Sanat, Edebiyat ve Düşünce Dergisi
Yitiksöz bu sayısında Merhum Nuri Pakdil Usta’nın “Haydi âdemoğlu kendinle tanış / Uzak dediğin yer en çok bir karış” dizelerini kapağa taşıyor. Kapak, zirvede karlar altında kalmış bir ağaç fotoğrafını içeriyor. Bu sene kış mevsimi ülkemizin bir bölümünde kendini gösterirken diğer bölümünde maalesef kendini pek hissettirmedi. Yirmi yedinci sayısı işte böyle bir günde okuruyla buluştu. Rabbimden dileğimiz, bizleri kuraklıkla imtihan etmemesi.
Genel Yayın Yönetmeni Sayın Duran Boz, “Deprem Kitaplığı” adlı yazısında 27. sayıda 6 Şubat 2023 depreminden sonra gün yüzüne çıkan deprem konulu edebî verimlere kapıları açtığını belirtiyor. Yazıdan kısa bir bölüm sizlerle:
“Gün gelir yeryüzü sarsılır konuşur toprak. Kalpler yerinden oynar. İnsan, kendiliğinden ne oluyor sualini sormaya başlar? Soruları cevapsız kaldıkça da içi korku dükkânına döner. Yapıp ettiklerinden huzursuzluğu doluşur zihnine.
(…)
Âdemoğlu, titizlikle yaptıklarının ödülüne kavuşurken kılıfına uydurduklarının da cezasını görür. Aleladeliğin verdiği ziyanı savuşturabilmek ise alın teri dökmeyi gerekli kılar. Yalanın döngüsünden elde edilenler kişiyi manen yaraladığı gibi maddi yoksunluklara da iteler.
6 Şubat Depremi; bedeli ağır da olsa yaşayanları ikaz anlamı taşır. İnsan için içten dışa yaptıklarınla yüzleş de yapacaklarına sımsıkı sarıl uyarısı asıl belirleyici olur. Bu uyarı, herkesi arınma kapısında durmaya davettir.
Yitiksöz, depremi çeşitli boyutlarıyla gündem konusu yapma çabasını öne alarak yürüyüşüne devam ediyor. Şiirler, öyküler ve inceleme yazılarıyla bir deprem külliyatı oluşturmayı deniyor.”
Yitiksöz 27’ye sırasıyla Bünyamin K, Mehmet Sümer, Mehmet Narlı, Yasin Mortaş, Ali Sali, İbrahim Gökburun, Hüseyin Çolak, Hacı Ahmet Sevgili, Mehmet Yılmaz, Ümit Zeynep Kayabaş, Mustafa Uçurum, Sinan Davulcu, Esma Polat, Akif Dut, Seher Özkök, Asiye Ceyhan, Sinem Sevgili, Bünyamin Vırıt, Ayşe Zülal Güngör, Ekrem Elmas, Mustafa Gök, Cahit Küçük, Agâh Sayra, Ahmet Tepe, Derya Kurtoğlu, Nurettin Durman ve Hüseyin Akın şiirleriyle katkı sunmuş. Esma Polat, Pencere adlı şiirinde tabiatın renkli dünyasından insanın iç dünyasına pencereler açıyor. Buyurun şiire:
Pencere
Testilerde sakladım ötüşlerini
Kuyuları bilmeyen bal kuşlarının
Kıyılarda yürüdü dalgın bir gece
Kumsalda görürsün ayak izini
Mutribler durulmuş sulara bakıp
İnciler parlattı perdelerinde
Ay bir avizedir vurmayı sever
Kuğulara dargın göl yüzlerine
İnce bir davetti anmamak seni
Susmak uzakların derin kavsine
Yollara düşmekten murad ne derdim
Anlarım belki de dönsem kendime
Kesik çizgilerden yorgun koşucu
Bıraksa kendini çılgın bir sele
Yelesinden tuttuğu toy sevinçleri
Ayağa kaldıracak o ıslık nerde
Bahçeme dadanmış çöl çiçekleri
Vuruldu sabahın taze sesine
Bir gül fideledim geceyi sevdi
Üzgünlük damladı elbisesine.
Yitiksöz 27’de Hasibe Çerko, Gülçin Yağmur Akbulut, Hasan Keklikçi, Emel Karagedik, Ahmet Ergin, Vedat Ali Kızıltepe, Yavuz Ahmet ve Abdullah İpek öyküleriyle Yitiksöz okurunu selamlıyor.
Hasibe Çerko “Tarihsel Geçit” adlı öyküsünde bir baba ile çocuğunun çıktığı yolculuğun zorluklarını ve izlerini anlatıyor:
Tarihsel Geçit
“O mevsim babam yanında götürmüştü beni.
Mavi gökle toprak arasında, taşlı arazide yol alırken içim belli belirsiz bir tasayla doluydu. Dağın güney eteklerini verev dolanıp yavaş yavaş ama durmaksızın, geniş düzlüklerden oluşan doruğa tırmanıyorduk.
Tepelerin iç görünümleri beyaz ışık telcikleri altında öyle gerçekdışıydı ki, çevremizde göze görünen alan büyük bir güçle seğiriyor, kır kokuları dalga dalga köpükleniyordu.
Babam ara sıra yavaşlayıp yolumuza çıkan akdikenleri temizlemekteydi.
Ve ayaklarımın altı artık acımaya başladığından kocaman sivri uçlu taşları öteye çekerek; her yana dal budak salmış köklerden korumaya çalışıyordu elleriyle.
Ben, küçük adımlarımla hiç yara almaksızın geçiyor, tıpış tıpış yürüyordum peşi sıra.
Bir an, etraf yabanıl kuşlarla canlanmıştı, ta yükseklerdeyken başladılardı ötmeye.
Kanatlarını bükerek alçalıyorlar, bütün güzellikleriyle içlerindeki gizemi saçıyorlardı doğaya; o tuhaf, saydam derinlikten: “Özgürlük! Özgürlük!” diye sesleniyorlardı birbirlerine ve kuzey rüzgârına karşı.”
Yitiksöz 27’de deneme, inceleme, kitap tanıtım ve anı yazılarıyla Cemal Şakar, Erol Çetin, Fatih Ertugay, Abdullah İpek, Fatma Nur Uysal Pınar ve Hüseyin Cömert katkı sunuyor. Cemal Şakar “Taşların Kalp Atışlarını Duymak” adlı yazısında sanat ve dil ilişkisini oylumlu bir şekilde ele alıyor:
Taşların Kalp Atışlarını Duymak
“Sanatın dili poetiktir; varsayım, yargı, öncül gibi mantıksal aletler kullanmaz. Onun yaptığı var olan gerçeklik düzlemini yeniden düzenleyip başka olanakları açığa çıkarmaktır. Buna en başta dil dâhildir; kullanageldiğimiz dili yerinden eder. Çünkü bu yerindelik aynı zamanda katılaşmaktır da. Sanat, sözcükleri başka ilişkilere sokarak onlardaki var olan ama unutulmuş ya da sıkça kullanılmayan anlamları önerir veya yepyeni anlamlar yükler, böylece başka türlü de bakılabileceğini, başka türlüsünün de mümkün olabileceğini gösterir. Yani dili öteye (meta) doğru, katılaşmış gerçekliğin ötesine doğru zorlar. Bu her zaman yeni olanaklar şeklinde olmayabilir. Sözünü ettiğim katılaşma bazen gerçeği bir örtü gibi örter, sanat bu örtüyü kaldırarak ‘aslında ne’ olduğunu gösterir, bu da aslına döndürmek gibidir. Tembel zihinlerin sanata gösterdiği tepki buradan doğar, olabilirliğin vuku bulması bilindik zaman algısını sarsar. Zira burada zaman, olguların art ardalığı şeklinde ilerlemez, kırılıma uğrar ve kırılım, muhtemel olanın ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Böyle bir tablo gerçekliğin bildiğimiz, her an deneyimlediğimiz hali olmayıp yeni bir gerçeklik düzenidir. İşte itiraz yeni düzenedir; beklenen olayların nedensellik gereği örülüp bildiğimiz, deneyimlediğimiz şekilde gerçekleştiği bir düzen sarsılmış, beklenmeyen, tuhaf olan, ihtimal dâhilinde bile olmayan, eserde gerçekleşmiştir.”
Bu sayıda iki özel dosya okuru bekliyor. İlki deprem dosyası, ikincisiyse kitap, kütüphane ve sahaf dosyası…
Deprem dosyasına Akif Hayta, Ahmet Ayhan Koyuncu, Enver Gülşen, Mustafa Gök, Vedat Ali Kızıltepe, Ahmet Tepe gibi birçok isim katkı sağlamış. Akif Hayta’nın Deprem Psikolojisi adlı yazısından buyurun kısa bir tadımlığa:
Deprem Psikolojisi
“Yeryüzündeki varlığımızla en çok güven duyabileceğimiz dayanaklardan birisi de toprak yani toprak anamızdır. Deprem, kadim zamanlardan başlayarak insanı varlık düzleminde hırpalamak suretiyle onu özünden sarsan bir oluş olarak zuhur eder. Yaratıldığı öz itibariyle toprak olan insan, yine toprak tarafından sarsılıp silkelenerek uyarılır. Dolayısıyla deprem tüm bildiklerimizi, inanç sistemimizi, güven duygumuzu bütünüyle yerinden söküp atar. Depremler; insanın dayanma gücünü parçalayan, baş etme sınırını aşan, öngörülemeyen ve kontrol edilemeyen büyük yıkımlardır. Zaman, yer ve nasıllığı tamamıyla belirsiz olan depremler her zaman kaygı ve korkuya sebep olur. Deprem sonuç itibariyle ölümle yüz yüze gelme gibi kayıplara neden olurken aynı anda yaralanma ve travmaları da beraberinde getirir. Yıkım ve ruhsal parçalanma gibi psikolojik sorunlara yol açtığı gibi insan sağlığını ciddi biçimde zedelemek suretiyle stres, depresyon ve deprem travmasına zemin hazırlar. Hatta sadece deprem bölgesindeki kişiler değil tüm ülke yaşanan acılara şahit olarak aynı psikolojik sorunlara maruz kalabilir.
(…)
Umut, bireyin geleceğe ilişkin sahip olduğu beklentilerin yüksek olması ve dünyaya ilişkin inancı ile hayatın yaşanmaya değer olduğuna ilişkin düşünceyi de içeren bir durum olarak ele alınmaktadır. Umut etmek ve iyimserlik olumsuz ve yetersiz yaşam koşullarının varlığında ortaya çıkan ve bunlara rağmen gelecekle ilgili olumlu ve iyiye yönelik değişime inanma duygusu olarak da tanımlanabilir. Birey Rabbine yaslanarak güven, sığınma, yardım ve şefkat göreceği inancıyla ne kadar acı çekerse çeksin şükretme, hayatı daha anlamlı görme ve bundan sonraki yaşamını yeni benlik bilinciyle düzenleme yetisi kazanabilir.”
Kitap, kütüphane ve sahaf dosyasına ise Nesime Ceyhan Akça, Mehmet Aycı, Yusuf Turan Günaydın, Abdurrahim Karadeniz, Murtaza Özeren, Selçuk Aydın, Selahattin Öztürk ve Yaşar Ercan gibi isimler katkı sunmuş. Abdurrahim Karadeniz Kitabın Esenliği adlı yazısında bir okur olarak kitapla ilk temasları hakkındaki anılarına yer vermiş. Buyurun Kitabın Esenliği’nden bir kesite:
Kitabın Esenliği
“Okur geçmişim, dinler geçmişimin süreğidir. Henüz okumayı öğrenmediğim yaşlarda dinlerdim. Babam bize, uzun kış gecelerinde, kandil ışığında, yarım saat-kırk beş dakika kitap okurdu. Biz de dinlerdik. Sonra da dinlediklerimizi anlatmamızı isterdi. Bu okuma dinlemelerin planlı, programlı yürütüldüğünü daha sonra kavrayacaktım.
Henüz ilkokula başlamamıştım. 1970 yılı kışı olmalı. Babam, köy kahvesinden 21.00 sularında eve gelirdi. Onun eve geldiği vakitte annem -ne hikmetse hep tesadüfen- nohut kavurmuş olurdu. O yıllarda köyümüzde elektrik olmadığından çocuklar nohut, bakla kavrularak eğlendirilirdi. Henüz çikolata ya keşfedilmemişti ya da bizim köye ulaşmamıştı. Ortaya bir önceki hafta pazartesi gününün Tercüman gazetesi yayılır, gazete kâğıdının üzerine kavrulan nohutlar dökülürdü. Ağabeyimle gazetenin kısa kenarlarına yan gelip uzanır, nohutlarımızı bazen kuru çekirdekli üzüm, bazen kuru incirle yemeye başlarken annem de gazetenin uzun kenarının başına oturur, aksatmadan her akşam yaptığı gibi olası gelinleri için çember işlemeye koyulurdu. Derken babam, kitap okumaya başlardı. Bu okuma seansları ortaokula başlayıp evden ayrılıp Çanakkale’ye gittiğim on iki yaşına kadar sürdü. Batı klasiklerinin büyük çoğunluğunu ortaokul öncesi babamdan dinledim; kısmen de okudum. Zira okumayı söktükten sonra önce beş, on dakika sonra giderek artan sürelerle okuyan ben olmaya başlamıştım.”
Yitiksöz, iki ayda bir yayımlanıyor. Yitiksöz okuru bir sonraki sayıyı büyük bir heyecanla bekliyor. Hele kış günlerinde bu heyecan daha da artıyor. Bir an önce has edebiyat ile buluşmak isteyen okurun gözleri dergiye ulaşır ulaşmaz ışıldıyor. Evet Yitiksöz, okurunun gözlerini ışıldatan bir dergi. Bu tür dergilere ne kadar ihtiyacımız var şu günlerde bir bilinse. Has edebiyat okurunu arıyor, has okur da dergisini ve kitaplarını arıyor şu karmaşa çağında.
İçinden geçtiğimiz günlerde iki önemli olay yaşandı: Bunlardan ilki, Gazze’de çatışmasızlık sürecinin başlamasıyken ikincisi de Suriye’de zulmüyle halkını inim inim inleten ve binlerce insanı katleden Baas rejiminin son bulmasıdır. Olup bitenler ve yaşananlar bize şunu gösteriyor ki insanoğlu ne kadar ekonomik, sosyal, teknolojik vb. bakımlardan ilerlese ilerlesin içindeki vahşet hortladı mı hiçbir ölçü ve sınır tanımayan bir canavara dönüşüyor.
Canavara dönüşmemek için Yitiksöz’ün izini sürmeye devam edelim sevgili okur.
Nice yeni sayılarda buluşmak dileğiyle Allah’a emanet olunuz.
Yitiksöz 27’nin PDF’si ekteki sitede yayımlanacaktır.
https://www.marastaedebiyat.com/yitiksoz

 
						 
											 
				 
				 
				 
				