1. Anasayfa
  2. Edebiyat
  3. Öykü

Okul Gezisi

Okul Gezisi
0

Öğrencilerin otobüsteki gürültülü söyleşmeleri, tempolu pop şarkıların çısçısları nihayet bitmiş, gözetmen öğretmen uzun yolun kalan kısmında uyuyabilmişti. Uyumadan önce köprüden önce son çıkışları ve kaçış rampalarını geçtiklerini gördü. Son çıkışı kaçırmamak mı gerekiyordu acaba, diye düşündü en son. Dümdüz gidiyordu otobüs bulanık bir lacivertte kayarak. Sanki birkaç dakika geçmişti ki, otobüs kapısı tıslayarak açıldı. Son durak… Öğretmen uyuma isteğini, kalın atlastan bir perdeyi sıyırır gibi çekip açtı. Şehri gördü. Uyku diye bir şey yokmuş gibi, uykulu insanları görmezlikten gelen capcanlı, kıpır kıpır bir şehir.

Öğrenciler nasıl bir yere geldik diye pencerelerden bakmadılar ve sulu boya takımına benzeyen kutulardan yüzlerine bir şeyler sürdüler. Aynalarından kendilerini iyice kontrol ettiler. Sonra sıcaktan şikâyet edip oflayıp puflayarak araçtan indiler.

Eylül meyvelerinin beklemeye dayanamayıp temmuz dallarında gözünü güneşe açıverdiği kıyılar. Kurumuş bir dal dikilse toprağa, denizlerden esen ısrarlı rüzgâr ve dağlardan gelen yağmurla dayanamaz yeşillenir gibi. Toprak ılık, yumuşak; toprak kocalmamış.

“Yeryüzünün belki de ilk yerleşim yerlerinden.” dedi öğretmen, öğrencilerine. “İskender’in hayran kaldığı, Haçlı ordularının ihtirasla dolaştığı, İbni Batuta’nın suyundan içtiği, krallıkların uğruna savaşıp kan döktüğü, her çağda el değiştiren dört yanından çekilip çekiştirilen bu topraklar; hamam, kervansaray, medreseyle enikonu rahata huzura ermiş. Sürre alayları geçmiş üzerinden, Mekke’ye Kâbe örtüsü taşınmış.”

Büyük şehirden gelmiş öğrenciler, cips paketlerinden atıştırırken etraflarına bakındılar. Ellerinde kameraları açık telefonlar, neyi çekeceklerine emin olamadan yürüdüler öğretmenin peşinden. Sürüden ayrılmak, dondurmacıya kaçmak konusunda fısıldaştılar.

Dağlar mor, zakkumlarda deli kokular, deniz yeşilden maviye uğultuyla çağlıyor. Sıcak hava kaynayan bir semaverin dumanı gibi göğe yayılmış, sonra yuvarlanarak şehrin üstünde ışıklar saçarak patlamış, eşya nerdeyse alev alacak. Cadde kenarlarındaki kauçuk ağaçları bile terliyor. Parklar, bahçeler, toprağa güçlü köklerini göstere göstere salmış bu ağaçlarla dolu ama gölge bile terliyor. Zeytin ağaçları, asrı devirip yürümüş ihtiyar emektarlar, terleye terleye hâlâ meyve veriyorlar.

Tarihî külliyeye girdiler. Korunmuş taş duvarlarıyla serin mi serin… Tarihî cami, kervansaray, hamam, uzun çarşısında yirmi liraya kahve, oracıkta pişirilen mis gibi biberli ekmek, şile bezi kıyafetler, defne kokan zeytinyağlı sabunlar, tezgâh başında bekleyen güler yüzlü esnaf. Öğrenciler hediyelik eşyalara bakacak oldular ama “Beni dinleyin.” dedi öğretmen küçük bir el işaretiyle.

  • Avşarlar, muhacirler, Hristiyanlar, Suriyeliler… Amanos Dağları eteklerindeki bu bolluk şehrinde bir aradalar sakince. Bu topraklar onların hiçbirini dışlamıyor. Hepsi de kucaklanmış burada. Nasıl olmuş bu, düşünelim.

Sözleri havada asılı kaldı, bozardı, düştü. Gözlerini devirenler oldu. Güvercinler saçaklardan havalandı. Öğrenciler ağırlıklarını bir ayaktan diğerine aktarıp duruyorlardı. Tatilde ders görmek… Yaz kampı için umdukları şey, kesinlikle bu değildi. Birbirlerine su sıçratmak, kumdan kale yapmak, gece pijama partisi…

Öğretmen, emekliliğinde koltuğuna oturmuş da öğrencilerinin fotoğraflarına bakıyormuş gibi baktı onlara. Geçkin bir çiçek soldu içinde. Sabun tezgahına döndü. Sabunlar elle kesilmiş. Sepetlerde renk renk… Uzaklardan cırcır böceği sesleri… Tezgâhtar peştemalıyla durduk yere beliriverdi. İhtiyarın sanki sahne sırası gelmiş, oyununu oynamak için ilk adımını atmıştı. Terli alnını sildi. Gençler, diye seslendi. Ellerinde pipetli limonatalarla döndü öğrenciler ona. Köpük sakalına, iri ellerine, nakışlı takkesine baktılar. Bakalım ne diyecek bu, der gibi birbirlerine gülümsediler.

  • Yasin suresinde şehrin varoşlarından koşup gelen kişi rivayete göre Antakyalı Habib-i Neccar’dır. Sizden bir ücret istemeyenlere uyun, der. Dinlemez, taşlayarak şehit ederler onu. Neccar bana peygamberin çağrısını taşıyan bir âlim gibi gelir çocuklar. Sizler de talebesiniz, demek onların varislerisiniz. Ne güzel ne mutlu size.

Sesinde alaca bir titremeyle onu kameraya alan öğrencilere gülümsedi.

  • Kelam-ı Kadim’de buyurur ki: Biz onları helak etmek için gökten bir ordu indirecek değildik. Sadece tek bir sayha yakalar onları.

Öğrenciler çarşının duvarlarında bu sayhanın yankısından iz arar gibi şaşkın bakındılar. Bazıları, camekanda kendi yansımasını izliyordu. Saçlarını, baş örtülerini düzelttiler. Gitme vakti gelmemiş miydi?

Gerdanlıklı ala güvercin telaşlı bir şakırtıyla çarşının loş koridorundan uçup başlarının üzerinden geçti.

Ayla Abak, 1966 doğumlu, İstanbullu. 1988’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Muğla, İstanbul ve Ankara’da öğretmenlik yaptı. Hâlen Ankara Şehit Ömer Halisdemir Anadolu İmam Hatip Lisesinde öğretmenliğe devam etmektedir. Ayla Abak’ın İkindi Yazıları, Raillife, Diyanet Çocuk, Diyanet Avrupa, Birdirbir, Seyyide, Türk Dili ve Hece dergisi başta olmak üzere çeşitli dergilerde şiir, masal, hikâye ve denemeleri yayınlandı. Eserleri: Tüm Ortaokullar ve Liseler için Dilbilgisi - Hazar Yayınları Örnekleriyle Kompozisyon Bilgileri - Hazar Yayınları Doğrucu Davut (Masal) - Salıncak Yayınları Kardan Adam Camdan Baktı ( Hikâye) - Salıncak Yayınları Çevre Bilinci (Deneme) - Diyanet İşleri Başkanlığı Sonsuzluk Yurdu: Ahiret (Deneme) - Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Martıları Evcilleştiren Şairler: Şeyh Yahya Efendi, Şeyhülislam Yahya Efendi (Roman)- Diyanet Vakfı Yayınları Samanyolundaki İslam Atlısı: Mevlana ( Roman )- Diyanet Vakfı Yayınları Ya Ben İstanbul’u Alırım Ya İstanbul Beni ( Roman)- Timaş Yayınları Aşkı Söylemek/Galib’in Hüneri (Roman)- Timaş Yayınları

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir