Yeryüzündeki ilk kurum olan aile, insanın kendini güvende hissedeceği en huzurlu “liman”; iyiliğin, doğruluğun, güzelliğin, faziletin yaşanıp öğretildiği bir “manevi okul”dur. Aile; fertlerinin sevgi, saygı, merhamet ve erdemle mutlu olacağı bir yuva olduğunda milleti ayakta tutup yükselten en önemli “yapı taşı” ve sahip olduğumuz en “kıymetli hazine”dir.
Sevgi, saygı, merhamet, şefkat, nezaket, zarafet, güvenilirlik, sadakat, samimiyet, sözünde durma, mertlik, sorumluluk, edep, iffet, hayâ, dürüstlük, hoşgörü, sabır, kanaat, şükür, dua, fedakârlık, yardımseverlik, dostluk, vefa, güven, alçakgönüllülük, şeref, cesaret, bağışlama, adalet, hakkaniyet, diğerkâmlık gibi faziletlerin tohumlarının çocukların gönül toprağına atılacağı ilk ve en önemli yer; şuurlu ve huzurlu bir ailedir.
Rabbimizin bize eşlerimizden “gözün aydınlığı” olarak armağan ettiği en güzel nimet, yuvadaki çocuktur. Evlat, “insan olmanın beşiği” olan ailede ebeveyn için nimet olduğu kadar birer emanet ve imtihandır. Bu emanete sahip çıkmak, nimete şükretmek ve imtihanı kazanabilmek için onlara güzel örnek olup iyi terbiye vermekle mümkündür. “Bir baba, çocuğuna güzel ahlaktan daha üstün bir miras bırakamaz.” buyuran Allah Resulü’nün kutlu hakikat çağrısına kulak vermek gerek.
“Mâsum Anadolu’nun sâf çocuğu Sakarya”nın ayağa kalkarak erdemli ve güçlü Türkiye’yi inşa edebilmek, Mehmet Âkif’in idealize ettiği “Âsım’ın nesli”ni yetiştirebilmek; evlerimizin çocuklarımız için “yuva” ve “anaokulu”na; yaşlılarımız içinse mutlu “huzurevi”ne dönüşmesiyle mümkündür.
Bir annenin şefkatli kollarında ninnilerle uyuyan çocuğun rüyası, cennet olur. Konforlu evlerde yalnızlığı yaşayan, en önemli oyuncağı ve arkadaşı akıllı telefonlar olan çocuklarımız ise annelerinin sevgi ve şefkat yüklü ilgi ve terbiyesine hasret yaşıyor. Çünkü anne sütünün yerini hiçbir gıdanın tutamayacağı gibi, annelerin içirdiği sevgiyi hiçbir bakıcı veremeyecektir. Annelerin çocuklarının yüreğine fısıldadığı ninnileri, türküleri, ilahileri, duaları hiçbir mürebbiye, onların gönlüne üfleyemeyecektir. Hiçbir özel öğretmen, anne kadar ana dilini çocuğuna sevdiremeyecektir.
Anne ve babaların karşılıklı sevgi, saygı, samimiyet, sadakat, sabır ve fedakârlıkla meydana getirdikleri sağlıklı aile ocağında yetişen evlatların gönül ocakları da daima sıcak ve huzurlu olur. Aile bağları sağlam olmayan insanlar, topluma ve devlete ayak bağı olur.
İstiklâl ve İslam Şairi Mehmet Âkif, “Mahalle Kahvesi”nde “Dünyada en safâlı hayat”ın ve saadetin “aile hayatı” olduğunu ifade ediyor:
“Sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle; / Evinde akşam otursan kemâl-i izzetle; / Karın, çocukların, annen, baban, kimin varsa, / Dolaşsalar, seni kat kat bu hâleler sarsa; / Sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz mı? / İçinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı? / Karın nedîme-i rûhun; çocukların rûhun; / Anan, baban birer âgûş-i ilticâ-yı masûn.”
Kadın; sevgi, şefkat, merhamet, edep, hoşgörü, zarafet, letafet ve güzelliğin; erkek de saygı, hak, adalet, cesaret, mertlik, kahramanlık, mütevazılık, irade, azim, güven, çalışma ve sorumluluğun timsali olabilirse evler, hem eşler hem de çocuklar için cennet yuvası olur.
Eş seçiminde en önemli vasıflar; memuriyet, zenginlik ve fiziki güzellik olmuşsa nasıl sağlam bir aile inşa edeceğiz? “Aşk evliliği yapacağım!” diyenlerin akılları seyahate mi çıktı? Aklın olmadığı yuvada ne kadar dirlik-düzen olur? “Mantıkî evlilik yapacağım.” diyenler, “anonim şirketi” mi kuruyor? Gönlün olmadığı yerde mutluluk olur mu? Ailesiyle istişare edip iyice düşünmeden evlenenlerin çoğu, sonunda mutsuz ve pişman oluyor. Akıl-gönül dengesini kurarak yani aklıselimle alınmayan karardan pek hayır çıkmıyor.
“Kendileriyle sükûnet (huzur) bulmak için eşler yaratıp” aramızda “sevgi” ve “merhamet” kılan Allah’ın bizlere emanet ettiği, “bir bütünün iki yarısı” olan eşlerimize ne kadar şefkat gösterip sahip çıkabiliyoruz? Kendimizi ve ailemizi “yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem”den Allah’ın emrettiği gibi ne kadar koruyoruz?
“Sizin en hayırlı olanınız, ailesine en iyi olanınızdır.” diye buyuran Peygamber Efendimiz (sav)’in hadis-i şerifini hayatımıza ne kadar rehber eyledik? Allah Resulü’nün: “En olgun imana sahip mü’min, huyu en güzel ve ailesine karşı en nazik, lutufkâr olanıdır.” sözünün şuuruna erebildik mi? Hz. Ali (ra) ile tartışan kızı Hz. Fatıma’ya: “Kızım, kocanla konuş, sıkıntını anlat, konuşmasına müsaade et, dinle ve akıllı ol.” diyerek bizlere aile mutluluğunun sırlarını veren sevgili peygamberimizi anlayıp yuvalarımızı cennet eyleyebildik mi? Eşler; birbirlerini hayat arkadaşı, derttaş, huzur ve güven kaynağı olarak görebiliyorlar mı?
Anne; çocuk doğuran değil, toplumu doğuran ve dirilten çok değerli bir varlıktır. Bir kadının iyi bir eğitim almasıyla bir aile de terbiye edilmiş olur. Annelik; gönüllü yapılan, karşılığı ancak Allah’tan beklenecek, dünyanın en güzel, en hayırlı ve çileli işidir.
Anne, sadece çocuğunu doğurup besleyen, yemek yapıp bulaşık yıkayan, evi temizleyen, çocuğunun her dediğini yapan biri görüldüğünden beri; baba da evin geçimini sağlayıp evlatlarının her türlü maddi isteklerini yerine getiren ve otoritesiyle korku(tu)lan varlık olarak telakki edildiğinden beri evler yuva sıcaklığını, aile saadetini kaybetti. Anne ve babalar, çocuklarına sevgi ve merhametle birlikte edep, dürüstlük ve sorumluk bilinci veremiyor.
Yüz yıllardır inançlı, şahsiyetli, vatansever, mert, namuslu, dürüst, adaletli, merhametli ve güzel insanlar yetiştiren en önemli mektebimiz ve kurumumuz olan ailede depremler yaşanmakta. Evliliklerin çoğu, sağlıksız ve bilinçsiz. Mutlu bir yuva kurma hayaliyle evlenenlerin çoğu, ev ve çocuk sahibi olsalar da yuva kuramıyor. Geçimsizlikler, aile içi kavgalar ve boşanmalar hızla artmakta. Yalnız ve stresli ortamda ilgisiz ve sevgisiz büyüyen çocuklar mutsuz ve dengesiz. Lüks eşyalar içinde sosyal medyadaki sahte gülüşler, huzursuz evlerdeki insanların çığlıklarını maskeleyemiyor!
Okul ve ailenin bıraktığı sevgi, ilgi, bilgi, iletişim, sorumluluk, edep ve ahlak boşluğunu çarpık medya, bozuk çevre ve nefsanî arzular dolduruyor. Çocuklarımıza “sağlam bir şahsiyet” ve “millî bir kimlik” veremediğimiz için sigara, içki, kumar, uyuşturucu, şehvet girdabında teselli arayan; internet, akıllı telefon, marka tiryakisi olmuş; taklitçi, sadece tüketen, kavga eden, sanal ilişkiler kuran, okumayan, sorgulayamayan; dilsiz ve tarihsiz, yüce bir ülküsü olmayan, değerler yozlaşmasına sürüklenmiş, bencil, zevkçi, saygısız, merhametsiz, görgüsüz, kibirli, sabırsız, zayıf karakterli ve bunalımlı bir nesille karşı karşıyayız. Ev eşyasını, elbisesini, aksesuarını, lüks arabasını ve kariyerini sevdiği, onlara vakit ayırdığı kadar evlatlarını sevip öpen, onlarla vakit geçiren ne kadar anne-baba var?
Materyalist ve hazcı zihniyet, saf ruh ve zihinleri kirleten internet yayınları, ahlaksız ilişkileri “aşk ve çağdaşlık” adına verip popüler ve kapitalist kültürü bir virüs gibi şırınga eden çarpık TV dizileri, ailelerin çocuklarına karşı ilgisizliği veya aşırı sevgileri, nikâhsız ilişkiler, bilinçsiz evlilikler, aile içi şiddet, manevi değerlerden ve şifahi kültürden uzaklaşma, çarpık kentleşme, devlet sistemindeki aksaklıklar, eğitimin millîlikten uzak olması, yabancı ve yoz kültür; geleneksel aile yapımızı felç etmekte, huzursuz ve bölünmüş ailelerde yetişen çocukların ruhlarında derin travmalar meydana getirmektedir. Flört ettiği sevgilisi olmayan bir genç, çevresinde dışlanıyorsa sağlam bir aile ve erdemli ülke özlemek, hayal olmaz mı?
“Evin direği” olan erlerle “yuvayı yapan dişi kuş”lar; sınırsız özgürlük, tahsilli cehalet, bencillik ve konfor uçaklarıyla gittikleri seyahatten yuvaya bir türlü dönemediler. Evi yuvaya dönüştürecek olan “sevgi, saygı, sorumluluk, sadakat ve sabır” hasletleri eridikçe evliliklere karlar yağdı. Yüreklerin soğukluğunu doğalgazlar bile ısıtmıyor.
“Evlerde saadetler sabunlar gibi köpürdü:
Eve geldi bir tane, nar gibi,
Arttı, eksilmedi.
Evleri felâketler taunlar gibi süpürdü.
Kaderden eski fırtınalar gibi,
Ardı kesilmedi.
Evlerin çoğunda dirlik düzen
Kalan bir hatıra oldu geçmişte.
Gönül almak, hatır saymak arama.
Evlatlar aileye asi işte,
Bir çığ ki kopmuş gider, üzüntüden.
Evlerde nice nice cinayetler işlendi,
Ruhu bile duymadı insanların.
Dört duvar arasında aile sırları,
Bunca çocuk, bunca erkek, bunca kadın,
Gözyaşlarıyla beslendi.”
(Behçet Necatigil, Evler)
Allah’ın “sevgi ve merhamet kanatlarımızın altına” alarak “merhamet duygusu” ve “iyilikle muamele”de bulunmamızı emrettiği anne ve babalarımıza karşı ne kadar şefkatli, mütevazı, sabırlı olabiliyoruz? Anne sevgisini “Cennet, anaların ayakları altındadır.” diyen “Sevgi Peygamberi”nden ve onun muhabbetiyle yanan anne âşığı Veysel Karani’lerden öğrenen bir millettin çocukları, şimdi anne ve babaları yaşlandığında onları ayak bağı görüyor çoğu zaman. Köprü olan, tecrübelerini aktaran, masalcı dede ve nineler de yok artık ailede.
Ozan Neşet Ertaş’ın “İki büyük nimetim var: / Biri anam, biri yârim. / İkisine de hörmetim var / Biri anam biri yârim.” diyen türküsünü anlayabildik mi? Kadınları ya anne ya hemşire veyahut yâr olarak gören aşk medeniyetini idrak edebilseydik böylesine kadın tecavüzleriyle eş ve sevgili cinayetleri olur muydu bu ülkede?
Sahi, günümüzde ebeveynler, çocuklarının girdiği sınavlardan düşük not almasına mı daha çok üzülüyor yoksa aile, arkadaş, komşu ve akraba ilişkilerinin sağlıklı, dengeli ve erdemli olmamasına mı? Evlatlarının kendilerine para ve itibar sağlayacak bir mesleği olmamasından mı daha çok korkuyorlar yoksa hayat ve insanlık imtihanından başarısız olup ebedî saadete erememesinden mi?
Bir eğitimci olarak aile meselesiyle ilgili olarak aklıma önemli bir şey takılıyor: Bu ülkede kurbağanın anatomisi, Everest’in yüksekliği bile öğretilirken liselerde niçin aile ve ebeveyn eğitimi verilmez?
Ailenin kutsallığının şuuruna varan, birbirlerine sevgi, saygı, güven, sadakatle bağlanan; çocukların mide, akıl ve ruhlarını helâl gıdalarla besleyen; Allah’ın adıyla okuyan, evlatlarının ruhi, zihnî ve sosyal gelişimlerini önemseyen, onlara şefkat ve adaletle muamelede bulunup her şeyden önce edep, dürüstlük ve sorumluk bilinci veren; “büyük Türkiye rüyası”yla “Âsım’ın nesli”ni huzurlu, güvenli ve hayırlı bir yuvada inşa etmeye gayret eden; bu milletin en önemli kalesini koruyan, geleceğimize umut olan, gönül fatihi ve kahramanı anne ve babalara selam olsun!
“Arılar kovanında, kulübesinde köpek.
Her an düşüneceğim: Allah ne kadar iyi!
Bir parça aşk, bir parça sevinç, su, güneş, ekmek,
Bahtiyar, seveceğiz, yaşamayı, ölmeyi.”
(Ziya Osman Saba)