(Hikâyenin kahramanları olan iki kardeşe Gazze’de 8 Temmuz 2014’te 11 yaşında şehit olan Kâsım Cabir Kavari ve henüz 1 yaşındayken 9 Temmuz 2014’te şehadet şerbetini yudumlayan Ranin Cevdet Abdil Gafur’un isimleri verilmiştir. Öykü, çocuklar başta olmak üzere İsrail’in saldırılarında can veren tüm şehitlere ve dünyanın dört bir yanından, bu katliama sessiz kalmayan cesur yüreklere ithaf olunur.)
Bir savaş oyunu biz çocuklarınki, siz çocuklar da oynuyorsunuz bu oyunu ama bir farkla:
Siz vurulursanız oyunu kaybedersiniz, biz vurulursak şehit oluruz.
Oyun vakti! Annemin elime tutuşturduğu bir dilim karpuzu aldığım gibi koşmaya başladım. Her yere bahar gelmiş, renkli çiçeklerle bezenmiş yeşil bir halının üzerinde uçuyor gibiyim.
Onu gördüm, benim yaşlarımda bir çocuk. Çömelmiş, elindeki taşla yere bir şeyler çiziyor. Saçları diken diken, elbisesi yamalı, sırtı bana dönük.
-Ne çiziyorsun?
-Özgürlüğü.
Yanına yaklaştım, resmine baktım, çok güzeldi.
-Suphanallah! Ne güzel çizmişsin, sen ressam mısın?
Cevap vermedi, çizmeye devam etti. Yanına çömeldim, sessizce izledim. Resmi bitirdi. İkimiz de hiç konuşmadan uzunca bir zaman resme baktık. O ne düşünüyordu bilmiyorum ama benim kurduğum hayaller çok güzeldi. Birden ayağa kalktı.
-Gitmeliyim!
Başımı çevirdiğimde sırtını gördüm yine. Gidiyordu.
-Gitmesene daha tanışmadık bile, ben Kâsım, sen kimsin, adın ne!
-Annen seni çağırıyor, sen de gitmelisin.
Arkasına bile bakmadan gitti. Giderken çıplak ayaklarına gözüm takıldı. Adım attıkça kupkuru topraktan tozlar havalanıyordu. Çölde mi yürüyordu yoksa yürüdüğü yerler mi çölleşiyordu, anlayamadım. Avazım çıktığı kadar bağırdım.
-Heey! Adını söylemedin?
-Hanzala !
***
Göz kapaklarım çok ağır yavaşça açabildim. Gözlerim acıyor, gökyüzü sisli, havada bir şeyler uçuşuyor ama çok yavaş hareket ediyor. Hiç ses yok, çıt çıkmıyor. Göz kapaklarım çok ağır, tutamıyorum, Hanzala’nın çizdiği resme tekrar bakmalıyım. Çok güzeldi…
Yine mi toz duman etraf, ne kadar zaman geçti acaba? Az önce mi kapatmıştım gözlerimi, sadece göz kırpmış olabilir miyim? Yine ağır ağır ilerliyor şu toz zerreleri. Kararmaya başladı gözlerim.
Karanlıktan griye bir geçiş daha! Açabildim nihayet gözlerimi, anlayamıyorum, beynim durmuş gibi. Kulağımda bir uğultu var, gökyüzünün grili, siyahlı tozlu görüntüsünde beliren bir kadın görüyorum. Hızlı hareket eden tek şey, yüzü kanlı olan bu kadın. Beliriyor, iyice yaklaşıyor, ağzı da kıpırdıyor. Yanaklarımda bir ağırlık var, görüntüyü sarsıyor bu ağırlık. Kadın bir gidiyor, bir geliyor, her gelişinde sarsılıyorum. Galiba konuşuyor. Acaba ne söylüyor? Onu duyamıyorum ki!
Beynimin buzları yavaş yavaş çözülüyor, vücudumu hissetmeye başladım. Dizim acıyor, hareket ettiremiyorum. Bir acı daha hissediyorum, kolum olabilir, elim mi yoksa? Bir bakayım! Başımı çevirmeyi akıl ettim nihayet. Gökyüzünün kapladığı görüntüye biraz bedenim çokça yıkık duvarlar girdi. O kadın yine göründü; üstü başı perişan, toz içerisinde, yüzünün yarısı, başının üstünden akan kanla kaplı. Tanıdık biri galiba! Kim, kim, kim bu kadın? Yine beni sarsıyor üstelik bu defa çekiştirip kaldırmaya çalışıyor. “Yapma! Çekiştirme, canım yanıyor”. “Dur” diyorum ama ağzımdan kelimeler değil sadece iniltiler çıkıyor. Konuşamıyorum. Konuşmak? Nasıl konuşulur, ben de onun gibi yüzümü hareket ettirmeliyim. Nasıl yapıyor bir bakayım. “Dur, gitme, kaybolma!” Başım kocaman bir kaya parçasıymışçasına ağır, zorlanıyorum. Hele göz kapaklarım… Ağırlaştı yine.
Birileri yüzüme vuruyor, bu kaçıncı kendime gelişim? Hayır, hayır! Bu kaçıncı kendime gelemeyişim? Kadıncağız burnumun dibindeydi yine, iyice baktım yüzüne. Tanıdım! Bu kadın benim annem. Yavaş yavaş anlamaya başlıyorum. Etrafıma göz gezdirmeye karar verdim. Zihnim berraklaşıyor, beynimin sisi dağıldıkça idrak etmeye başladım. Şu an yerde, yıkıntıların arasında yatıyorum. Burası bizim evimiz. Annem yanımda, ayağımın üzerindeki beton parçasını çıplak elleriyle kaldırmaya çalışıyor ama her deneyişi hüsran. “Babam nerede?” O olsaydı kaldırırdı betonu. Güçlüdür benim babam. Kardeşim Ranin’i de göremiyorum. Annem yıkıntıların arasında bir o yana bir bu yana koşuşturuyor, bulabildikleriyle molozu kırmaya, kaldırmaya çalışıyor. Elinde dişleri yamulmuş bir çatal var, cebelleşiyor ayağımın üzerindeki beton parçasıyla. Olmadı! Çatal utancından boynunu büktü. Yüzündeki kanı fark etmiştim ama gözyaşlarını yeni gördüm, ağlıyordu benim güzel annem. “Ağlama anne, ben senin bir damla gözyaşına ayağımı feda ederim.”
***
“Bu işgalcilerin hepsi ölmeli, bir tanesi bile sağ kalmamalı. Ölümleri kendi suçları, burada olmamalıydılar. Bu topraklar onların değil, bizim topraklarımız. Tanrı’nın bize vadettiği topraklarda ayrık otu gibi yaşadılar bunca zaman. Bu otları ta 1948’de yolup atmalıydık, geç bile kaldık. Hayır, çok daha önce yapmalıydık.”
-Hedefe varış için son 5 saniye!
Telsizden gelen sesle iç konuşmasına ara verdi Netanel. Şimdi görev zamanıydı, tüm dikkatini toplamalı, yaşama gayesi olan kutsal görevine odaklanmalıydı.
– 5, 4, 3, 2, 1. Atış serbest!
Netanel, El-Ehli Baptist Hastanesini yerle bir etme emri almıştı, 10 gündür süren savaşta yaralananların birçoğu oradaydı, üstelik bombalardan kaçmak isteyenlerin sığınağı olmuştu.
“Hastaneleri, okulları, camileri bombalamak savaş suçuymuş; siviller öldürülemezmiş. Görsünler bakalım tüm dünyanın gözü önünde buraları nasıl cehenneme çeviriyoruz. Sivil değil onlar! Topraklarımıza çöreklenmiş birer parazit hepsi! Yakıp yıkıp yok edeceğiz. Bu habis urun kökünü kurutacağız. Kim, hangi ülke bizi durdurabilecek? Finanse ettiğimiz, yönettiğimiz devletler mi bizi yargılayacak? Yoksa korkak Müslümanlar mı cesaret edip karşımıza dikilecek?”
Dudağını kıvırarak alaycı bir gülümseme yerleştirdi suratına. Kibirli bakışlarını hedefine kilitledi ve büyük bir keyifle arka arkaya iki güdümlü füzeyi ateşledi. Tam isabetle hedefi vuran Netanel arkasında bir toz ve ateş bulutu bıraktığını görünce sevinçten kalbinin patlayacağını sandı. Ağzı kulaklarına varıyordu. Kanlanmış gözleri iyice açılmıştı. Hâlâ bombalaması gereken parazit yuvaları vardı. Abluka altındaki Gazze şeridi boyunca o ve arkadaşları bombardımana devam ettiler. Jet üssüne dönerken keyfine diyecek yoktu, onun gibi asker olan sevgilisi Ilana’ya anlatacaklarını düşündükçe heyecanlandı. Bundan daha gururlu bir an yaşamamıştı.
Tek kelime ile harika
Ellerinize sağlık, nasıl gerçekçi yazmışsınız.Tebrik ediyorum
Filistinli kardeşlerimiz iman gücü dersini ne de güzel verdi de…Bizler ne alabildik acaba?Yüreğine,kalemine sağlık Saniye Hoca’m.