Herkes yazar olabilir mi hocam, diye sordu bir öğrencim. Bilmiyorum, dedim. Bilmiyorum ama herkes yazar olmamalı. Birilerinin okuması gerek çünkü. İyi bir okur olmak da neredeyse iyi yazmak kadar önem taşır.
Sonra devamı geldi. Belki de ders kaynatma sorusuydu. Ama umursamadım bunu. İnsan, üstünde çok düşündüğü konuyu sever. Öğrenciler de bunu bilir ve geveze öğretmenleri kolayca kandırırlar.
Devam ettim. Yazabilmek yazarlık unvanı için olmamalı gençler. Çünkü bu unvanda bir şey yok. Birçok insan bu unvanı elde edebilir. Anlatmadan, söylemeden duramadığınız şeyler olmalı. Bu da olmazsa olmaz değil. Çünkü edebiyat bir sanattır ve misyonu dışında estetik haz uyandırma aracıdır. Hem yazmak, bana göre, öncelikle kendimiz için olmalıdır. Bir rehabilitasyon aracı gibi.
Bozulan bir şeyi kapatıp açmak bazen onun çalışmaya devam etmesini sağlar. Yani hepimizin defalarca deneyimlediği bir yöntem, değil mi? İnsan için de böyledir. Uyku, bedensel ve ruhsal hastalıklarda iyileştirici olabilir. Ancak gündüzleri de resetlenme zamanları olmalıdır. Namaz bu resetlemede iyileştirici olabilir. Abdest iyileştirici olabilir. Yazmak da bir resetlenme aracıdır bence. Günlük tutmak. Yazan biri olabilmek isteyen herkese günlük tutmasını tavsiye ederim. Günlüklerinizde gününüzü değil, ilhamlarınızı yazın. Duyarlı olduğunuz her neyse onun üstüne gidin.
Peki ilham nasıl gelir hocam, diye sordu öğrencim. Kapıyı çalıp gelen bir peri varmış gibi. Aniden zihnimin bir nesneye ya da duyguya doğru aydınlanması ve parmaklarımın yazmak için karıncalanması gibi hisleri müşahede etsem de bunu söylemedim.
İlham beklendiği zaman gelen bir şey değildir, dedim. Öncelikle bir birikim sahibi olmalısınız. Sözgelimi denizi anlatmak isteyen birinin önce denize girmesi; denizin kokusunu, ışıkla değişen tüm renklerini görmesi, deniz yaratıklarını tanıması, denizcilik terimlerine göz atması ve denizle ilgili yazılar, şiirler okuması gerekir. İşte bir zaman gelir, bu birikimle okyanusu anlatmak mümkün olur. İlham yoğunlaşan bulutlardan kafasına göre inen tuhaf bir yağmur gibidir. Ama bu yoğunlaşma için sizin çabanız lazım.
Bir zaman sonra birikim, görmediğiniz şeyleri bile anlatacak hayal gücünü sağlar.
Kiraz Küpeler adlı kitabın yazarı Fransızca dersi hocam Mustafa Balel hiç kiraz ağacı görmeden içinde uzun bir kiraz ağacı tasviri olan bir öykü yazdığını anlatmıştı. Bu bana çok garip gelmişti. Zamanla anladım. Kirazları gördü. Onları ilgiyle izledi. Ağaçları her ilkbahar ve sonbaharda inceledi. İçinde ağaç rüzgârı esti. Şiirlerde, öykülerde geçen tüm ağaçları hafızasında canlandırdı. Fıstık ağacının yapraklarını sürtünerek doğan dolunaya baktı. Ruhu bununla doldu. Erken çiçek açan zerdali ağacı için üzüldü. Her gece atlıların geldiği çınar ağacını da bildi. Onunla söyleşti. Gülhane Parkı’nda ceviz ağacı olmayı hayal etti. Ağaçlara sarıldı ve bacakları olsa da benimle gelse dedi. Ay ışığını seven ağaçlarla da tanıştı. Pırıl pırıl sayıklayan ağaçlarla da. Kavakların neredeyse odaya girdiğine şahit oldu. Sonra kiraz ağacı görmeden de kiraz ağacını yazabilir oldu. Ben yine de görmediğiniz şeyi şimdilik yazmayın diyeceğim.
Zil çaldı. Söylenenleri hazmetmek için duraksayan öğrenciler, zille beraber yerlerinden fırlamayı unuttular.