Bizimle İletişime Geçin

Şahsiyet

Recep Akçay Hocaefendi

EKLENDİ

:

01.07.1928 doğumlu Recep AKÇAY, Dursun Ali ve Sebile’den doğma, Erzurum İspir Alıçlı Mahallesi’nden benim hafızlık ve Arapça hocamdır. Halen Gebze’de ikamet etmektedir. Üç kız (Refika, Fadime, Zühre) ve altı erkek çocuktan (Yaşar, İsmail, Recep, Zinnur, Nusret, Osman Nuri) oluşan ailenin üçüncü çocuğudur.

Rahmetli babaannemin (Fadime; biz “ebe” derdik) kardeşinin oğlu olduğu için ebeme “Bibi!” diye hitap ederdi. Hafızlığını, ebemin kardeşi olan ve o zamanlar köyümüzün imamlığını yapan ve çok kuvvetli bir hafız olan babasından (Dursun Ali) ikmal eder.

Babamın dayısı olduğu için benim de “Dayı!” diye hitap ettiğim hafız dayımı çok iyi tanıyorum. Başına sarı bir sarık (ahmediye) sarardı. Ben beş yaşımdayken rahmetli olmuş. Haylaz bir çocuk olduğum için beni çok severdi. Bazen bastonunu boynuma takardı ve yanına çekip cep saatini kulağıma tutar ve “Söyle ola, nasıl çalışir?” diye sorardı. Ben de (bizim yörede “hayır, öyle değil” anlamında çıkarılan bir sesle) “ça ça ça” diye taklit edince çok gülerdi.

Hafız dayımız bir ara köyün koyunlarını da gütmüş. Kendisine bir kilo çay şekeri karşılığında hatim okutanlar için, köyümüzün çok iyi hatırladığım, Çoruh üzerindeki kırık tahta köprüden itibaren sabahleyin hatme başlar, sürüyü bayırlarda otlatıp akşama doğru köye döndüğünde aynı köprünün başında hatim duasını okurmuş.

O zamanlar imam hakkı olarak köylülerimiz hane başı bir urup (tenekenin üçte biri) buğday verirlermiş. Hatta hocamın anlattığına göre çok fakir olduğu için (imamın hakkını veremediğinden dolayı) camiye gelmeyen ve cumaları da komşu köylerde kılan Şevket (Şefket) isimli bir şahsı köy harmanına çağırmışlar ve neden imamın hakkını vermediğini sorup azarlamışlar.

Adamın cevabı garip ve komik, bir o kadar da hazindir: “Gardaş, Allah da bülir, siz de bülirsiz ki ben hafizin peşinde bir vaxıt namaz gılduğum yox. Benden ne isdirsiz?” Çok hazin değil mi… Hafız dayımız demiş ki, “Şevket gel namazların gıl, senden hax istemirem…”

Hocam on, on iki yaşlarında iken (muhtemelen  İsmet İnönü’nün iş başına geldiği yıllar) babası hafız dayımız köy odasında namaz kıldırırken jandarmalar basıp nahiyeye (Nörgâh) götürürler. Cemaat hiç müdahale edememiş. Hocam ağlamaya başlayınca “Ağlama yavrum, beni bırakacaklar, gelecem.” demiş ve gerçekten bir müddet sonra dayımız gelmiş.

Hocam hafızlığını ikmal etmenin ardından köyümüzden ayrılır. Köyden gönülsüzce ve ağlayarak çıkarken, o esnada köyde bir düğün vardır ve hocamın emsalleri harmanda bar oynamaktadırlar. Hocam da o esnada kahırlanarak “Keşke öleydim, gebereydim, gavur olaydım vb..” tahassür ifadeleri kullanmış. Bunu anlatırken kendisi de biz de çok gülmüştük…

Hocam köyden ayrılır ve bir kamyonla (makina) Trabzon Of İlçesi’nin Çalek köyüne gider ve orada ikamet eden, aslen Vanlı bir ailenin çocuğu olan, Süleymaniye Medresesi dersiamlarından Hacı Dursun Feyzi Güven efendiden ulûm-i nahviyye ve şer’iyyeyi tahsil eder ve icazet alır. (DİA’da Hacı Dursun Efendi’nin tanıtımı mevcuttur.)

Hocam derslerinde çok başarılıymış. O zamanlar ayağı ağırdığı için hafif aksayarak yürürmüş ve bu yüzden Hacı Dursun Efendi, hocama “Topal Keşşâf” lâkabını takmış. (Zemahşeri ve Kadı Beydavi için “أعرجين iki topallar” denirmiş. Hatta “Eğer Kur’an’ın nazmını tağyir müyesser olaydı iki topal bunu yapardı” gibi bir efsaneden de bahsedilir… )

Hacı Dursun Efendi hocamı çok severmiş ve hocamı rahatsız eden Karadenizli talebelere çıkışır ve: “İreceb’ime dokanmayasınız” dermiş. Hocam ilk ve ortaokul derslerini dışarıdan verip diploma almış. Hatırımda kaldığına göre ilk görev yeri Tekirdağ ve İstanbul’muş. Sonra askere gider. Askerde subaylara namaz kıldırır ve onların çocuklarını okuturmuş.

Askerlik yaparken hem nazari hem ameli motor dersleri almış ve makinist olmuş. Motor aksamından çok iyi anlardı. Asker dönüşü kendi köyümüze yerleşmiş ve köyümüzün imamı olarak emekliliğine kadar vazife görmüştür. Çok talebe yetiştirmiş olup, biz hocamızın üçüncü dönem okuttuğu talebe grubundanız.

Ben ilk başta 1967’de ilkokuldan mezun olunca, köyümüzün çok tatlı ve bilge kişilerinden Kenan’ın Hüseyin (Memecan’ın Hüseyin) nam zatı muhteremden Kur’an dersleri almaya başladım. Çok tatlı bir kırık Hüseynî makamıyla okurdu. Hâlâ rahmetli dedemi özlediğim gibi hasretle özlediğim ender kişilerdendir. Rabbim o ve onun gibi tatlı kullarıyla cennetinde buluştursun.

Ondan bir hatim inince bana demişti ki, “Ben seninle uğraşamam, sen Recep Hoca’ya get, haydi!” Çünkü çok haylazdım ve güzel okuyordum. Rahmetli dedem (Büyük babam; onun da adı Dursun Ali idi. Biz dedeme “Ağa!” diye hitap ederdik.) beni alıp Recep hocama götürdü:

 

“Xoca aha bunu al da oxut” deyince, hocam beni şöyle bir süzdü ve “Bu mu okuyacak?” diye taaccüben sordu ve hafifçe gülümsedi. Çünkü ne denli haylaz bir çocuk olduğumu biliyordu. Hocamdan iki hatim indikten sonra hafızlığa başladım ve bir buçuk yıl zarfında ikmal ettim.

Hafız olmamda bir olay benim içim önemli bir saik olmuştur ki o da ben henüz sekiz dokuz yaşlarında iken Kıbrıs’ta çarpışan (1963 yılları olabilir) askerlerimiz için İspir kaymakamlığından gelen bir yazıdır. Hocam akşam ya da yatsıyı kıldırmıştı. Tam mihraptan kalkacakken, bir kişi camiye girdi ve o yazıyı hocama verdi. Hocam derhal oturup Fetih Suresi’ni ezbere okumaya başladı. İşte bu olay bende hafızlık isteğini tutuşturan ilk kıvılcımdır.

Çok Okunanlar