– Yengeee, yengeee… Korktum, yanımda dur.
– Yenge karnım acıktı.
– Yenge sen nerde çalışıyorsun?
– Bu çiçeği bana verir misin?
– Benim köydeki evi biliyor musun? Bu ev sizin mi?
– Kaç çocuğun var?
– Yenge beni tuvalete götür.
Bu yenge sizin bildiğiniz yengelerden değil. Bu yenge başka bir yenge. Yenge kelimesi herkes için farklı bir anlam ifade edebilir. Sizin zihninizde farklı bir çağrışım da oluşturabilir. Bazı yengeler çok sevilir. Anne kadar, abla kadar, kardeş kadar yakın gelir size. Bazı yengelerden de uzak durmayı yeğlersiniz. Aman bana dokunmasın da… der gerisini getirmeden cümleyi bitirirsiniz. Bazen de o yenge mi? Benden uzak olsun da ne yaparsa yapsın dedikleriniz de vardır.
Bu yenge başka bir yenge dedik ya. Bu yenge hastalanınca bakan. Yengeeee! sesini duyunca iki eli kanda bile olsa hemen sesin geldiği yöne koşan yengelerden. Bu yenge çoğu zaman bir evlattan da öte. Evladın yapmaktan kaçındığı, yapmamak için bir sürü mazeretler uydurduğu işleri yapmayı kendine görev edinmiş bir yenge.
Bu yenge öyle bir yenge ki kendi evladı annesine şaka yaptığı zamanlarda bile işi ciddiye alan, Dokunmayın, incitmeyin, üzmeyin! diye tepki gösterenlerden. Sağlığında bile annelerinin isteklerini yerine getirmek istemeyen çocuklarına kızan, o mutlu olsun diye her isteğini yerine getiren yenge.
Yaşlanmış, hastalanmış, bakıma muhtaç hâle gelmiş, unutkanlıklar kendini iyice hissettirmiş birine bakmanın, onun her isteğini hiç karşılıksız bırakmamak her yengenin harcı değildir. Çoğu zaman işten gelip yorgun olmasına rağmen kendi ihtiyaçlarını ihtiyaç olarak görmeyen birisi olabilmek de kolay değildir. Hele hele her şeyin dejenere olduğu, yaşlı-genç, anne-evlat, gelin-kaynana gibi kavramların anlamını yitirdiği günümüzde.
Siz hiç gece uykunuzdan feragat edip sizden yardım talep eden birinin yardımına koşmanın ne demek olduğunu bilir misiniz? Bilmek için yaşamak, yaşamak için yapmak gerekir. Bunu gerçekleştirme iradesine sahipseniz siz de iyi bir yenge adayısınız demektir. Ancak bunun bu kadar da kolay olamayacağını da unutmayın.
Bu yengenin böyle olması Yaratan’ın bahşettiği acıma ve iman gücü desek abartmış olmayız. Sürekli olarak ağzından dua eksilmeyen, aynı zamanda da hem anne hem eş hem de babaanne olan, anne, baba, hasta, yaşlı duasının önemini bilen ve bu konuda onların bol bol duasını alan bir yenge.
Hastalıkla birlikte yaşlılığın getirdiği unutkanlıklar pek çok yaşlı için aynı soruların sorulması anlamına gelir. Birlikteyken yapılan konuşmaların içeriği ve sorular birbirini takip eden tekrar sorulardır. Bazen bu sorulara maruz kalmak sizi üzebilir. Bir süre sonra bıkkınlık hissi verebilir. Ancak bu yenge bu sorulara her zaman ilk defa duymuş gibi cevap verir.
– Halın var mı?
– Var.
– Fazla varsa bana bitek verür müsün?
– Tamam veririm.
– Peki çaydanlık?
– O da var. Onu da veririm.
– Tuzluk da alır mısın?
– Tuzluk da alırım.
Günde belki on belki yirmi defa halı, çaydanlık, tuzluk ve çiçek talepleriyle karşılaşan yengenin eli ve gönlü bol olduğu için bu sorulara hep olumlu cevap verir. Her yönüyle cömert bir yenge…
Dedik ya, her an her yerde olmak, her isteğe her koşulda cevap verebilmek basit bir iş değil. Zorlu geçen hastalık döneminde yoğun bakımlarda ve özellikle de palyatif servislerinde yatan birine bakmak. Gerçekten yoğun ve zorlu olan bu günlerde sadece yanında durmayı bile zor ve sorun gören evlatlara sahip olmak anneyi üzmüş olabilir mi? Bilemeyiz. Eş, çocuk, iş, yol, para, yapamam gibi bahanelerle bir gün bile yanında refakatçi durmaktan kaçınan evlatlara sahip biri için böyle bir yengenin varlığına kim paha biçebilir. Hele hele evlatlarının bile yapmaktan kaçındığı özel bakımlarını büyük bir titizlikle yapmasına, herkesi kendine hayran bıraktırmasına ne demeli?
Ne isterse alan ne isterse yapan bir yenge sevilmez mi? En sevdiği oğlu veya kızının bile zaman zaman Amaaan boş ver! Sonra unutur! dediği pek çok şeyi bu yenge hiç unutmaz. Bu yüzden kendi oğlu ile bile ters düştüğü durumlar olur. Yeter ki mutlu olsun. Her hâl ve şartta karşı tarafı mutlu edebilmek kolay mı zannediyorsunuz? Bu yenge için bunlar hiç sorun değil. O istek mutlaka yerine getirilmeli.
Herkesin kendine göre özgür hareket edebildiği, kendine ve çevresine vakit ayırıp onlarla ilgilenebildiği durumlar aklına gelse bile bunu kendine sorun etmez. Ben kızı değil, oğlu değilim veya Hiçbir kan bağım yok gibi düşünceleri dile getirdiğini hiç görmezsiniz. Bana sorarsanız aklından bile geçirmiyordur.
Yemek yemesine rağmen sürekli karnım acıktı diyen, çoğu zaman karşısındakinin kim olduğunu bile hatırlamayan birine her seferinde bir şeyler hazırlayıp vermeyi bir yük olarak görmez. Yeter ki gönlü hoş olsun. Ona göre onun gönlünün hoş olması huzura açılan bir kapı, mutluluğa giden bir yol demek.
Tekrar tekrar sorulan sorular genellikle yemek, çiçek, köy, tuzluk, çaydanlık, halı gibi kelimeler olduğunu biz de burada tekrar edelim. Bunların en başında elbette yemek gelir. Uzun süre yatağa bağımlı, önce burnundan sonra karnından bağlı hortumla sadece mama ile beslenen birinin yemek talebi geri çevrilebilir mi? Yemek konusu olunca biraz da gelininden çekinerek, isteklerinin de her zaman karşılık bulduğu sorular yavaş yavaş yerini almaya başlar:
– Bir şey diyecem, ama kızma!
– Söyle bakalım, kızmam.
– Cızlama yapar mısın?
– Tamam yapalım.
– Mantar da yapar mısın?
– Yaparım.
– Mantarı fırında yap ama… Üzerine kaşar koymayı da unutma.
– Tamam unutmam.
– Yarın da biber kızart. Emi..
Havaların iyi olduğu zamanlarda balkonda oturur sürekli yola bakar. Yoldan geçen arabaları, dükkânlara girip çıkanları, parkı, parka gelip gidenleri izlemekten zevk alır. Balkonun da kendi soruları var elbette:
– Karşıdaki yollar nereye gidiyor?
– Aşağıda dükkânlar mı var?
– Çubuk uzak mı?
– Şu asılı saksıyı bana verir misin?
– Şu apartmanların arasından geçen yollar Çankırı’ya mı gidiyor?
Yenge bu sorulara da her seferinde sağlıklı birine veriliyormuş gibi doğru cevaplar vermekten hiç üşenmez. Bu sorulara cevap aldıktan sonra birdenbire köyü aklına gelir:
– Benim evi biliyor musun?
– Biliyorum elbette
– Yanımda kimler oturuyor?
– …
Benim evi biliyor musun? sorusuna anında cevap verdiğinizde gelecek soruya da hazır olmalısınız. Yanındaki evlerin sahiplerini de bilen yenge artık köyü biliyor demektir. Aldığı doğru cevaplara şaşırmasına rağmen bu soruları sormaktan bir türlü vazgeçmez. Sürekli köyünden sorular soran birine aynı sıklıkla aynı cevabı verebilmek de bir sabır gerektirir. Yenge bu soruları sormakla köy özlemini dile getiriyor diye düşünür, onun mutlu olacağı cevaplar verir.
Komşuları, köyde geçen günleri, evini, evinin önündeki komşularıyla oturduğu bankı hiç unutmaz. Her sene mutlaka bir şeyler ekmeyi planladığı evin önündeki küçük bahçe de unutulmazlar arasında. Oraya her sene fasulye, salatalık, biber ekilecek ve bunların planları kıştan yapılacak. Ali Dayı pırasa ekmek isterse şiddetle karşı konulacak, onun ekmesine izin verilmeyecek. Hele oğluna o minnacık bahçeye mutlaka bir meyve ağacı dikmesi için ısrarı yok mu? Her sene yeni bir meyve ağacı… Bu kimi zaman ya bir kayısı ağacı olur, kimi zaman bir kiraz, kimi zaman dünüründen alacağı bir erik ağacı olur. Bütün bunlar bu kış fazla gündeme gelmemesine rağmen oğluna zaman zaman Beni köye götür diye ısrarda bulunmayı ihmal etmez.
Soruların arkası gelmez elbette. En çok sorulan sorulardan birisi de Ev kendinin mi? sorusu. Aldığı cevaptan her zaman memnun kalır. Yengenin bir evinin olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirir. Hele o dondurma hikâyesi yok mu? Başlı başına yazı olacak dondurma tadında bir hikâye. Şimdilik o hikâyeyi başka yazıya bırakalım.
Ben yenge değilim, senin gelininim demesine rağmen yine de kendisine yenge diye hitap etmesinden bile rahatsız olmuyor. Gelinine yenge diyerek bir şeyler mi demeye çalışıyor? Kendi evlatlarımın bile yapmadığı şeyleri yaparak ideal bir yenge nasıl olunuru göstermeye mi çalışıyor? Yenge diyerek ona evlatlarından öte bir paye mi biçiyor?
Yenge dediği zamanların dışında bazen Kızıım! diye seslendiği durumlar da yok değil. İster yenge desin ister kızım desin fark etmez. Bu yenge ona göre, etraftaki pek çok insana göre, pek çok eş-dost akrabaya göre başka yenge. Kendi annesine bu kadar ilgi ve bakım gösterme fırsatı olmamış bir gelin, eş, yenge, evlat. Yüreği ve sevgisi dağlar kadar büyük olan böyle bir yenge az bulunur diyenlere hiç yüz vermeyen yenge.
Uzun zamandır yenge diye seslendiği kişinin gelini olduğunun farkında değil. Belki de bundan sonra da o yufka yürekli, o merhamet dolu, kendi annesi kadar yakın gördüğü, annesine yapmadığı hizmet ve yardımı kendisine yaptığı gelinini yenge olarak bilecek.
Böyle yengeler ne kadar var acaba? Kaldı mı böyle yengeler? Hâlâ böyle yengeler var mı? Bu çağda böyle yengeler kaldı mı? diye soran torunlarını şaşırtan yengeler elbette vardır. Ama etrafta olmayınca bu yenge, dikkatleri üzerine çekmekte. Böyle birilerinin olması bizleri ne kadar şaşırtıyor değil mi? Kimine göre imanlı olması bunu yaptırıyor. Bunu düşünmek bile ne kadar aciz olduğumuzu göstermiyor mu? Bunu demekle kendimize haksızlık ettiğimizin farkında değil miyiz?
İlerleyen hastalık nedeniyle anne, baba, oğul, kız, evlat, gelin, damat, torun, yenge gibi kavramları unuttuğu için daha önce aklının bir köşesinde gelinine yenge diye hitap eden torunundan hatırladığı bu kavram ve bununla ilişkilendirdiği gelini, onun için hem gelin hem evlat hem en yakınındaki kişi… İster evlat ister yenge olsun. Kim olursa olsun yaşlı, hasta, büyük, küçük, anne, baba gibi değerlerin gerçekten değer bulduğu ve bunlara gereken değeri gösterenlerin değerli olduğu bir toplumu özler hâle geldik. Hele hele aile gibi bir toplumda yaşlı ve bakıma muhtaçların bir arada yaşayabildiği böyle ortamların var olması, bakımevlerinin ve huzurevlerinin gerçek manasını gerçek evlerde bulmasını hayal etmek ne kadar acı. Hayal değil gerçek olsun.
Sadece 2025 yılı Aile Yılı olmasın. Her yıl ailenin yılı olsun. Olsun ki aileler parçalanmasın. Olsun ki yaşlı anneler, babalar huzuru huzurevlerinde değil kendi ailelerinde bulsun. Mutlu bir ailenin sadece sağlıkta, gençlikte, mutlu günlerde değil yaşlılıkta, tasada ve hastalıkta da bir arada olabilen aile olduğunu unutmamak en büyük dileğimiz olsun.
Ankara, Ekim 2025
