Hadisçiler Diyarı
14 Nisan Pazartesi, Taşkent:
Ankara’dan gece 12’den sonra AJet ile üç buçuk saat uçtuktan sonra iki saatlik bir fark olduğu için gün doğumunda Taşkent havaalanına indik. Sabah namazını uçakta kılmış olduk.

Otobüse binerek sempozyumun önemli paydaşlarından olan Oriental Ünivesitesi’ne gittik. Geleneksel kıyafetler giymiş kızlı erkekli birkaç üniversite öğrencisinin ekmekli ballı karşılamalarının ardından Rektör Nozimjon Mamataxunov Azizovich Bey’in makamına geçtik. Rektör, sempozyumun koordinatörü olan değerli kardeşimiz Dr. Yılmaz Çankaloğlu’nun da hocalık yaptığı ve birkaç yıl önce açılan, ilk mezunlarını veren bu yeni üniversite hakkında bilgiler verdi. (1) Ardından bizler için Türk usulü hazırlanan kahvaltıya geçtik.


Kahvaltıdan sonra 1551-1575 yıllarında Şeybaniler Sultanı Dervişhan’ın Kokaldaş lakaplı veziri tarafından yaptırılan Kokaldaş Medresesi ve Camii’ni ziyaret ettik, oradaki hocalarla ve talebelerle görüşüp bilgiler aldık.



Sonra grup İmam Külliyesi’ne geçti ve oradaki 1856-1857 yıllarında inşa edilen Mûy-i Mübarek Medresesi’nde sergilenen Hz. Osman Mushafı’nı yerinde gördüler. Bu Kur’an-ı Kerim’in, Emir Timur tarafından 14. yüzyılda Bağdat’tan Semerkant’a getirildiği tahmin ediliyor. Rusların Orta Asya’yı ele geçirmesinin ardından 1869’da St. Petersburg’a götürülen Kur’an, 1923’te geri getirilerek önce Semerkant’a, sonra da Özbekistan Müslümanları Dini İdaresinin müzesi olan Mûy-i Mübarek Medresesi’nde muhafaza edilmeye başlandı.

Külliyede ayrıca, 19. yüzyılın sonunda inşa edilen Tilla Şeyh Camisi ve Özbekistan’ın bağımsızlığını kazanmasının ardından 2007’de yaptırılan Hazreti İmam Camisi de ziyaret edildi ve namazlar kılındı. Ayrıca orada bulunan Özbekistan Müslümanları İdaresi (Müftülük) de ziyaret edildi.


Külliyenin hemen yanına inşa edilen ve oldukça büyük bir proje olan Sivilizasyon Merkezi’nin inşaat çalışmaları devam ettiği için sadece dışarıdan görüldü. Bu devasa merkezin ekim ayında açılışının yapılacağı söylenmektedir.
Grup İmam Külliyesi’ne gidince, ben Taşkent İslam Akademisi bünyesindeki Maturîdî Araştırma Merkezi’ne geçtim ve oradaki hocalar ile görüşmeler yaptım. Onlardan bazıları önceki yıllarda İslam Düşünce Enstitüsü’nün bir ay süre için düzenlediği Maveraünnehir Yaz Seminerleri’ne katılmışlardı. Görüşmede Türkiye ile Özbekistan arasında ilmi olarak ne gibi projeler yapılabileceği üzerinde durduk. Görüşmenin ardından Akademi’nin hemen yanındaki iki-üç türbeyi ziyaret ettikten sonra İmam Külliyesi’ndeki gruba yetişmiş oldum.
Oradan çıkıp İslamabat Cuma Mescidi’ni ziyaret ettikten sonra Taşkent’teki meşhur Beş Kazan lokantasında Özbek Pilavı yedik. Çok büyük pilav kazanlarını ve pilavın nasıl yapıldığını yerinde gördük.


Daha sonra Ekim 2014 tarihinde Kurban Bayramı arifesinde hizmete açılan ve ülkenin en modern camilerinden olan Minor Camii’ne geçtik ve orada 8 saf genç cemaatten oluşan kalabalık bir cemaatle ikindi namazını kıldık. Gençlerin farz namazlarını cemaatle kılmalarına hayran olduk ve ülkemizdeki durumumuzu kritik ettik.


Buradan otobüsle Semerkant’a gitmek üzere yola çıktık. Taşkent’ten çıkış, yoğun trafik nedeniyle epey zamanımızı aldı. Yollar kasisler sebebiyle oldukça kötü, hız sınırlaması ve radar olduğu için yol maalesef fazla zamanımızı aldı. Yol boyu görülen ve hemen her biri aynı planda yapılmış tek katlı evlerden oluşan Kışlak denilen köyleri, yemyeşil boy atmış buğday tarlalarını, meyve bahçelerini gördük. Yollarda çay, meyve, meyve suyu satan yüzlerce dükkân vb. yerler var ise de bizde olduğu gibi mola verilen çok işlevsel dinlenme tesislerinin olmaması da büyük bir eksiklik.

Syrderya veya Sirderya şehrine vardığımızda akşam vakti olmuştu ve Merkez Camii’nde Akşam namazını kıldık. Yeni ve oldukça güzel yapılmış olan caminin tuvaletleri 20×60 cm ebadında ve zeminden 60-70 cm derinliğine yerleştirilmiş metal boşluk tarzındaydı ve ilk defa böyle bir WC gördüğümüz için doğrusu garipsedik. Caminin imamı ile ayaküstü tanışıp tekrar yola koyulduk.

Oldukça yorucu bir yolculuktan sonra nihayet saat 10 sularında Semerkant’a girdik. Şehre giriş, caddeler, çevre oldukça güzel idi. Otele yerleştikten ve akşam yemeğini sonra yedikten sonra birkaç arkadaş ile Registan ve Emir Timur kabrine yürüyüş yaptık, dönüp otelde istirahate çekildik.




15 Nisan Salı, Semerkant

Kahvaltı sonrası Sempozyumun yapılacağı Buhârî Araştırmalar Merkezi’ne geçtik. Oradaki heyet tarafından karşılandıktan sonra tüm katılımcılarla birlikte İmam Buhârî’nin türbesini değil, bizatihi kabrini ziyaret ettik. Kabrin başında, Enbiya YILDIRIM hoca Kur’an okudu, ben de teberrüken Sahih-i Buhârî’nin ilk-son bablarını okudum ve oradan dua ile ayrıldık. Burada devasa bir genişletme çalışması var. İmam Buhârî’nin türbesi de eskisine benzer bir şekilde oldukça büyütülmüş. Her yer inşaat hâlinde. Çok yaygın olan işlemeli ahşap sütunlar yerine açık ahşap renginde Hindistan’dan gelen mermer sütunlar kullanılmış. Klasik ile modern tarzın buluştuğu bembeyaz mermerlerin kullanıldığı çok büyük bir camii, müze vb. müştemilatı tamamlanmak üzere ve ekim ayında açılacağı söyleniyor. Külliyenin etrafı da istimlak edilmiş görünüyor, muhtemelen oteller yapılacaktır.






Oradan 15-16 Nisan 2025 tarihinde Semerkant’taki Buhârî Araştırmalar Merkezi’nde düzenlenen “İmam Buhârî’nin Bilim ve Bilginin Gelişimine Katkısı” başlığını taşıyan Sempozyum açılışına geçildi. Buhârî Araştırmalar Merkezi’nin kubbesinde “Ameller, ancak niyetlere göredir…” şeklindeki Sahih-i Buhârî’nin ilk hadisinin nakşedildiği giriş salonunda Direktörü Shovosil Ziyadov, yardımcısı O. B. Muhammediyev, Oriental Üniversitesi Rektörü Nozimjon Mamataxunov, ASBÜ Rektörü adına Enver Arpa, Karabük Üniversitesi Rektörü adına Karabük İlahiyat Fakültesi Dekanı Abdulcebbar Kavak protokol konuşmalarını yaptılar ve sempozyumun öneminden söz ettiler.

Ardından müze şeklinde tasarlanan daha geniş bir salona geçildi ve salonda teşhir edilen çeşitli el yazmaları, kitaplar tanıtıldı. Salonun en ilginç tarafı karşı duvarında 6 x 2 m ebatlarında Özbek bir ressam tarafından yapılan çok anlamlı bir yağlı boya tablo vardı. İmam Buhârî’nin Bağdat ulemasından 10 kişi tarafından bir camide kalabalık bir halkın önünde imtihan edilmesini çok başarılı bir şekilde yansıtıyordu. Her âlim isnadı ve metni tahrif edilmiş 10 rivayet sıralamış ve sonunda bu yüz rivayet hakkında Buhârî’nin ne diyeceğini sormuşlardı. İmam Buhârî tek tek her âlimin önce yanlış rivayetini, ardından da doğrusunu sıralamak suretiyle 100 rivayetin sahih şeklini onlara sıralamıştı. Bunun üzerine Bağdat uleması Buhârî’nin ne kadar büyük bir hadis hafızı ve muhaddis olduğunu görmüş oldular.



Bu salonun kapıdan girildiğinde sağ duvarın üstünden başlayarak 3 duvarda tahminen iki metre büyüklüğünde olmak üzere Buhârî’nin annesiyle birlikte 16 yaşındayken ilim için Mekke’ye rıhleye çıkışı, daha sonra ilmi yolculuğunda nerelerde bulunduğunu, nasıl yetiştiğini ve en sonunda memleketine büyük bir âlim olarak nasıl döndüğünü anlatan on-on beş kare yağlı boya resmi daha yer almaktadır. Aynı ressam tarafından yapılan ve üç duvarın üst kısımlarını süsleyen bu anlamlı resimler, İslam coğrafyasında belki de bir ilktir ve sanat olarak da enfestir.

Daha sonra başka bir salonda sempozyuma geçildi. Salon en fazla 50-60 kişilik küçük bir salon idi. Orada da organizasyon adına Dr. Yılmaz Çankaloğlu ve ardından Semerkant Türkiye Başkonsolosu Salih Caner Bey birer hoş geldin konuşmasıyla sempozyumu başlattılar.
Sempozyuma çoğu Türkiye’den olmak üzere 50 kadar ilim adamı bizzat iştirak etti. Özbekistan, Suriye, Ürdün, Hindistan ve başka ülkelerden de katılım vardı. Sempozyumda en ilgimi ve dikkatimi çekenler, Prof. Dr. Orhan Atalay, Dr. Tayyip Elçi ve Edinahan Muhammed Yusuf’un sunumlarıydı. Orhan Atalay, 4 dönem milletvekilliği yapmış olmasına rağmen başarılı sunumuyla akademik hayatından kopmadığını gösterdi. Tayyip Elçi, Güneydoğu medrese mollalarından Özbeklerin tabiri ile ‘nurani’ yani ilerlemiş yaşına rağmen İmam Buhârî’nin fıkhi mezhebine dair düzgün bir Türkçe ile nitelikli bir sunum yaptı. Diğer sunum ise Özbek bir hoca hanım olarak kendisini yetiştirmiş, Türkiye’de bir Arap üniversitesinde Maveraünnehirli ve Horasanlı hadisçi hanımlar hakkında Arapça yüksek lisans yapmış olan, rahatsızlığına rağmen bastonuyla gelip “Kerime bint Merveziyye” hakkında sunum yapan merhum müftü M. Yusuf’un kerimeleri idi. Şüphesiz her sunum emek mahsulü idi ancak hem zaman darlığı hem de müzakere yapılamaması, sunumlardan daha fazla yararlanmaya mâni oldu.

Sunumların yarısı yüz yüze, yarısı da online olarak gerçekleşirken maalesef bir iki istisnası dışında müzakerenin yapılmaması önemli bir eksiklikti. Ayrıca salonun küçük olması sebebiyle dışarıdan katılım da yok gibiydi. Oysa en azından yanı başındaki Hadis Mektebi hocaları ve öğrencileri pekâlâ bu sempozyuma katılmalıydı. Bir diğer husus da bu 50 kadar katılımcı hocamızın en azından Hadis Mektebi’nde, Taşkent ve Semerkant’taki diğer ilmi kurumlarda hocalarla ve talebelerle buluşturulması, kısa da olsa ders verdirilmesi uygun ve yararlı olabilirdi. Fakat “Baş, başa; baş da Padişaha bağlıdır” fehvasınca böylesi çok işlevsel bir fırsat da değerlendirilmemiş oldu. Beni tanıdıkları için ben Maturidi ve Buhârî Araştırma Merkezleri hocalarıyla bir araya gelip müzakere fırsatı bulabildim.
Sempozyum devam ederken, aralarında TRT AVAZ’ın da bulunduğu birkaç TV kanalı ben de dahil bazı hocalarımız ile sempozyum hakkında kısa röportajlar yaptılar. Hadis Mektebi’ni katılımcılar sadece öğle yemeği esnasında görebildiler. Oysa dört yıllık bir hadis enstitüsü olan bu kurumun da tanıtılması, çoğu hadisçi olan hocalardan yararlanılması uygun olurdu.

Akşam yemeği sonrası Orhan ATALAY, Enver ARPA, Mehmet ÇAKIRTAŞ, Abdulcabbar KAVAK hocalarla bir süre yürüyüş yaptıktan sonra otelin önündeki kamelyada oturum vahy-i gayri metluv vb. konularda ilmi müzakerelerde bulunup istirahate çekildik.
16 Nisan Çarşamba, Semerkant:

Sabah kahvaltı sonrası Oriental Üniversitesi’nin Buhara’da bulunan bir fakültesini ziyaret ettik. Orada müftü Muhammed Yusuf’un kızı Edinahan, merhum babasının neşrettiği Mushaf’tan tüm katılımcılara birer nüsha hediye etti. Ayrıca bana yüksek lisan tezinin matbu nüshasını imzalayıp takdim etti.
Oradan ters U şeklinde üç görkemli eserden oluşan ve Farsça ’da “kumlu yer” anlamına gelen Registan meydanına geçildi. Emir Timur tarafından oluşturulan bu meydanda Uluğ Bey, Tilla Kari ve Şir-Dor Medreseleri bulunmaktadır. Emir Timur, seferlerinden kazandığı ganimetleri bu meydanda sergilemiş, önemli kutlamaları burada yapmış ve cezaları burada vermiştir. Uluğ Bey Medresesi, Timur’un torunu olan ünlü astronom ve matematikçi Uluğ Bey tarafından 1417-1420 yılları arasında inşa edilmiştir. Uluğ Bey, burada aynı zamanda dersler de vermiştir. İki katlı medrese içerisinde seksen oda bulunur ve her köşesinde bir derslik yer alır. Bugün bu odalarda çeşitli hediyelik eşyalar satılmakta, bir tanesinde ise 4 Mushaf yazmış Özbek bir hattat, sanatını icra etmektedir.



Gerek bu yapılarda gerekse diğer mimari eserlerde turkuaz çiniler ve mozaikler üzerine yazılmış olan ayetler ve rivayetler dikkat çekmektedir. Aslında bu ayetler ve rivayetler, bir süsleme aracı olarak değil, Müslümanlara belli bir mesajı vermek adına nakşedilmiştir. 3-4 kelimelik kısa rivayetlerden oluşan bu kitabelerde hedef, okuyanlara belli bir mesajın verilmesidir. Ancak bu kitabeler içerisinde sahih, zayıf hatta uydurma olan rivayetler ve kelam-ı kibarlar da yer almaktadır.
Farsçada “Aslan Kapısı” anlamına gelen Şir-Dor Medresesi, 1619-1636 yılları arasında inşa edilmiştir ve ismini ve giriş kapısında bulunan iki aslan figüründen alır.


Farsçada “Altın İşlemeli Medrese” anlamına gelen Tilla Kari Medresesi, 1646-1660 yılları arasında Yalangtuş Bahadır Han tarafından inşa edilmiş olup hem eğitim merkezi hem de mescit olarak kullanılmıştır. Yapının içindeki mescit, altın işlemeli motiflerle bezenmiş, birçok ayet ve rivayetle süslenmiştir.



Buradan İmam Maturîdî’nin kabrine intikal edildi ve o muhteşem türbe ziyaret edildi. Ancak türbe içerisinde tamir ve boyama işlemleri ve çalışma olduğu için kısa bir tilavetten sonra İslam Kerimov’un kabrinin ve Hızır Mescidi’nin bulunduğu yere gelindi. Burada bulunan işlenmiş ahşap tavanı ve direkleriyle, orta alanının çiçeklerle donatılmasıyla dikkat çeken enfes tuvalet binası, medeniyetin umumi bir tuvalete verdiği değeri göstermektedir.





Öğle yemeğini orada yedikten sonra, sahabeden Kusem b. Abbâs’ın kabrinin bulunduğu yere geçildi. Oraya bir mezarlığın içerisinden geçerken Sovyet geleneğine uyarak mezar taşlarının üzerine ölünün büyükçe resimlerinin siyah mermer taşlarının üzerine işlenmesi hatta bazılarının üzerine ölünün kafa heykelinin dikilmesi hepimizin garibine gitti.



Özbeklerin “Şah-ı Zinde” (Yaşayan Sultan) diye tesmiye ettikleri “Kusem b. Abbâs, Hz. Peygamber’in amcası Abbâs’ın oğludur. Annesi Ümmü’l-Fazl Lübâbe bint Hâris el-Hilâliyye, Hz. Hatice’den sonra Müslüman olan ilk kadın olup Resûl-i Ekrem’in hanımlarından Meymûne’nin kız kardeşidir. Kusem, Hz. Peygamber’in cenazesi yıkanırken hazır bulunmuş, cesedi sağa sola çevirmiş, Resûlullah’ı kabrine yerleştirmiş ve kabirden en son o çıkmıştı. Bu sebeple Resûl-i Ekrem’e en son dokunan kişi olarak tanınır. Fazilet ve takvâ sahibi olan Kusem, Muâviye döneminde Horasan civarındaki fetihlere katıldı ve H. 57 senesinde Semerkant’ta şehit olmuş(2) ve buraya gömülmüştür.


Özbekistan’da bilinen tek sahabî olan Kusem b. Abbâs’ın (ra) kabri başında Kur’an okundu ve dualar edildi. Kabrin hemen yanında tek kapılı birkaç metrekarelik boş bir oda dikkat çekmektedir. Verilen bilgiye göre, Kusem b. Abbâs’ı ziyaret eden bir Müslüman bu tövbe odasına girerek orada tövbe etmekteymiş.

Semerkant ve tüm Özbekistan için manevî olarak en büyük kabir olan bu sahâbî kabri, süreç içerisinde birçok insanın onun yanına, yakınına defnedilmesini, bu da her biri oldukça yüksek, sanat bakımından muhteşem turkuaz taç kapılı ve kubbeli birçok türbenin yapılmasını beraberinde getirmiş ve böylece orası bambaşka bir kabristana dönüşmüştür. Onlardan biri de 1375 yılında vefat eden Timur’un kız kardeşi Şirin Beka Oka’nın kabri üzerine 14. Yüzyılda Timur tarafından yaptırılan bir türbedir. Bu türbeyi önemli ve farklı kılan şey, taç kapısının sağ alt tarafından başlayıp yukarıdan dönerek sol altta bitecek şekilde enfes bir sülüs hat ile büyük Yunan filozofu Sokrat’ın, hayat ve ölümden söz eden, insanın dünya ve ahiret ilişkisini anlatan hikmetli sözlerinin yazılmış olmasıdır. “Kâle Sokrat” (Sokrat dedi ki) diye başlayan o hikmetli sözlerden birkaçı şöyledir: “İnsan, bu dünyada bütün halleriyle azap görmektedir. Ölüm, onun peşindeyken dünyayı talep edene şaşırdım. Asıl evi kabri olduğu halde saray yapana da şaşırdım. Kabir bir kapıdır ve herkes oraya girecektir…” Kur’an’da ve Sünnette binlerce ayet ve hadis varken, Sokrat’tan bu hikmetli ifadeleri türbe taç kapısına yazmak-yazdırmak, aslında medeniyetimizin kendine olan öz güveninin apaçık bir göstergesidir. Allah Rasulü’nün (sav) “Hikmet, müminin yitiğidir, nerede bulursa onu almaya o daha ehildir” (3) hadis-i şerifinin gereğince bu hikmetli sözler koskoca bir kabri süslemiştir.


Buradan Semerkant’ın meşhur açık halk pazarı olan Siyob Pazarı’na gidip çeşitli ürünler aldık. Bibi Hanım Medresesi’nin hemen arkasındaki bu pazarda, her türlü gıda maddesinden, hediyelik eşyaya, ev ürünlerine ve tekstil ürünlerine kadar her şey satılmaktadır.

Oradan Bibi Hatun Medresesi ziyaret edildi. Medrese, Timur’un eşi ve aynı zamanda Çağatay Hanı Kazan Halil’in kızı Melike Hanım (halk arasında Bibi Hanım olarak bilinir) adına 1399-1404 yılları arasında inşa edilmiştir. Semerkant’taki en büyük taç kapısı ile devasa ölçülere sahip olan bu yapı, camisi ve medresesiyle bir külliye olarak tasarlanmıştır. Günümüzde sadece Uluğ Bey Medresesi adıyla bilinen yapı ayakta kalmaktadır. Bu yapının hemen karşı tarafında da Bibi Hatun türbesi yer almaktadır.


Oradan Özbeklerin “Gûr-ı Emîr” diye andıkları Emir Timur Türbesi’ne geçildi. Oldukça görkemli ve bir o kadar ihtişamlı olan bu türbenin içi de fevkalade süslemeleri ve duvarlarına nakşedilen birçok ayet ve hadisleriyle göz kamaştırmakta. Türbenin üst tarafında Timur’un çok hürmet ettiği hocası Seyyid Baraka’nın kabri, onun alt kısmında ise kendi kabri bulunmaktadır. Ayrıca Timur’un oğulları Şahruh ve Miran Şah ve torunları Uluğ Bey ve Muhammed Sultan’ın mezarlarını da içermektedir. Oradaki merhumlar için de Kur’an tilaveti ve dua edildi. Türbe ziyareti sonrası kapıda arkadaşları beklerken Kahire’den üç çocuğu ve eşiyle gelmiş Mısırlı Eczacı kardeşimizle sıcak bir sohbetimiz oldu.


Bu iki gün boyunca Buhara Araştırmalar Merkezi’nden başta Yoldaşhan ve Otobek hocalar olmak üzere diğer hocalar, görevliler, kameraman ve fotoğrafçı arkadaşlar bizlere refakat ettiler ki bu sıcak ilgilerinden dolayı her birine ayrı ayrı teşekkür ederiz.
Akşam yemeğini yedikten sonra bizim için özel olarak açtırılan Ali Kuşçu Rasathanesi’ne gidildi ve yerinde görüldü. Arkadaşlardan bir grup ise Semerkant’ın büyük sufilerinden olan Ubeydullah Ahrâr’ın kabrini ziyaret ettiler.

Devam edecek…
- Bilgi için bkz: Oriental University
- Bkz: Abdulhalik Bakır, “Kusem b. Abbâs” maddesi, Diyanet İslam Ansiklopedisi, XXVI. 462-463.
- Tirmizî, Sünen, IV, 348, no: 2687.
Fotoğraflar: Doç. Dr. Mehmet Çakırtaş
