Adımlarımı içeriye attığımda dükkanda kimse yok zannettim. Acaba ilgilisi dışarda mıdır diye geçirdim içimden. O esnada, “kimse yok muu?” diye bir söz savurunca dükkanın içerisinde bulunan açık kapıdan orta yaşlı hafif sakallı birisinin “buyurun!” diyen sesini işittim.
-Elimde birkaç tane saat var, pili olmayan, kordonu yapılacak ve tamir edilmesi gereken…
Saatleri aldı, tezgaha koydu, herhangi bir soruya mahal bırakmadan işe koyuldu.
-Kaça mal olur, ne kadar vereceğiz falan dememe de fırsat vermedi.
Saatin birinin içini açtı, küçük bir fırça ile temizlemeye başladı. Arada gözüne yuvarlak bir büyüteç takıp bir şeylere dikkatlice bakıyor işine odaklanmış bir şekilde çalışıyordu.
Ben ise sadece izliyordum. Biraz önce yapmış olduğum tarife ilave olarak gözlerinde mütebessim, simasında insana güven veren bir görünüm vardı. Herhangi bir laf da etmiyor, rikkatli bir şekilde işini yapıyordu.
Sessizliği bozmak bana düşmüştü, bir fırsatını bulup “işleriniz nasıl gidiyor?” diye sordum.
Hiç istifini bozmadı, “alan da o, veren de o, rızıktan zerre kadar şüphem yoktur, hatta bu konuda yorum yapmak bile aslında bana düşmez; hamdolsun” dedi.
Tam cevap verecektim ki, devam etti:
Bundan tam dört sene önceydi, sabah uyandığımda nefes alamadığımı fark ettim. Önce balkona çıktım, sonra banyoya gidip soğuk su ile yıkandım ama hala nefes alamıyordum. Hemen çocukları uyardım ve beni hastaneye götürmelerini söyledim.
Apar-topar gittik, bir damar tıkanıklığı varmış. İlaç tedavisi ile müdahale ettiler, sabah girdiğimiz hastaneden akşamın on birinde çıkabildik.
Aradan dört sene geçti ve ben o zaman anladım ki hayatta hiçbir şey sıkıntı yapmaya değmezmiş.
Yaradan size iyi şeyler yapmanız için yeni fırsatlar vermiş ne büyük hamd vesilesi dedim.
“Kesinlikle” dedikten sonra “çayı taze demledim, isterseniz ikram edebilirim” dedi.
Hay hay, sizin bu güzel sohbetiniz çayla birleşince daha da güzel olur dedim.
İçeriye geçti, kan kırmızısı iki bardağı getirip masaya bıraktı.
Bardağı aldım, çayı hafifçe yudumladım. Ne güzel bir lezzet… Az kalsın çayın markasını soracaktım ki, içimden “bu marka işi değil, muhabbettir” diye düşünüp vaz geçtim.
Tekrar işine koyuldu. İnce bir iş yapması sebebiyle yüzüme bakmıyordu.
Devam etti:
Hastaneden çıktığımdan beri düşünüyorum da bizim elimizde hiçbir şey yok aslında. Biz sadece bize biçilen rolü oynuyoruz. Allah her şeyin hâkimidir.
Beni hasta eden de, bana şifa veren de, dört sene önce öldürmeyip bana hayat bahşeden de, şu andan itibaren ne kadar yaşayacağımı takdir eden de hep o “Habîr” ve “Hakîm” olan Allah’tır.
Sait Nursi Hazretleri, mahkemede ifade verirken ezan okunmaya başlamış. Cebinden ince seccadeyi çıkarıp, namaza başlayınca, hâkim sinirlenmiş ve:
-Bir hâkimin karşısında nasıl böyle davranıyorsun diye çıkışmış.
Üstad hiç istifini bozmamış:
-Hâkim mi demiş. Siz akşam olduğunda uyumamak için gözlerinize hâkim olabiliyor musunuz ki, hâkim olduğunuzu iddia ediyorsunuz.
…
Saatçi ne yaptığı işten taviz veriyordu, ne de anlatması gerekenlerden…
Bendeniz ise “nasihat et, çünkü nasihat mümine faydalıdır” fehvasınca saatçinin konuştuklarından payıma düşenleri almaya çalışıyor adeta bir hikmet deryasında yüzüyordum.
Dikkatlice yapılan iş, hoş bir sohbet ve yanında itina ile demlenmiş çay başka ne isteyebilirdim ki?
Bir gün bir adama rast gelmiştim. İnsanlara nasıl faydalı olunabileceğine dair kafa yoruyordu ve “keşke bir öğretmen ya da din görevlisi olsaydım, çevreme çok faydam dokunurdu” diye hayıflanıyordu. Şimdi karşımda bir saat ustası vardı, duruşu, mesajları ve tevekkülüyle minik ticari sınırlarını aşarak müşterilerini tezkiye etmeye çabalıyordu.
Devam etti:
-Sizi buraya kim gönderdi acaba? Ben size buraya gelin dedim mi hayır. Ben sadece dükkânımı açtım. Fakat buraya kim gelir, ne bırakır, ne alır hepsi Allah’ın takdiri…
“Bize ne ki, biz neyiz ki, yollar varır Allah’a
Yeter ki tevekkül et, daim sarıl hikmetullâha”
Karşımda ticaret yapan aynı zamanda müşterisine güven veren, “ne kadar para isteyecek, yüksek bir meblağ söyler mi acaba” diye düşüncelere dahi yol açmayacak derecede emîn bir esnaf timsali duruyordu.
Son rötüşları da yapmıştı. Basit bir saat tamiri işinden bana kalan hisse bir dolu nasihat idi. Ücretimi ödeyip teşekkür ettikten sonra, yürüdüğüm yol boyunca kısa muhabbetin ve eşliğindeki bir bardak çayın muhayyilemdeki huzuru ile düşünüyordum:
Yeter ki yolunda ol, ne imkânlar çıkar, ne fırsatlar olur…