1. Anasayfa
  2. Dünyanın Renkleri

Endülüs Şehirleri – I –

Endülüs Şehirleri – I –
0

Endülüs şehirleri denince akla öncelikle Kurtuba, Gırnata, İşbiliyye, Tuleytula ve Malaga gelmektedir. Bu şehirler eski ihtişamlarında olmasalar da İspanya’da bulundukları bölgelerin öne çıkan yerleşim yerleri olmaya devam etmektedirler.

  1. Kurtuba/Cordoba

Endülüs Emevî Devletine 275 yıl başkentlik yapmış olan bu kadim şehir, o tarihlerde dünyanın önemli bir kenti ve kültür merkeziydi.

“Kurtubalı Müslümanlar, kendi şehirlerini (Kurtuba’yı) “ümmü’l-kurâ/şehirlerin anası” veya “Endülüs’ün Mısır’ı”olarak nitelemekteydiler. X. yüzyılda Kurtuba 400-500 bin nüfuslu bir şehirde ve o tarihte Avrupa’da ya da Kuzey Afrika’da bu büyüklükte başka bir şehir yoktu. Aynı tarihlerde diğer Endülüs şehirlerinden Malaga, Meriye ve İşbiliye, 70-100 bin arasında bir nüfusa sahipti.

Kurtubalılar kendi şehirlerini bu şekilde vasf ederken dışarıdan gelenler de ilginç değerlendirmeler yapmaktaydı. Mesela X. yüzyılda kimilerine göre bir Fatımî casusu olarak şehre gelen İbn Havkal, bu kent hakkında önemli bilgiler verir. Ona göre; “X. yüzyılda Kurtuba, Endülüs’ün en büyük şehridir. Mağrib diyarında, el-Cezire, Şam ve Mısır’da onun gibi ya da ona yaklaşacak kadar kalabalık, çarşıları geniş, rahat, temiz, camileri mamur, hanları hamamları çok olan başka bir şehir yoktur.”

Sebte’de doğmuş, öğrenimini Kurtuba’da tamamlamış, Norman Kralı II. Ruggero’nun (1130-1154) ilk yıllarında Sicilya’nın başşehri Palermo’ya yerleşmiş, onun hizmetinde bulunmuş ve orada ölmüş olan İdrisî de Kurtuba hakkında şunları söylemektedir: Kurtuba’nın âlimleri çok seçkin ve kazançları çok iyi, elbiseleri ve binekleri dikkat çekicidir. Şehrin yiyecekleri-içecekleri güzel ve tüccarlarının kazançları boldur.

Müslümanlar gittikleri her yere ivme kazandırmış ve yeni yerleşim yerleri inşa etmişlerdir. Onlar aynı şekilde İspanya’da da 20-25 kadar şehir kurmuşlardır. Bu da Müslümanların fethettikleri yerde kalıcı olmak istediklerinin bir göstergesidir. Şehirleşme Roma’da da vardı. Fakat Müslümanlar fethettikleri yeri kalıcı yurtlar olarak görmekteydiler. Bu da kendini iki şekilde göstermekteydi:

  1. Fethedilen yerlerde var olan eksiklikleri gidermek/ıslah,
  2. Yeni şehirler inşa etme.

Mesela Müslümanlar İspanya’ya geldiklerinde Kurtuba’da Roma döneminden kalma köprünün Vizigotlar tarafından oldukça ihmal edildiğini gördüler. Müslümanlar bu köprüyü imar ettiler.

Çünkü onların niyetleri ganimet elde edip, yağmalayıp bir süre sonra çekip gitmek değil, kalıcı olmak ve ihya etmek idi. Aynı şekilde Müslümanlar, Roma’dan kalma su kanallarını da onardılar. Marida’da asilzadelere hizmet amacıyla yapılmış olan üç katlı su kemerlerini de ıslah ederek bütün halkın istifadesine sundular ve bu kanalları ülkenin her tarafına yaygınlaştırdılar. Günümüzde Valencia’da da Müslümanlardan kalan kanallar bulunmaktadır.

  1. Abdurrahman Kurtuba’da saray bahçesinde yetiştirdiği portakal, şekerpancarı, pamuk gibi ürünleri daha sonra ülke çapına yaydı. Suyun, su kanallarının, su dolaplarının kullanımı ve ülke sathına yayılmasının sonucunda ülkede ürün verimliliği ve çeşitliliği oldu.” (Muhtemelen bunun etkisiyle günümüz Cordoba’sında sanayi yoktur. Tarım ve turizm ön plandadır.)

Endülüslü Müslümanlar bir yönüyle de gittikleri yeri ihya etmek zorundalardı. Çünkü onlar aynı anda kuzeyde Hıristiyanlarla, güneyde Fatımîlerle, doğuda da Abbasîlerle mücadele etmekteydiler. Bu yüzden hem siyasî rekabetten dolayı hem de gerçek bir devlet olduklarını göstermek için gereğinden fazla çaba sarf etmek durumundalardı. Bu yüzden şehirleri imar ettikleri gibi büyük âlimleri de başta Kurtuba olmak üzere bu şehirlere çekmenin yollarını aramaktaydılar.  (Prof. Dr. Mehmet Özdemir, İspanya, 23 Şubat 2024, saat 12.30)

 

Kurtuba Ulu Camii

Endülüs Emevî Devleti’ni kuran (M. 756) I. Abdurrahman, devletin kuruluşundan otuz yıl sonra başkent Kurtuba’da bir cami yaptırmak istemiş o sırada Cordoba Katedrali olan yapının önce bir kısmını sonra da tamamını Katoliklerden satın alarak bu caminin yapımını başlatmıştır. Sonraki Endülüs emirlerinin ilaveleriyle yapı, günümüzdeki formuna kavuşmuş, mihrap mekânı mozaikler ve altın yaldızlı kabartmalarla tezyin edilmiştir.

Oymalı mermer mihrabı bütün camiler içinde en güzel mihraplardandır. Duvarlarda kufi yazılar, lacivert zemine altınla yazılmıştır. Mihrabın etrafına ayetelkürsî ve namaza devam edilmesini vurgulayan ayetler nakşedilmiştir.

Endülüs Emevileri döneminde Emir, mihrabın sağındaki kapıdan camiye girer ve yandaki maksurede namaz kılardı. Soldaki kapı ise zekât gelirlerinin muhafaza edildiği beytülmale açılırdı. Mihrabın üstündeki kubbede havalandırma delikleri bulunmaktaydı. Caminin aydınlanması için kandillerde binlerce ton zeytinyağı kullanılır, amberle de güzel kokması sağlanırdı.

Bu konuda Prof. Dr. Mehmet Özdemir hocanın yaptığı bir değerlendirmeyi burada paylaşmak istiyorum: “Bu caminin yapımıyla Endülüslüler, kuruluştan otuz yıl sonra günümüzde bile gıpta ile seyredilen özgün bir yapı inşa etmeyi başarmış oldular. Bu ve benzeri yapılar, kamu binaları, saraylar, kütüphaneler, heykeller halka bir bilinç aşılama açısından oldukça büyük bir önem taşımaktadır.

  1. Abdurrahman, doğduğu, büyüdüğü çevrenin (doğu İslam dünyasının) kültüründen koparak Endülüs’e gelmedi. O mevcut birikimini İspanya’ya taşıdı ve bu müktesebattan istifade etti. Anadolu’da biz yüz yıldır ancak taklit eserler vücuda getiriyoruz. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Onlardan biri de ‘geçmişimizle bağlantımızın sorunlu’ olmasıdır. ‘Yönelmek ve içine girmek istediğimiz batıyı anlayamayışımız’ da başka bir sebeptir. ” (Prof. Dr. Mehmet Özdemir, Sevilla, 23 Şubat 2024, saat 8.30).

Kurtuba Ulu Camii’nin kıblesinin biraz Şam’a dönük olması dolayısıyla bazı İspanyol araştırmacıların ilginç bir iddiası vardır. Şöyle ki, onlara göre “Emevîlerin, Mekke yerine Şam’ı/Kudüs’ü kıble edinme diye bir niyetleri varmış onun için bu cami de Şam’a doğru inşa edilmiş.” İslamî kaynaklar bu iddiayı kabul etmemektedir. Kıbledeki bu sapmanın caminin yerinde önceden bulunan kiliseden kaynaklandığını söylemek mümkündür. Nitekim II. Hakem, camide son genişletme faaliyetlerini sürdürürken kıbleyi düzeltmek istemiş ancak ulemanın “kargaşaya yol açar” uyarısı üzerine olduğu gibi bırakmıştır.

Dört futbol sahası genişliğindeki caminin inşasında üst üste iki kemer kullanılmak suretiyle yüksek olması sağlanmış böylece hem havalandırma hem de iyi ışık alması temin edilmiştir. Ancak işgalden sonra yapılan bazı tamirat ve tadilat sırasında İspanyollar tarafından aydınlatma kubbeleri kapatılmıştır.

1236’da Kurtuba düştüğünde özellikle İspanya’nın kuzeyinden gelen papazlar, Kurtuba Ulu Camii’nin tamamen yıkılarak yerine bir katedral yapılmasını istemiş ancak halk buna karşı çıkmıştır. Papazlar heyetinin ısrarı ve Kral Carlos’un onayı üzerine caminin ortasından bir kısım yıkılarak içine katedral yapılmıştır. Günümüzde müze olarak gezilen diğer kısımlar ise vaftiz suyuyla tamamen temizlenmiştir.

Zira Katolikler, Yahudileri ve Müslümanları teolojik olarak “mikrop” kabul etmekte, kirlenmemek için onlarla birlikte yaşamayı reddetmektedirler. Bu yüzden Katoliklerin başkalarıyla bir arada yaşama niyeti ve becerisi yoktur.

Caminin içinde bir kütüphane, mihrabın arkasında da kutsal emanetler odası vardı. Kurtuba işgal edilince bunlar yağmalandı ve kitaplar yakıldı. 1492’den sonra da bazı olaylar yüzünden bir kısım Müslümanlar ve az sayıda Yahudi, camiye sığındı ancak bunlar talancılar tarafından öldürüldüler, onun için caminin kapılarından birinin adı “Kan Kapısı” olarak isimlendirilmiştir.

Kan Kapısı’nın karşısında yer alan avlunun duvarında camiye ait orijinal kapı ve tavan parçaları sergilenmektedir. Caminin 22 kapısından sadece 4’ü açıktır.

Günümüzde caminin içinde özellikle orta kısmında yerde zeminle aynı seviyede çok sayıda mezar bulunmaktadır. Asil ve zengin Katolikler yüklü miktarlarda paralar ödeyerek kendilerini caminin içine gömdürmüşlerdir. Onlar böyle yaparak Cennet’i garantilediklerini düşünmektedirler.

Caminin altında yapılan kazılarda Roma döneminde kalma mezarların bulunduğu da tespit edilmiştir.

Kurtuba X. yüzyıla kadar ihtişamını korudu. X. yüzyıldan itibaren iktidardaki iktidarsızlık ülke genelinde olduğu gibi başkentte de gerilemeye yol açtı. Yaşanan istikrarsızlık ortamında halk Kurtuba’yı terk etmeye başladı. Nepotizm (kayırmacılık) ve adaletsizlik sosyal patlamalara sebep oldu. Öyle ki ayaklanan halk, III. Abdurrahman’ın gözbebeği, yazlık başkent Medinetüzzehrâ’yı yıktı, talan etti.

Günümüzde, yaklaşık 780 bin nüfusa sahip olan Cordoba, eski ihtişamından uzak bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Şehirde en çok ziyaret edilen yerlerin başında Kurtuba Ulu Camii (La Mesquita de Catedral), Roma Köprüsü ve İşkence Müzesi gibi yerler gelir. İşkence Müzesinde Müslümanlara ve Yahudilere yapılan işkencelerde kullanılan alet edevat sergilenmekteydi. Ancak muhtemelen halkın baskısı üzerine 2022’de kapatıldı.

  1. Medinetüzzehrâ

Endülüs Emevî halifesi III. Abdurrahman’ın, (saltanatı: 912-961) câriyelerinden birinin ölümü üzerine kendisine kalan mirası Frenk ülkelerinde esir olarak bulunan Müslümanların âzat edilmesi için kullanmayı düşünmüş ancak oralarda herhangi bir Müslüman esir olmadığı anlaşılınca yeni bir saray şehri bina etmek istemiştir.

Kurtuba’nın 8 km. kuzeybatısında, Cebelülarûs (Sierra Morena) dağının güney eteklerinde kurulan Medînetüzzehrâ, Halife III. Abdurrahman tarafından 936’da saltanat ve idare şehri olarak inşa edilmeye başladı ve on altı yılda tamamlandı. Şehrin üst kısmında III. Abdurrahman’ın sarayı, harem dairesi ve kale, orta kısmında bahçe ve yeşil alanlar, en alt kısmında ise Büyük Cami ile köle ve hizmetçilere mahsus evler bulunuyordu.

Şehrin, özellikle de sarayın inşasında çok büyük paralar harcanmış,  saraydaki 15.000 direk altınla kaplanmış, zümrüt, yakut, mermer ve inciyle süslenmişti. Medînetüzzehrâ için yapılan harcamalar kādılkudât Münzir b. Saîd el-Bellûtî’nin tepkisine yol açmış bu uyarıyı dikkate alan halife, harcamaları kısmıştır.

Sonraki dönemlerde Kurtuba’da Âmirîlerin hâkimiyetine (976-1008) karşı halk isyan etmiş, devamında da 1010 yılında Berberîler tarafından bu güzide şehir yıkılmış ve talan edilmiştir. Kent, Murâbıtlar ve Muvahhidler dönemlerinde harap olmaya devam etmiştir. Aragon Kralı III. Ferdinand 1236’da Kurtuba’yı ele geçirince harabe halinde olan Medînetüzzehrâ’yı Kurtuba yönetimine vermiştir. Bu tarihten sonra şehrin taş ve sütunları çeşitli devirlerde yapılan saray, kilise, manastır ve köprü gibi mimari yapılarda kullanılmıştır. Medinetüzzehra yakınlarında bulunan manastır da bu harabe şehrin taşlarıyla yapılmıştır.

Kentten ayakta kalan yapılar da bölgede esen sert rüzgârların etkisiyle toprak altında kalmıştır. Sonraları define avcılarının faaliyetleri de bu güzide şehre çok zarar vermiştir.

İspanyollar bu harabeleri, Romalılara ait zannediyorlardı. Makkarî (ö. 1632) adlı Müslüman tarihçi, Nefhu’t-tîb adlı önemli eserinde Medinetüzzehrâ’yı çok detaylı anlatmıştır. Bu eser, İspanyolca’ya ve batı dillerine tercüme edilince onlar da bu kentin III. Abdurrahman tarafından inşa edilmiş olduğunu anladılar.

Medînetüzzehrâ, 1910 yılında Ricardo Velazquez Bosca adlı İspanyol mimar tarafından keşfedilmiş, Rafael Castejon ve Felix Hernandez, onun başlattığı kazıları sürdürerek bazı sur, avlu, kolon ve duvarları gün ışığına çıkarmışlardır. Bunlar da şehrin ancak % 10’una tekabül etmektedir.

Gerek Kurtuba Ulu Camii’nde gerekse Medinetüzzehra’daki kemerlerde yer alan kırmızı renk güneşi, sarı renk ise çölü temsil etmektedir.  Böylece Endülüslüler geldikleri yeri unutmadıklarını ve o topraklara olan özlemlerini dile getirmişlerdir.

Günümüz şartlarında Kurtuba’dan Medinetüzzehra’ya yolculuk 15 dk. sürmektedir.

 

1964’de Erzincan’da doğdu. 1982’de Erzincan İHL’inden, 1987 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1987-2010 yılları arasında MEB’a bağlı okullarda öğretmenlik yaptı. 1998’de Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisansını, 2004’te de Ankara Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. 2009 yılında M.E. B. Talim-Terbiye Kurulu Başkanlığı Ders Kitapları Yazma ve İnceleme komisyonlarında bir yıl görev yaptı. 2010 yılında MEB tarafından görevlendirildiği KKTC başkenti Lefkoşa’da yine bir yıl öğretmen olarak çalıştı. 2011 yılında Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne geçiş yaparak 2014’te doçent, 2019’da Profesör oldu. Daha çok Endülüs’e yoğunlaşan Parlak’ın yayımlanmış, kitap, makale, kitap bölümleri ve tebliğleri bulunmaktadır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir