1. Anasayfa
  2. Edebiyat
  3. Deneme

Keder Yakılan Kadınlar

Keder Yakılan Kadınlar
10

O kadınlar…

Ellerine kına değil, keder yakılan; o kadınlar…

Her zorluğu göğüsleyip “bana mısın” demeden; toprağı avuçlarıyla sahiplenen, düştüğü yerden doğrulup ayağa kalkmayı başaran o kadınlar…

Ve o kadınlar…

Gözyaşlarını sineye çeken, “Keşke”lerini mektup gibi katlayıp yastık altına saklayanlar… Gün gün biraz biraz silinen, asla tamamen kaybolmayanlar…

O kadınların yalnızlıkları; bir geceyi delip geçen ay ışığı gibi: sinsi, sessiz ve vazgeçilmez… Sevgiye aç, yabandırlar işte… Arzuladıkları bu sevgi bir aynanın içinde kaybolmak gibidir kimisine… Aynada yansımasını görür, dokunamaz, konuşamaz, ellerini açar gökyüzüne. Ve aynanın camı kırılır, parçalar her yerde. Dağılan her bir parçada ise yine sen olmazsın.

Ve işte şimdi, sormalıyız kendimize:

Bir kadının “yalnız” olması mı daha zor, yoksa kalabalıklar içinde yaşayan bir toplumun,
bunca insana rağmen hâlâ sevgiden bu kadar uzak kalması mı?

Ağlama gözlerim, senin için ağladım ben…

O kadınlar ağlar,
Kimse görmez,
O kadınlar susar,
Kimse duymaz

 Elindeki alyans izi çoktan kayboldu lâkin kalbindeki sızı hâlâ duruyor yerli yerinde.

Ayşe, Mukaddes, Zehra, Pervin, Tülin, Serpil… Kimileri ikinci bir hayatın kapısını araladı, kimileri soyadını değiştirecek kadar yoruldu; ikinci eşler, ikinci çocuklar, ikinci hayal kırıkları… Hayalleriniz ne kefenle gömüldü ne baharla yeniden yeşerdi. Bir kuruyemişçiden kabak çekirdeği alacak kadar sıradan, her sabah çocuklarını okula yollarken içi cız edecek kadar kutsal…

Kına değil ellerinize, keder yakılmış… Ay ışığında yalnız kalanlar. Bir aynada kaybolmuş gibi sevgiye hasret kalanlar…

“Gönül ey… ey ey… sebebim ey…
Keklik gibi kanadımı süzmedim
Murat alıp, doya doya gezmedim
Bu kara yazıyı kendim yazmadım
Alnıma yazılmış bu kara yazı…”

Kaçırılmış bir bayram sabahı, yarım kalmış bir türkü, gerilerde kalmış bir sofra…
Çocukken giydiği o çiçekli elbisenin kumaşında saklı ayazı ve sadeliği taşıyan, gül yüzlü bir kadın düşün: Adı Zehra. Ağlamayı çok küçük yaşta bıraktı; gözyaşları yüzüne değil, ciğerlerine işler. Yaşadığı şehir taştandı, yüreği ise hep nemli kaldı. Bir sabah, eşi kahvaltı sofrasında bırakıp gitmişti onu. Masada yarım kalmış zeytinler, bardakta bitmemiş bir çay ve kapının önünde unutulmuş bir çift terlik kalmıştı geriye.

“Uyma dedim uydun eller sözüne” demişti bir zamanlar.

“Geceleri uyku girmez olmuştu gözüne/ Zalım yastık, diken olmuştu yüzüne…” kelimeler yola geç dökülmüş; hükmü düşmüştü vakti geçene.

O gün köy meydanındaki çınar ağacının altına oturmuştu Zehra. Kendini bir mektubun
okunmadan yırtılmış ve açılmadan geri dönmüş sayfası gibi hissediyordu. “Sana ey, kanımda eriyen kadın…” demişti bir adam yıllar önce. Can nasıl dayanmasındı o sıcaklığa? O sözlere… Nasıl dayansındı çocukla geçen yalnız gecelere, sürekli bozulan çamaşır makinesine, bakkal defterine yazılan son ekmek borcuna?

“Mezara çekmekse beni maksadın
Önümde o siyah gözlerin yansın”… Zehra’nın maksadı ne ölüm ne unutulmak… O, sadece anlaşılmak istiyordu, anlaşılmak. En çok da anlamsız iç çekişlerinden bıkmıştı.

“Genç yaşta dul kaldı, tabii…”
“Kim bilir ne yaptı da…” diyen eğreti gözlerden de yorulmuştu.

Bir sütun alevdi Zehra, bir sütun duman. Yalnızca onu görürdü gözünü yuman.
Çocukları için ateşin içine yürür, gözünü kırpmadan her şeyle mücadele ederdi.
Pazara gider, azıcık maydanozla dönerdi. Lakin hiç “keşke” demezdi yüksek sesle.
Keşke demek zayıflıktı ona göre. Oysa içinde binlerce “keşke” ile yaşardı.

Her gece yalnız yattığı yastığa, bir türkü gibi mırıldanırdı:

“Bu kara yazıyı kendim yazmadım…”
“Alnıma yazılmış bu kara yazı…”
“Kader böyle imiş… ağlarım bazı…”
“Gönül… ey ey ey… sebebim ey…”

Yutkundu. Çünkü adını anmak bile acıyı büyütüyordu. Çünkü bazı kadınlar, gitmekle kalmak arasına saplanan bir hançer gibi olur ya…İşte o da öyleydi. Ne tam gitti…Ne de bir daha döndü.

Bir de Zekiye vardı. Şehrin kenarındaki, yol boyu incir ağacı gölgeli eski gecekondu mahallesinde yaşıyordu. Kızlık soyadına döneli üç yıl olmuştu. Hâlâ çocuğunun okul evraklarında eski soyadını görmek canını yakıyordu. Eskiden ince uzun örgüler yapardı saçına. Şimdi saçlarını toplamıyor bile. Ne kendine aynada bakıyor, Ne de gölgeler arasındaki kendini fark ediyor. Sadece bir gölge gibi yaşıyordu. Bir akşam, oğlunun okul çantasından bir resim düştü yere. Kâğıdın bir köşesine üç kişi çizilmişti: Bir çocuk, bir kadın, bir adam… Kadının başı öne eğikti. Çocuk gülümsüyordu, ama adamın elleri yoktu.

Bazı kadınlar, gölgede büyür. Güneşi hiç görmemiş gibi…

Zekiye’nin yüzünde tek bir çizgi yoktu, bakışlarında yılların nasırı vardı. İlk gençlik yıllarında rüzgâr gibi savrulan bir sevdayla evlendi. Ne aşk kitapları okuyarak, ne masallardaki gibi gelinlik düşleri kurarak… Bir yaz akşamı, köy meydanında babasının “olur” demesiyle gitti.

O gece, uyuyamadı. Dışarıda köpekler havladı, mahallede bir yerlerde hüzün, çocuk ağlamasına karıştı. Oturduğu minder battaniye gibi sırtına dolandı. Uyumak istiyordu,
yastık bir türlü dost olmuyordu ona. Birini sevmişti gençliğinde. Birini…Oysa sevgi yetmemişti işte. O adam, evin kapısından çok kahvehane kapısını biliyordu. Zekiye’nin gözleri camdayken, o kahvehanenin dumanına çoktan karışmıştı.

Hayatı, çarşıdan alınmış yarım kilo patates gibi eksikti. Her şey yarımdı. Sevgi yarım, güven yarım, sabır son kullanma tarihini geçmişti zaten.

“Sen biraz anlayışlı ol” demişti adam. Anlayış mı?..

Sonra bir gün, o da gitti. Bir kâğıtla, bir mühürle, bir soğuk kararla… Ve Zekiye, ayakta kalmayı öğrendi. Ayakta kalmakla yaşamak aynı şey değildi.

“Sana ey, kanımda eriyen kadın
Can nasıl dayansın, nasıl dayansın?
Mezara çekmekse beni maksadın
Önümde o siyah gözlerin yansın.”

“Bir sütun alevsin, bir sütun duman
Yalnız seni görür gözünü yuman.”

Necip Fazıl ne güzel söylemişti…

Bir kadını sadece kendine gömülmüş bir alev gibi tanımlayabilen bir yürek, belki de bu acıyı görmüştü vaktiyle. Zekiye’nin içindeki yangın da böyleydi. Söndürmeye su yetmezdi.

Külleriyle ısınıp, külleriyle yanıyordu.

Ve sonra gece olur… Camdan dışarı bakarken, radyoda o türkü çalar:

“Bu kara yazıyı kendim yazmadım,
Alnıma yazılmış bu kara yazı.”

Çocuk içeride uyur.
Zekiye dışarıyı izler.

Gökyüzü parlar, onun içinde yıldız yoktur. Bütün yıldızlar, bir zamanlar sevdiği adamla birlikte gitmiştir. Kendini anlatamaz. Çünkü onun hikâyesi uzun, dinleyenlerin sabrı kısadır.

Zekiye gibi kadınlar, her köşe başında var. İsmi Zekiye değildir belki. Ayşe’dir, Mukaddes’tir, Tülin’dir, Serpil’dir. Gözlerde aynı cümleler: “Gönül… ey ey… sebebim ey…”

Ankara'da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladı. Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, aynı üniversitenin Eğitim Bilimleri bölümünde yüksek lisans yaptı. Eğitimcilik kariyerinde uzun yıllar öğretmenlik ve idarecilik görevlerinde bulundu; okul müdürlüğü başta olmak üzere çeşitli idari görevler üstlendi. Eğitimcilik kimliğinin yanı sıra yazı ve şiir dünyasında da aktif olarak yer almaktadır. Şehir ve Kültür dergisi ile Asanatlar internet sitesinde yazıları yayınlanmaktadır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (10)

  1. Canım hocam kaleminize sağlık, yüreğimize dokundunuz yine 🩵🌸✨♥️🌹

  2. “Kader böyle imiş, ağlarım bazı” derin bir kabulleniş, nasıl büyük bir çığlık duyabilene. Yüreğinize sağlık Sibel Hanım…

  3. Su gibi akıyor yazılarınız derin ve anlamlı yüreğinize sağlık .

  4. Okadar içten ve güzel ki hayranım🤩

  5. 25 Temmuz 2025

    Okuduğum en iyi şiirlerden birisi

  6. Çok iyi olmuş

  7. ♥️🤍

  8. 26 Temmuz 2025

    Sibel Orhan hocam içe dokunan makalenizi okudum duygular kelimelere dökülmüş manasını bulmuş tebrikler 👏👏👏

  9. 4 Ağustos 2025

    tebrik ediyorum. yaz ve kış, siyah ve beyaz ikisi de gerçek iyi ve kötü olmazsa diğerinin anlamı eksik oluyor.iyilik iyidir demiş tarihde birisi iyiler ve iyilikler yazılarınızda eksik olmasın inşallah

  10. 4 Ağustos 2025

    yazılarınızı keyif ve merakla takip ediyorum. tebrik ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir