1. Anasayfa
  2. Edebiyat
  3. İnceleme

Dostoyevski Türk Düşmanı Değildi

Dostoyevski Türk Düşmanı Değildi
1

“Bir insanı anlamaya çalışmak” diyor Hannah Arendt, “Onu bağışlamakla eşdeğer değildir.”

Dostoyevski’ye Türk düşmanı demek, Yavuz Sultan Selim’e Farisî düşmanı demekle eşdeğerdir. Büyük Türk sultanı Yavuz Sultan Selim, devletinin Doğu sınırında gördüğü tehlike üzerine, yüzünü Batıya dönmüş Türk ordusuyla bu kez Doğu seferine çıkmış, Safevî hükümdarı Şah İsmail ve ordusunu dağıtarak, devletinin güvenliğini garanti altına almıştır. Bu savaş, büyük hükümdar Yavuz Sultan Selim Han’ı, Şii-Alevi ya da Farisî düşmanı yapmaz. İmparatorluklar, kurduğu düzenin devamı ve istikbali için önüne giren engelleri ezip geçmekle meşhurdur. İmparatorlar, duygusal davranmaz. Büyük İskender, Hindistan’a giderken önüne çıkan Persleri, Mısırlıları birer birer ezip geçmekten çekinmemiştir. Roma’nın Yahudiye valisi Pontius Pilatus, İsa’nın ölüm fermanını onaylarken, bunu Yahudi sempatizanlığı ya da İsa nefretiyle değil, Kutsal Roma’nın devamı adına yapmıştır. Napolyon, “Amacım Mısır’ı işgal etmek değil, halkı özgürlüğüne kavuşturmaktır.” derken tek amacı imparatorluğunun çıkarlarını korumaktı. Bu, imparatorlukların doğasıdır.

 

Düşman Değil Engel

Nasıl ki Türklerin kızıl elması Roma’dır, bunun nedeni de, İtalyan düşmanlığı değil, İ’lây-i Kelimetullahtır, Dostoyevski’nin Türklerle ilgili fikirleri de böyledir. Yazara göre, Türkler düşman değil, engeldir. Asıl düşman Avrupa’dır. Dostoyevski’nin rüyasını gördüğü ideale göre dünyayı kurtaracak tek yüksek medeniyet olan Ruslar, öncelikle Hristiyan Slav kardeşleriyle ilgilenebilmek, sıcak denizlere inip Akdeniz’in kontrolünü ele geçirmek, Ortodoks Hristiyanlığın merkezi olmak için İstanbul’u Türkler’den almalı, Ayasofya’nın tepesindeki hilal sökülüp yerine haç takılmalı, Avrupa’nın Doğu sınırı olan şehir, Rusların yeni başkenti olmalıdır.

Dostoyevski’nin, hem “Karamazov Kardeşler”de hem de “Bir Yazarın Günlüğü”nde Türkler aleyhine yazdığı ve kurguladığı sahnelerin, kullandığı acımasız ifadelerin arka planını bilmeden, “Dostoyevski Türk düşmanıydı” demek, ancak duygusal bir yaklaşım olur. Şöyle bir bakalım;

 

Bir Fantezi: Avrupa Sevdası

Rus Çarı Nikolay, 1833’te “Elimizde hasta bir adam var beyler.” derken Türkleri kastediyordu. Amacı boğazları alarak Doğu sınırının kontrolünü ele geçirmekti. Nitekim 1853’teki Kırım Harbinde bunun savaşına girmiş, Rusları Avrupa’dan ve Akdeniz’den uzak tutmak isteyen İngiliz ve Fransızların yardımıyla, geri püskürtülmüştür. Bu olaylar yaşanırken Dostoyevski, Sibirya’da bir Çar hayranı olarak İncil okumakta, İsa inancının Rus mayasındaki gücüne şahitlik etmektedir. Avrupa merkezli ideolojilerin (Sosyalizm, Nihilizm, Anarşizm) Rusların ruhuna zehir akıttığını düşünen Dostoyevski”nin asıl düşmanı Türkler değil, başta Fransızlar, Almanlar ve İngilizler olmak üzere Avrupa ruhudur. Nitekim tüm dünyada Dostoyevski deyince ön plana çıkarılan Raskolnikov da, Avrupalı ideolojilerle ruhunu zehirlemiş bir Rus çocuğudur. Sosyalist Avrupalı aydınların ve ülkemizdeki Batı hayranı aydınların Dostoyevski eşittir Raskolnikov yorumunun arka planında yatan düşünce budur. Raskolnikov, Dostoyevski’nin en Avrupalı roman karakteridir. Hiçbir kutsalı yoktur. Ne tarihe, ne mitolojiye, ne İsa’ya ne de kiliseye saygı duymayan bu toprağına yabancı aydın karakterin elinde, işlediği cinayeti sorgulatacak vicdanından başka değeri kalmamıştır. Dostoyevski de, ülkesindeki ütopik sosyalist devrim hayali kuran enteleijansiyaya, “işte sizin ürettiğiniz ve Rusya’nın geleceğini kaosa sürükleyecek tipoloji bu” mesajını vermek istemiştir. Nedense Suç ve Ceza hayranı bu aydınlar, “Budala” romanının sonundaki, “Bu Avrupa sevdası, bir fanteziden ibarettir.” cümlesini pek görmek istemezler.

Cemil Meriç’in meşhur sözünü hatırlayalım: “Namuslu bir entelektüelin ilk görevi, ülkesinin çıkarlarını, düşman bir dünyaya haykırmaktır.” Dostoyevski’nin romanlarında Türklerle ilgili en ağır ifadeler Karamazov Kardeşler’dedir. Bu roman yazılırken Türklerle Ruslar arasında 93 Harbi (1877-1878) yaşanıyordu. Rusya’da kamuoyu ikiye bölünmüş durumdaydı. Bir taraf “Türklerle niçin savaşıyoruz?” sorusunu sorarken, diğer taraf “Türklerle savaşmalıyız.” iddiasını savunuyordu. Dostoyevski de “Türklerle savaşmalı, İstanbul’u almalıyız.” diyen Çar taraftarları arasındaydı ve “Bir Yazarın Günlüğü”nde neden Türklerle savaşmaları gerektiği konusunda birçok yazısı bulunmaktadır. Bir savaş ortamında yazılmıştır Karamazov Kardeşler. Dostoyevski, Türkleri Rusların büyük imparatorluk hayallerinin önündeki bir engel olarak görmekteydi. Böyle düşünen bir yazarın, her namuslu entelektüel gibi ülkesinin çıkarlarını savunan kalemiyle, milli duyguları coşturarak şekilde olumsuz tasvirler yazması (onun adına) gayet anlaşılır bir şeydir. Bu, Dostoyevski’yi masumlaştırmak değil, ne yapmaya çalıştığını anlamaktır. Türkler Otranto seferine çıkarken ya da Viyana kapılarına dayanırken Avusturyalılardan ya da İtalyanlardan nefret ettikleri için değil, kızıl elma olarak gördükleri cihan devleti hayalinin önünde bir engel olarak gördükleri için bu milletlerle savaşıyorlardı.

 

İdeolojik Körlük

Dostoyevski, iddia edildiği gibi aşırı bir milliyetçi, faşist, ütopik bir anarşist ya da sosyalist bir devrimci değildir. Tüm bunlar, ideolojik körlükle yapılan değerlendirmelerdir. O, bunların daha üstündedir. Belki en insaflı değerlendirme Dostoyevski’nin Hristiyan bir devrimci olduğunu söyleyen Joseph Frank’ın analizidir. Ülkesi ve milleti için bir medeniyet tasavvuru geliştiren Dostoyevski’nin tüm eserleri incelendiğinde verdiği mesaj şöyle özetlenebilir:

“Bir millet, kendi değerlerinin dünyayı kurtaracak tek sistem olduğunu düşünmeden büyük bir medeniyet olamaz. Biz Ruslar, bu değerlere sahibiz. Büyük bir imparatorluk kurmak için Türklerin elinden İstanbul’u almalı, Ayasofya’yı Hristiyanlığın başkenti yapmalı, Rus İsa’sını başta Balkanlardaki Slav kardeşlerimiz olmak üzere tüm dünyaya anlatmalı, değerli bir kilise avlusu olmaktan başka özelliği kalmamış Avrupa’yı ateizm belasından kurtarmalı, ateizmin kaynağı olan Katolisizmi susturmalı, merhametli Rus Hristiyanlığı ile Avrupalıları kurtarmalıyız. İsa’nın gerçek temsilcileri Ruslardır. Rus doğasının güzelliği, hoşgörüsü, zenginliği dünyayı kurtaracak tek adil değerler sistemidir.”

 

Avrupa da neymiş?

Dostoyevski, Sibirya sonrası hayatı boyunca kalemini, “Avrupalılaşmak zorundayız” diyen yüzü Avrupa’ya, sırtı Ruslara dönük Rus-Avrupalı aydın tipine karşı mücadeleye adamıştır. Ruslar dışındaki dünyaya duyduğu nefretin de, kompleksin de sebebi budur. Orhan Pamuk, Yeraltından Notlar için yazdığı yazıda gayet güzel izah eder. Tekrar edelim, Dostoyevski’nin kafasındaki hayalin engeli Türkler, düşmanı Avrupa’dır. Bunu daha iyi açıklayabilmek adına Stefan Zweig’ın kaleminden, Dostoyevski’nin gözünden Avrupa’ya bir göz atalım mı?

“Avrupa da neymiş? Olsa olsa içinde birkaç değerli mezar barındıran bir kilise avlusudur. Ancak artık çürümüşlükten kokuşmuştur. Ondan yeni ekinler için gübre bile olmaz… Fransızlar; kendini beğenmiş züppeler, Almanlar; salam sosis üretmek dışında bir şey bilmeyen düşük seviyeli bir halk, İngilizler; sağduyu tüccarları, Yahudiler; kokuşmuş kibir abideleri, Katolik kilisesi; şeytan öğretisi, İsa ile alay edenler… Protestan kilisesi; sağduyulu bir devlet dini. Dostoyevski’ye göre hepsi de gerçek Rus kilisesinin karikatürleridir…

 

Dostoyevski’nin İtirazı

Dostoyevski’nin beşli roman denilen (Suç ve Ceza, Budala, Ecinniler, Delikanlı, Karamazov Kardeşler) önemli eserlerinde, Avrupa ile Ruslar arasındaki doku uyuşmazlığını anlatmaya çalışmış, asıl tehlike ve düşman olarak gördüğü Avrupalılaşmayı karakterleri üzerinden betimlemiştir. Kendi iddiası doğrudur: Bütün bir Avrupa edebiyatından ateizmi İvan Karamazov karakteri kadar iyi anlatan ikinci bir karakter bulamazsınız. Öte yandan, Dostoyevski’nin yaşadığı dönem temel alındığında, yazarın zihninde Türkler, şanlı geçmişine rağmen eski heybetini kaybetmiş, değişen zamana ve şartlara uyum sağlamaya çalışan zayıf bir devlet görünümündeydi. Bütün dünyada olduğu gibi Rusya’da da büyük lider Napolyon, asil millet Fransızlar olarak görülüyordu. Dostoyevski de buna itiraz ediyordu.

Büyük yazarlar, devletler ve toplumlar tarafından ideolojik ve çıkar amaçlı kullanırlar. Buna itiraz etseniz de engel olamazsınız. Yine de bir yazarı bütünüyle kucaklamak insaflı bir edebiyat eleştirisinin ilk amacı olmalı. Dostoyevski’yi Suç ve Ceza’dan ve Raskolnikov’dan ibaret görmeye alışmış Türk entelejansiyası, Avrupalı efendilerinin esaretinden kurtularak, onu tüm fikirleriyle sağduyulu bir şekilde yeniden yorumlama çabasına girişmelidir. Dostoyevski, Türk düşmanı değildir, olamaz da. Nitekim o “Hangi Rus’u kazısan, altından Tatar çıkar.” deyişinin ne demek olduğunu iyi bilir.

Ekrem Özdemir, Mehmet ve Fatma Özdemir’in oğlu olarak 1977’de İstanbul’da doğan yazar, aslen Trabzonludur. Bir kamu kuruluşunda metin yazarlığı yapmaktadır. “FENA Mevlana’da Özgürlük” isimli bilimsel bir çalışması, “Güzel Ayrılık” isimli bir romanı, 2020 TYB Şehir Kitabı Ödülü alan ‘Şehir ve Modern’ isimli bir inceleme-araştırma eseri, "Toprağına Yabancı Aydın" adını taşıyan, Dostoyevski üzerine bir de eleştiri kitabı bulunmaktadır. Mağara Dergisi ve Notlar Dergisi’nde editörlük ve yazarlık yapmış olan yazar, babasının hatıralarını içeren “Haviz-Bir Trabzon Masalı” isimli eserin editörlüğünü yapmıştır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (1)

  1. 13 Mayıs 2025

    Bu mutedil yaklaşım ve analiz için tebrik ederim azizim

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir