Bazı öğretmenler sınıfa sadece bilgiyle girmez; duruşlarıyla, bakışlarıyla ve hayatla kurdukları bağ ile girerler. Öğrencinin aklından çok yüreğine, alışkanlıklarından çok karakterine dokunurlar. İşte böyle öğretmenlerin devrinde, eğitim kitaplardan sızan bir bilgi değil; insanı yoğuran bir emek hâline gelir.
Bundan yıllar önce, Cumhuriyet’in henüz genç olduğu bir dönemde, bu anlayışı yaşayan ve yaşatan bir eğitimci vardı:
Nurettin Topçu (1909–1975). Kimine göre bir “Anadolu dervişi”, kimine göre “ilk Türk ahlâk filozofu”, kimine göre de çağını aşan bir idealist…
Süleymaniye’nin mütevazı sokaklarından Sorbonne’un büyük amfilerine uzanan bir yolculuk… Ama sonunda yeniden Anadolu’ya, gençlerin arasına dönüş…
1909’da Süleymaniye’de başlayan hayatı, aslında Anadolu’nun hikâyesidir: Erzurumlu bir aile, çalışkan bir baba, sabırlı bir anne… Vefa İdadisi’nde babasını kaybettiğinde henüz bir lise öğrencisiydi. Felsefeye ilgisi o sıralarda filizlendi. İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun olur olmaz girdiği sınav onu Avrupa’ya taşıdı.
Fransa’da önce dil öğrendi, ardından Strasbourg Üniversitesi’nde felsefenin derin kuyularına indi. Aksiyon felsefesinin kurucusu Maurice Blondel’le tanışınca kendi düşünce evreninin merkezi oluşmaya başladı: Hareket, isyan, irade… Bunlar artık yalnızca kavram değil bir hayat programıydı.
Bir de mistik ilgi kapısı vardı Topçu’nun. Louis Massignon’la tanışması, onu Mevlânâ’nın, Yunus’un, Hallâc-ı Mansûr’un kapısına götürdü. Hem Doğu’nun hem Batı’nın mistik damarlarını aynı zihinde yoğurabilen nadir kişilerden biri olarak döndü yurda.
Topçu’nun Öğretmenliği: Akıldan Çok Kalbe Yazılan Bir Eğitim
Topçu için eğitim, öğrencinin başına bilgi yığmak değildi; insanın ruhunu, vicdanını, iradesini ve sorumluluk duygusunu büyütmekti.
Onu iyi bir eğitimci yapan özelliklerin başında işte bu bütüncül yaklaşım gelir:
- Eğitim bir ruh terbiyesidir. Öğrencinin kişiliğine, vicdanına ve ahlaki duruşuna dokunmak, bilginin çok ötesinde bir görevdir.
- Milli ve manevi köklere bağlılık. Topçu’ya göre insan kimliğini bu köklerde bulur; eğitim de bu köklerden kopmadan yapılmalıdır.
- Sorgulayan, düşünen, sorumluluk sahibi gençlik. Onun öğrencileri sadece sınavlarda değil, hayatın içinde başarılı olmayı öğrenirdi.
- Ve bütün bunları “İsyan Ahlakı”nda temellendirdi:
İnsanın kendi zaaflarına, tembelliğine, taklide saplanmış aklına karşı ayağa kalkışı…
Sorbonne’dan Yükselen Bir Vefa: Bayrakların Dalgalandığı O Gün
Topçu’nun eğitim hikâyesi sadece sınıfta değil, Paris’te bir üniversite kulesinde de yazıldı.
Devletin verdiği bursla Fransa’ya gittiğinde, arkasında bir milletin güvenini taşıdığını hiç unutmamıştı.
Sorbonne’da “İsyan Ahlakı” adlı doktora tezi o yıl “en iyi tez” seçildi. Kendisine altın saat, Amerika veya Kuzey Avrupa yolculuğu gibi ödüller önerildi.
Ama o, beklenmedik bir talepte bulundu:
“Üniversitenin giriş ve çıkış kulelerine Türk bayrağı çekilsin.”
İstek hemen kabul edildi.
Ve Paris’in kalbinde, Sorbonne’un kulelerinde, Türk bayrağı yirmi dört saat dalgalandı.
Bu sahne, Topçu’nun devletine ve milletine duyduğu vefanın sessiz bir destanıydı.
Sorbonne’da Bir Türk, İstanbul’da Bir Hoca
Sorbonne’da ahlâk felsefesi doktorası yapan ilk Türk oydu. Tezini savunduğunda kendisine Fransa’da kalması teklif edildi ama o memleketine dönmeyi seçti. Çünkü içinde hep bir çağrı vardı: “Bir nesil yetişecek ve bu toprakların ruhunu yeniden kuracak.”
Döndüğünde Galatasaray Lisesi’ne felsefe öğretmeni olarak girdi. Ardından İzmir, Vefa, Haydarpaşa, İstanbul Erkek Lisesi derken ömrü boyunca gençleri besleyen bir öğretmen, bir düşünce rehberi oldu. Bir dönem Robert College’de tarih, İmam-Hatip Okulu’nda psikoloji ve dinler tarihi anlattı. Devlet üniversitesinde kadro verilmemesine rağmen yılmadı; “hareket adamı” olmanın gereğini yaptı.
Hareket Dergisi ve Bir Düşünce İsyanı
1939’da İzmir’de çıkarmaya başladığı Hareket dergisi, aslında onun iç dünyasının dışa taşmış hâliydi. Yazılarında dönemin iktidarının, modernleşme hamlelerinin, milliyetçilik anlayışlarının ezberini bozdu. Bir yazısı yüzünden İstanbul’a sürüldü; o ise gocunmadan ders anlatmaya devam etti.
Topçu için isyan, bugünün dünyasının sandığı gibi kontrolsüz bir başkaldırı değil; “Allah’a yükselişin adıdır.” İnsan iç ve dış engellerle mücadele ederek özgürleşir; hürriyet, “verilen” değil kazanılan bir şeydir. Ve gerçek hareket, her seferinde insanı daha yükseğe çağıran bir iradenin izini taşır.
O, Bir Şahsiyet Filozofuydu
Topçu’yu dönemin diğer muhafazakâr ya da milliyetçi düşünürlerinden ayıran şey şuydu:
Cemiyeti değil şahsiyeti merkeze alıyordu.
Ziya Gökalp’in sosyolojisinde, Durkheim’ın cemiyetçiliğinde fert geri plandaydı; Topçu bunu reddetti. Ona göre insan “eşref-i mahlûkat” olmayı şahsiyet sahibi oldukça hak ederdi. Bağımsız iradesiyle, kendi iç hesaplaşmalarıyla olgunlaşan, erdem ve merhametle yoğrulmuş bir insan…
“Mesuliyet” onun sözlüğünde sıradan bir kavram değil, neredeyse ilahi bir yükümlülüktü. Toplumun omuzlarına çöken duyarsızlığın, adaletsizliğin, çıkarcılığın panzehiri yine buydu.
Hayatı boyunca öğretmenlik yaptı; ne makam, ne politik zafer, ne akademik unvan peşinde koştu.
20 Kasım 1974’te emekli oldu. Bir yıl sonra, 10 Temmuz 1975’te bu dünyadan sessizce ayrıldı. Mezarına, tıpkı hayatı gibi, gösterişsiz bir tevazu yerleşti.
Şahsiyeti İnşa Eden Bir Öğretmen: Topçu’nun Eğitimdeki Davranış Mirası
Topçu’nun düşünceleri ne kadar derinse, öğretmenlik üslubu da o kadar yaşantıya dökülmüş bir eğitim felsefesiydi.
Kürsüde bir filozof gibi konuşsa da sınıfta bir insan terbiyecisiydi. Öğrencilerinin gözünde, yazdıklarıyla yaşadıkları birbirini tamamlayan nadir hocalardandı.
İşte bu yüzden, onun şahsiyet merkezli düşüncesinin sınıfa nasıl yansıdığına bakmak, hem onu anlamak hem de bugünün öğretmenine bir model sunmak açısından önemlidir.
Bu yaklaşım, günlük öğretmen davranışlarında şöyle ete kemiğe bürünüyordu:
- Hayatıyla Öğretmek: Nurettin Hoca, söylediklerini bizzat yaşardı. Mesela, her zaman dürüst, sabırlı ve adil olmaya özen gösterirdi. Öğrencileriyle tartışırken bile sakin kalıp, onlara saygıyla yaklaşırdı. Bu, öğrencilerin ona olan güvenini ve sevgisini artırırdı.
- Farklı Disiplinlerden Beslenmek: Felsefeden psikolojiye, sanattan sosyolojiye kadar birçok alanda bilgisi vardı. Mesela, bir seferinde tarih dersinde sadece olayları anlatmak yerine, öğrencilerine o dönemin insanlarının nasıl hissettiğini, ne düşündüğünü de anlatmış; böylece ders daha anlamlı hale gelmişti.
- Öğrenciyle Birebir İletişim: Nurettin Hoca, öğrencilerini sadece sınıfın içindekiler olarak görmez, onları birey birey tanırdı. Bir öğrencisi zor zamanlar geçiriyorsa, yanında olur, onun derdini dinler, moral verir ve yol gösterirdi.
Topçu’nun gözünde öğrenci yalnızca bilgi alan bir varlık değil;
Karakteri, sorumluluğu ve iradesi gelişmesi gereken bir insandı.
Günümüz Öğretmenleri İçin Topçu’dan Alınacak Dersler
Nurettin Hoca, öğretmenliği yalnızca bilgi aktarmak değil, insanı yoğurma sanatı olarak gören bir rehberdi. Onun gibi öğretmenler, sadece ders anlatmaz; öğrencilerin ruhunu da besler. Nasıl mı? İşte reçete:
- Önce insanı görmek. Bilgiden önce vicdanı, sorumluluğu ve ahlakı geliştirmek.
- Köklere bağlı eğitim. Öğrenciyi kendi kültürel değerleri üzerinde yükseltmek.
- Bireysel ilgi. Her öğrenciyi ayrı bir dünya olarak görmek, kişisel gelişimine dokunmak.
- Düşünen nesil yetiştirmek. Ezberden değil; sorgulamadan, anlamaktan ve üretmekten beslenen bir nesil…
- Eğitimi bir emanet bilmek. Devlette, toplumda ve öğrencide sorumluluk hissi taşımak.
Topçu’nun yaklaşımı bize şunu fısıldar:
“Eğitim, insanı bütünüyle yetiştirme sanatıdır.”
Bugün bu sanat yeniden hayat bulursa, sadece akademik başarı değil; şahsiyetli, vicdanlı, sorumluluk sahibi bir gençlik yetiştirmek mümkün olur.
Bunun için Nurettin Topçu bizi;
Rahatlığa değil sorumluluğa,
İtaate değil ahlâklı isyana,
Kolaycılığa değil çileye çağırıyordu.
Çünkü bir millet, ancak öğretmenleri isyana cesaret ettiğinde dirilir.
25.11.2025
