1. Anasayfa
  2. Edebiyat
  3. Öykü

Çekçek

Çekçek
1

Alaca şafağında günün
Umutlarını güneşe asarak
Şehrin sokaklarına yürüyecek
Kâğıt toplayan çocuklar
Elleri kirli
Yüzleri kirli
Yürekleri sımsıcak
Güneş yüzlü çocuklar kâğıt toplayacak
İki tekerlekli çekçeklere koşarak
Narin bedenleri
Karton kutu, kâğıt, plastik şişeleri
Kafa üstü sokularak çöp bidonlarına
Büyük haralara tepecek
Ekmek parası edecek
Gözlerinde erken uyanmanın uykusu
Dillerinde hasret türküleri olacak…

Mehmet Doğan

 

Günün yorgunluğunu atmak ve bir nebze de olsa dinlenebilmek umuduyla uzanmıştı yatağına sırtüstü, bir yandan da başucunda duran sehpanın üzerindeki kasetçalardan okunan türküye eşlik ediyordu mırıldanarak.  `Benim meskenim dağlardır, dağlardır.`  Biran için duraksadı,  sesi ve soluğu kesildi adeta, istemsiz ve biraz da isteksiz tekrarlayıp durduğu türkünün sözlerini düşündü, başını hafifçe sağa sola sallayarak dudaklarını büzdü. `Benim meskenim dağlar değil ki, ben bu sokakların çekçekçi çocuğuyum` diyebildi ancak, sırt üstü uzandığı yatağından, sadece kendisinin duyabileceği bir ses tonuyla.

Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte başlar adımlamaya her gün, bıkmadan, usanmadan, şehrin sokaklarını bir bir, üzerine çuval geçirdiği çekçek arabasını arkasına alarak, altın madeni arayan madencilerin toprağı eşelemesi gibi, titizlikle eşeler durur, çöpleri gün boyu. Her mahallede, her sokakta yalnız o var sanki. Çöp konteynırlarından kâğıt toplamaktır işi, gün doğumundan, gün batımına değin, yaz kış demeden, soğuğa sıcağa aldırmadan, etrafında olup biten hiçbir şeyle ilgilenmeden, mümkün mertebe kimseyle konuşmadan, kendini kimseye acındırmadan, dilencilik yapmadan, sadece işini yaparak tamamlar günlük rutin mesaisini.

Zordur işi, zor olduğu kadar da yorucu. Ne sağlık sigortası var, ne de bir sosyal güvencesi. Depoda yer içer, depoda yatar kalkar, depo hem işyeri,  hem de evidir onun. Emeğidir bütün sermayesi. İşi ve işyeri çok temiz olmasa da, kazancı temiz ve helaldir. Zira ne kamu malına çöker, ne ihaleye fesat karıştırır, ne imar yolsuzluğu yapar, ne de rüşvet çarkının içinde yer alır, gırtlağına kadar günaha batmış, kursağı haramla dolu devletlü zevata inat.

Çekçek arabasıyla henüz dönmüştü depoya, günün yorgunluğuna aldırmadan, gün içinde topladığı kâğıtları ayıklamakla meşguldü, her zaman olduğu gibi. Kendine ayırdığı epey malzeme çıkmıştı yine, gün boyu topladığı kâğıtların içinden. Zengin bir arşivi olmuştu bu sayede, çöpten topladığı dergilerden, başı sonu olmayan yırtık ve kapaksız kitaplardan, sözlük ve ansiklopedilere kadar. Hepsini tek tek ayırıyor, her bir sayfasını özenle temizliyor ve başucuna yerleştiriyordu. Günlük rutin okumasını yapmadan da zinhar uyumazdı. Açık lise okuyordu bir yandan, aradan yıllar geçmiş olsa da, bitirmeye kararlıydı. Kararlı olduğu kadar, meraklıydı da, liseyi bitirecek, sonra felsefe okuyacaktı, yaşadığı şehre ilişkin hayalleri, ülkesine dair idealleri ve her geçen gün ağırlaşan platonik aşkı uğruna. Ona yaşama sevinci veriyordu zira hayalleri, idealleri ve dahi aşkı.

Yatağının başucuna oturmuş, gün içinde eline geçen kapaksız derginin sahifeleri arasında geziniyordu. Felsefeye olan merakı nedeniyle olsa gerek, dikkatinden kaçmayan satırlara odaklandı kaldı, tekrar tekrar okuyarak. `Şehirler için felsefenin kendine bir yaşam alanı bulduğu ve kendini ifade edebildiği yerlerdir denilebilir pekâlâ. Çünkü şehirler, bir anlamda felsefenin doğup gelişmesine ve serpilmesine zemin oluşturan mekânlardır aynı zamanda. Ancak modern zamanlarla birlikte artık şehir yaşamının felsefeye zemin oluşturduğunu söylemek hayli zor, hatta imkânsız hale geldi neredeyse. Şehirler, felsefi düşünceye olan yakınlığını ve yatkınlığını tümüyle yitirmiş durumda.`

Yaşadığı şehri düşündü, el hak doğru söylüyor diyerek onayladı okuduğu satırları, aynı esnada başını da birkaç sefer aşağı yukarı sallayarak. Yazarını merak etti, okuduğu satırların, lakin bulamıyordu, çünkü sahifeler kopuktu.  Hiç ara vermeden devam etti okumaya. `Tekniğin ve teknolojinin gelişmesine koşut, şehirlerde felsefi düşünce geriledi. Zaten modern şehir biraz da sanayinin, makinanın ve teknolojinin şehri değil miydi? Devletler modern zamanlarla birlikte teknolojiye ve sanayiye yaptıkları yatırım kadar, felsefeye yatırım yapmıyordu. Keza tekniğe ve teknolojiye verdiği değer kadar, düşünceye değer vermiyordu.  Bu sebeple olsa gerek, şehirlerde felsefenin artık salt akademik bir uğraş haline geldiği söylenebilirdi pekâlâ.`

Hayalleri ve idealleri pik yaptı bir anda, aşkı o kadar olmasa da. Felsefeye olan ilgisinin ve merakının ne kadar doğru ve ne kadar yerinde olduğunu anladı bir kez daha. İrili ufaklı birçok sorunla karşı karşıya olan bu şehrin, felsefi düşünceye de ihtiyacı vardı. Bu şehrin karar mekanizmalarını işgal eden yönetici eliti kadar, bu şehirde yaşayan her bir insan tekinin, hem kendini, hem de şehrini, keza hem hayatı ve hem de dünyayı anlamaya ve anlamlandırmaya ihtiyacı vardı. Sorgulayan, merak eden ve hayret eden insanların yönettiği ve yaşadığı bir şehir olabilirdi bu şehir, olmalıydı da nitekim. Haddini ve maksadını aşarak, şehrin bütün problemlerine cevap verebilecek yegane disiplinin felsefe olduğunu iddia etmiyordu elbet, böylesi bir iddianın ne denli yersiz ve absürt olacağını bilen biri olarak.

Dergiyi bir kenara bıraktı yavaşça. Okuduğu satırlar üzerine düşünceye daldı, uyuma pozisyonunda sırtüstü yatağına uzanarak. Şehirlerde mimariden planlamaya, çevre sorunlarından politik yaşama, sanattan kent estetiğine, kent sakinlerinin dini yaşamından hukukla olan ilişkisine kadar, şehri ilgilendiren hemen her mesele, aynı zamanda felsefenin de ilgi alanına giren meselelerdi. Sanat, mimari, planlama, hukuk, demokrasi, yurttaşlık, insan hakları, çevre, doğa ve benzeri kavramlar, doğrudan ya da dolaylı olarak şehirle ve şehir hayatı ile ilgili olduğu kadar, felsefeyle de ilintili ve ilişkiliydi aynı zamanda.

Göz kapaklarının ağırlaştığını hissediyordu bir yandan. Düşünürken rahatlamıştı aynı zamanda farkında olmadan, bir inşirah ferahlığı kaplamıştı içini adeta. Felsefeye olan merakının hayalleriyle ve idealleriyle örtüşmesine sevinmişti en çok, gecenin ilerleyen bu saatinde.  Hayallerine ve ideallerine bir adım daha yaklaştığını hissediyordu. Bu hislerle uyumak, bu hislerle gözlerini açmak istiyordu yeni güne ve bu hislerle arşınlamak istiyordu, kendisini bekleyen sokakları, onu platonik aşkına kavuşturacağı bir kapı aralar ümidiyle…

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (1)

  1. 5 Kasım 2025

    Güzel anlatımınız için teşekkürler.
    Yazar Gülümser Heper’in Yaralı İsmail romanınıda tavsiye ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir