Düşünce
ABD Başkanı Joe Biden’ın “Soykırım” Söylemi Üzerine Kısa Bir Analiz
Türkiye’den binlerce kilometre uzakta, Güney Amerika’da yer alan Uruguay Meclisi’nin kabul ettiği düşünüldüğünde mesele çok daha iyi anlaşılacaktır. Tarihin hiçbir döneminde (Diplomatik bazı görüşmelerin dışında) özellikle 1915 yılında aktif siyasi, ticari hiçbir ilişkinin bulunmadığı Uruguay’ın aldığı karar şüphesiz siyasidir, politiktir. Diğer meclislerin kabulü ve devlet başkanlarının bu yöndeki beyanatları Uruguay Meclisi’nin aldığı karardan farklı değildir.
EKLENDİ
-:
Yazar:
insaniyet.netYazar: Burak Kazan
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden, 24 Nisan’da Ermeni diasporasının yıllardan beri beklediği hayali gerçekleştirdi. ABD’nin yeni başkanı Beyaz Saray’ın internet sitesinden yayınladığı bildiri ile Osmanlı İmparatorluğu’nu Ermenilere karşı “Soykırım” yapmakla itham etti. Her 24 Nisan öncesi ülkenin gündemini meşgul eden bu mesele, geçmiş yıllardan farklı biçimde basında yer aldı. Bu zamana kadar ABD Başkanları “genocide”(soykırım) kavramını kullanmamaya azami özen göstermiş, yerine “Büyük Felaket” gibi siyasi ve politik tanımlamalarla geçiştirmişken, bu yıl neden “Soykırım” ifadesi kullanıldı. Hiç şüphesiz bunun birçok sebebi var, fakat iki çok özel sebebinin olduğunu düşünüyorum.
Yaşadığımız coğrafyanın getirdiği bir özellik olarak, Türkiye gündemi hep yoğun olan ve sürekli gündemi değişen bir özelliğe sahiptir. Türk-Ermeni meselesi her yıl gündeme en az bir kez gelir ve tartışılır. Bu yıl Azerbaycan’ın Ermenistan’ın işgali altındaki topraklarını geri almak için başlattığı operasyon bu tartışmaların hem Türkiye’de hem de uluslararası arenada aylarca tartışılmasına sebep oldu. Özellikle Türkiye’nin Karabağ’ın işgalden kurtarılması için gösterdiği diplomatik ve harp teknolojisi desteği uluslararası kamuoyunda dikkat çekti. Otuz yıl sonra Karabağ’ın büyük bir kısmı bağımsızlığına kavuştu ve Ermenistan hiç beklemediği bir bozgunla karşılaştı. Ermenistan, hem Rusya hem de Amerika Birleşik Devletleri tarafından yalnız bırakıldı. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan mağlubiyetin sorumlusu olarak görüldü. İç politikada büyük bir tepkiyle karşılandı ve istifa etmek zorunda kaldı. Ermenistan’da haftalar süren protestolar yaşandı. Ekonomik istikrarsızlığa, siyasi istikrarsızlık da eklendi.
Azerbaycan ve dolayısıyla Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ise bu durumdan güçlenerek çıktı. Avrupa devletlerinin çözümsüzlüğe ittiği, kronik bir sorunlu bir bölge olarak kalmasını istediği Karabağ, gösterilen siyasi irade, askeri hareket kabiliyet ve teknolojik güçle işgalden kurtulmuş oldu. Türkiye kamuoyu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, savaşın başladığı ilk günden Karabağ’ın işgalden kurtulduğu güne kadar, Azerbaycan halkının ve ordusunun yanında olduklarını güçlü biçimde ifade etti ve zafer coşkusuna ortak oldu.
Bilindiği üzere Ermeni diasporası, Fransa ve Amerika birleşik devletlerinde aktif faaliyet yürütmektedir. Fransa, Azerbaycan-Ermenistan Savaşı’nda Ermeni diasporasını memnun edecek dış politika yürütememiş, bu süreçte tüm hamleleri Türkiye tarafından engellenmişti. Ermenistan’daki tansiyonun düşmesinin tek yolu kalmış oluyordu. O da Amerika’dan soykırım sesinin yükselmesiydi. Amerika başkanı “genocide”i iç politik siyasi bir söylem olarak dile getirmiş, iki kez soykırım, bir kez de büyük felaket kelimelerini aynı metin içinde kullanarak, hem Ermenistan’daki mağlubiyet şokunu üzerlerinden atamayan Ermenilere hem de diasporadaki Ermenilere tarihi mesajını(!) vermiştir.
Biden’ın açıklamalarında dikkat çeken bir ifade ise İstanbul’u Konstantinapolis olarak tanımlamasıdır. Bu tesadüfî değildir. Kostantinapolis, 1453’de fethedildikten sonra İstanbul adını almıştır. Bu değişimin nişanelerinden biri ise hiç şüphesiz Ayasofya’nın fetih sembolü olarak kabul edilmesi ve camiye dönüştürülmesidir. Bu, Hıristiyan dünyası için unutulması mümkün olmayan bir değişim olarak kalmıştır. Büyük Osmanlı Tarihçisi Halil İnalcık bir röportajında bu hususa değinmiş, batının hiçbir zaman ne İstanbul’dan ne de Ayasofya’dan vazgeçmediğini söylemiştir. Kısa bir süre önce, 1934 yılından beri müze olarak kullanılan Ayasofya, mahkeme kararı ve Cumhurbaşkanının imzasıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmiş ve tekrardan camiye dönüştürülmüştür. Türkiye bu kararı alırken egemenlik hakkını kullanmış, Avrupa’dan ve Amerika’dan gelen “endişe duyuyoruz, hayal kırıklığına uğradık” ifadelerini, iç politikaya müdahale olarak değerlendirmiş, bu mesajlara sert bir dille karşılık vermiştir. Türkiye’nin kararlı tutumu karşısında, Ayasofya meselesini hem Amerika Birleşik Devletleri hem de Avrupa Devletleri, siyasi gündeminden çıkarmak durumunda kalmışlardır. Ancak Joe Biden’ın 24 Nisan’daki metnine bakıldığında bu meseleyi kendi gündeminden çıkarmadığı anlaşılmaktadır. Temsilciler Meclisi üyesi olarak 36 yıl temsil ettiği Delaware Eyaleti’nde, Yunan asıllıların sayısının fazla olması ve burada yoğun şekilde örgütlenerek birçok sivil toplum kuruluşuna sahip olmalarından dolayı Biden uzun yıllardan beri yakın ilişki kurduğu Rumlara “Kostantinapolis” ifadesi üzerinden eski dostlarına vefa (!) göstermiştir. Biden bu bildiri ile yalnızca Ermeni diasporasına değil, İstanbul ve Ayasofya üzerinden, Ortodoks Yunanlılara da mesaj vermiştir.
Tarihi olaylar belirli bir disiplin içerisinde, tarihi belgeler ve kanıtlara göre değerlendirilir ve belgeler ışığında bir sonuca varılır. Türkiye, 1915 Olayları ile alakalı birçok kez uluslararası bağımsız bir komisyon kurulması çağrısında bulunmuş ve arşivlerini tüm araştırmacılara açmış olmasına karşın, soykırım iddiasında bulunan devletler tarihi gerçekliklerle yüzleşmekten çekinmiş, komisyona üye verme cesareti göstermemişlerdir. Biden’ın “Soykırım” ifadesi hukuki ve tarihi değil, siyasidir. AİMH 2013 yılında aldığı kararla, mahkemenin tarihsel olayları değerlendirmeye ve o olayların soykırım niteliği taşıyıp, taşımadığı hakkında karar vermeye yetkili olmadığını açıkça belirtmiştir. Soykırım ya da insanlığa karşı işlenen suçun “herkes tarafından kabul edilen gerçek” sayılması için yetkili mahkeme tarafından verilmiş bir karara dayanması gerektiğini vurgulamış ve sanıkların yargı kararı olmadan suçlu ilan edilemeyeceğine hükmetmiştir. Bir toplumun bir bölümünün, hatta çoğunluğunun, siyasal bağlamda bir eylemi soykırım saymasının, o eylemin hukuken soykırım suçu olduğunu göstermeyeceğini kaydeden AİHM, “1915 Olayları’nın soykırım olduğu hakkında yetkili mahkemece verilmiş bir karar yoktur” demiştir.
Sözde Ermeni yasa tasarıları birçok ülkenin meclisinden geçti. Bunlardan hiçbiri tarihi kanıtlara ve hukuki kararlara dayanmıyordu. Sözde Soykırım iddialarını ilk olarak -çok ilginçtir- Türkiye’den binlerce kilometre uzakta, Güney Amerika’da yer alan Uruguay Meclisi’nin kabul ettiği düşünüldüğünde mesele çok daha iyi anlaşılacaktır. Tarihin hiçbir döneminde (Diplomatik bazı görüşmelerin dışında) özellikle 1915 yılında aktif siyasi, ticari hiçbir ilişkinin bulunmadığı Uruguay’ın aldığı karar şüphesiz siyasidir, politiktir. Diğer meclislerin kabulü ve devlet başkanlarının bu yöndeki beyanatları Uruguay Meclisi’nin aldığı karardan farklı değildir.
1915 Olaylarında karşılıklı acılar yaşandı. Yüz binlerce Müslüman Türk-Kürt ahali, Ermeni çeteleri tarafından katledildi. Tehcir kanunu ile binlerce Ermeni yaşadıkları yeri terk etti ve büyük zorluklar yaşadı. Tehcir esnasında birçok can kaybı verildi. Böyle bir durumla karşılaşılmasını vicdan sahibi hiç kimsenin istemeyeceği muhakkaktır. Ancak bu yaşananları mahkeme kararı olmaksızın soykırım olarak ifade etmek, meseleyi tarihi hakikatten uzaklaştırmaktan başka bir amaca hizmet etmeyecektir.
Bugüne kadar Müslümanların katledildiğine dair Türkiye’de 185 toplu mezar tespit edilmiştir. 1917-1918 yılları arasında Erzurum 2. Ermeni-Rus Kale Topçu Alay Komutanı Rus Yarbay Tverdohlebof Erzurum ve Erzincan’da Ermeni çetelerinin yaptığı katliamların bizzat tanığı olmuştur. Ermeni çetelerinin Türk-Kürt demeden “hayvani bir vahşetle” katliam yaptığını şöyle ifade etmektedir; “….Ilıca’da kaçmayı başaramayanların tamamı katledilmişti. Ordu Komutanı Odşelidze, boyunları lime lime kesilmiş çocuk cesetleri bulunduğunu söylüyordu.” Katliamdan üç hafta sonra Ilıca’ya giden Yarbay Gryaznov 26 Şubat’ta Erzurum’a dönmüş ve karşılaştığı acı tabloyu Tverdohlebof’a şöyle aktarmıştır; “Köylere giden yollarda ve sokaklarda parçalanmış cesetler öylece yatıyor, yaklaşık olarak 12-15 sajen (55-70 Metrekare) alandaki bir cami avlusunda 1.5 metre yüksekliğinde, öldürülmü Türkler’den ihtiyar, erkek, kadın ve çocuk cesetleriyle dolup taşmıştı. Kadın cesetleri tecâvüz izleri taşıyordu.”
Bunun gibi birçok örnek verilebilir. Birinci Dünya Savaşı boyunca, Van, Ağrı, Erzurum, Erzincan’da çeteler sayısız katliamda bulunmuşlar ve savunmasız insanları öldürmüşlerdir. Ermeni çetelerinin 1970’lerdeki uzantısı ASALA Terör Örgütü Türk Diplomatlara yönelik suikastlar planlayarak otuzdan fazla diplomatımızı şehit etmiştir. ASALA, Los Angeles’ta Türkiye Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve Bahadır Demir’i katlettiğinde ise, Joe Biden ABD Seneto üyesiydi ve dönemin tanıklarından biriydi.
Joe Biden’in söz konusu bildiriyi yayınlamadan önce Başkan Wilson tarafından görevlendirilen Amerikalı General James G. Harbord’un 1919’da kaleme aldığı ve Amerika Birleşik Devletleri’nin arşivinde bulunan General Harbord’un raporuna veya Şikago doğumlu Amerikalı tarihçi Justin Mccarthy’nin eserlerine bakmış olsaydı, Osmanlı Coğrafyasındaki Müslüman ahalinin maruz kaldığı vahşeti görebilirdi. Başkan Biden arşiv kayıtlarını değil, diasporayı, dolayısıyla popülist söylemi seçmiş, tarihi gerçekleri basın bildirisiyle örtmeyi tercih etmiştir.
Joe Biden’ın “Soykırım” söylemi Türkiye iç siyasetinde krize yol açmamış, hukuki dayanaktan ve bilimsel verilerden uzak bir açıklama olarak değerlendirilmiştir. Biden’ın sözleri Karabağ Zaferi’nin ve Ayasofya coşkusunun gölgesinde kalmıştır.
Bu olay, Ermeni Diasporasının Avrupa’da ve Amerika’da güçlü olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Türk-Ermeni Araştırmaları uzmanı Şenol Kantarcı’nın 2001 yılında kaleme aldığı makalede, ABD’de Ermenilere ait 104 kültürel kuruluş, 32 Dernek ve 17 Süreli yayınla diaspora faaliyetini yürüttüğünü belirtilmektedir. Bugün bu sayı çok daha fazladır. Avrupa’da da diaspora faaliyetlerinin oldukça yaygın ve aktif olduğu bilinmektedir. Özellikle, Fransa Ermeni Diasporasına kapılarını sonuna kadar açmış, Türk ve Müslüman grupları hedef gösteren Ermeni diasporasına ait 575 derneğe faaliyet izni vermiştir.
Tüm bunlardan hareketle, Türkiye’nin tezlerini Batı kamuoyuna doğru aktarabilecek uzmanlara, örgütlü ve kurumsal niteliğe ulaşmış sivil toplum kuruluşlarına her zamankinden daha fazla ihtiyacının olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Burak Kazan
Kaynaklar
Erol Kürkçüoğlu, 100.Yılında Erzurum ve Ermeniler, Erzurum Valiliği Kültür Yayınları, Erzurum 2018.
Hukusi Akar, Harbord Military Mission to Armenia: The story of an American fact finding mission and its effects on Turkish-American relations, Boğaziçi Üniversitesi, Atatürk İlke Ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İstanbul 2005.
Justin Mccarthy, Ölüm Ve Sürgün, TTK Yayınları, Ankara 2015.
Şenol Kantarcı, “ABD ve Kanada’da Ermeni Diasporası: Kuruluşlar ve Faaliyetleri”, Ermeni Araştırmaları, Sayı 3, Eylül-Ekim-Kasım 2001.
Yarbay [Lt.Col.] Tverdohlebof, Gördüklerim Yaşadıklarım,Genelkurmay Basımevi, Ankara 2007.
https://www.aa.com.tr/tr/dunya/fransada-ermeni-diasporasi-yuzlerce-dernegiyle-turkiye-karsiti-lobi-yapiyor/2217965 Erişim Tarihi: 07.05.2021.
Çok Okunanlar
- Düşünce-
Muvvakkat Ömürler ve Mekânlar
- Ramazan-
7 Soruda Ramazan – Nurullah Öztürk – RTÜK Üyesi
- Ramazan-
7 Soruda Ramazan – Abdullah Yıldız – Yazar
- Ramazan-
Peygamberimizin Ramazan Ayını İhyası
- Ramazan-
Yeni Bir Ramazan Olsun
- Düşünce-
“Şehrengiz”siz Türkçe Sözlük Olur Mu?
- Edebiyat-
Âşık Veysel’in “Anlatamam Derdimi Dertsiz İnsana” Adlı Şiirine Bir Yaklaşım Denemesi
- Din ve Hayat-
Fahreddin Râzî’den Samimi Duygusal Paylaşımlar