Kartal Anadolu Lisesi’nde Türk dili ve edebiyatı öğretmeni olarak öğretmenlik mesleğine başlayan Ahmet Sezgin, çeşitli liselerde görev yaptı. Askerlik hizmetine Ankara/ Polatlı Topçu ve Füze Okulunda asteğmen öğrenci olarak başlayan Ahmet Sezgin, bu görevini Millî Eğitim’de asteğmen öğretmen unvanıyla tamamladı. Birçok dershanede öğretmenlik ve yöneticilik yapan Şair-Yazar Ahmet Sezgin, hâlen Terme’de Temel Kır Kız Anadolu İmam-Hatip Lisesinde görev yapmakta; çeşitli okul ve kurumlarda eğitim ve kültür alanında seminerler verip imza günü ve söyleşilerde bulunmaktadır. Ahmet Sezgin, 1987-1988 yılları arasında bir grup üniversiteli arkadaşıyla “Mesaj” isimli bir kültür-edebiyat dergisi çıkardı. Deneme, inceleme, biyografi, anı, hikâye ve şiirleri Güneysu, Mavera, Türk Edebiyatı, İslamî Edebiyat, Kırağı, Kültür Dünyası, Çınar, Ay Vakti, Yedi İklim, Yolcu, Berceste, Bir Nokta, Arkesanat, Samsun Kültür Sanat, Tüm Şehir, Dört Mevsim Edebiyat, Bilgi Pınarı gibi dergilerle birçok ulusal gazetede yayımlandı. Eğitimci-Şair-Yazar Ahmet Sezgin’in yayımlanmış eserleri şunlardır: “Türk Edebiyatında Ölüm Şiirleri Antolojisi” (Cengiz Yalçın ile, Ünlem Yay, İstanbul, 1993), “Güllerimi Ver Anne” (Şiir, Etüt Yay, Samsun, 1999, 2007), “Termeli Yazarlar ve Şairler Ansiklopedisi” (Biyografi, Samsun, 2012), “Aşk Medeniyetine Yolculuk” (Deneme, Etüt Yay., Samsun, 2014, 2017, 2019), “Kırk Yazardan Kırk Hikâye” (Etüt Yay., Samsun, 2020), “Ortaokullar İçin Hikâye Seçkisi” (Etüt Yay., Samsun, 2020), “Türkçenin Feryadı ve Dil Davamız” (Derleme, Etüt Yay., Samsun 2020), “Hüzün Yağmurları” (Şiir, Klaros Yayınları, Ankara, 2020) Türkiye Yazarlar Birliği üyesi Ahmet Sezgin, evli olup iki çocuk babasıdır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.