Bizimle İletişime Geçin

Edebiyatımızda Ramazan

Deli Nuri

Bazı hayvanlar gibiydi gözleri, gece de görüyordu. Ona nur diyordu. Onu gördüğünde sürekli bakıyor, kendisi de nur oluyordu. Kime, nasıl anlatsındı. Sırtında delilik örtüsü, Ramazan’ın ilk gününden itibaren elinde ekmek sabah sokağa çıkıyordu. Ekmeği, yolda bir yoksula gizlice veriyor, Yeni Camie gidip üst kata çıkıyor, saklanarak ibadetini yapıyor, öğleden hemen sonra iftara kadar sokaklarda dolaşıyordu. Oruçu gizli tutuyor, evdekiler ekmekle çıktığı, sokaktakiler ekmekle gördüğü için orucu yediğini sanıyordu.

EKLENDİ

:

Yazar: Sadık Yalsızuçanlar

Deli Nuri, iftara yakın, susamlı pide, et ve lağım kokan kasap pazarının girişinde dolanıyordu.

Kendi kendine, “hadi yokluk kabesine, yokluk kabesine…” diye söyleniyordu.

Kasap Ali,

“Nurii” diye seslendi.

Adam döndü.

“Gel” diye işaret etti.

İçinde muhtemelen ciğer bulunan çift kese kağıdına yapılmış pakedi uzattı.

Nuri,

“ne bu?” dedi.

Kasap,

“al al” dedi, “sahura pişirtirsin”

Nuri, alıp uzaklaştı.

Yeni Camii müezzininin hoparlörden sesi duyuldu :

“Allahu ekber Allahu ekber.”

Nuri, bir süre dinledi, sinirlendi,

“Allah belanı versin!” diye bağırdı.

Fayton durağında bir nöbetçi kalmıştı. Faytoncu Bekir, oruç sarhoşluğuyla, “yine noldu, ne diyorsun be adam!” diye çıkıştı.

“Bela okuyorum” dedi Nuri.

“Kime?”

“Müezzine.”

“Niye ki?”

“Gaflet halinde okuyor ezanı” dedi Nuri.

Bekir bişey anlamadı.

Sokak köpeklerinden biri havladı.

Nuri,

“Buyurun efendim” diye seslendi.

Boz köpeğin ardından birkaçı daha seğirtti.

Elindeki pakedi açtı. Ciğeri köpeklere bölüştürdü.

Faytoncu, yaklaştı. Elindeki dürümden bir parça koparıp uzattı.

Nuri aldı, ısırdı, gerisini köpeğe uzattı.

“Ne dedin sen?” diye sordu Bekir.

Nuri,

“Lebbeyk dedim.”

“O ne demek oluyor şimdi!”

“Şu demek oluyor. Bu, müezzin gibi gâfil değil. Havlayınca, ‘hiçbir şey yoktur ki, Allah’ı hamd ile tesbih etmesin’ âyetini hatırlattı. Ben de buyursunlar efendim dedim.”

Faytoncu tuhaf tuhaf baktı.

Kasap Ali dükkânı kapatmış, elinde file yaklaşınca bakışlarını yakaladı.

Adamın tuhaflığına doğru,

“Bacanın eğriliğine bakma” dedi, “dumanın doğruluğuna bak.”

Faytoncunun şaşkınlığı artmıştı.

Kasap Ali, “beni iftara yetiştir.” Dedi.

“İftar mı kaldı, herkes orucunu açtı.”

“Fazla konuşma, dediğimi yap!”

“Emredersiniz paşam!”

“Allah Allah…”

“Zora geldiniz mi Allah…”

“Ne diyosun yahu şu mübarek vakitte!”

“Yok bişey yok.”

“Allahım sen akıl ver…”

“Anlamadım.”

“Akıl olmayınca” diyorum, “neylesin fikir. Çalsın Abdurrahman oynasın Bekir.”

Kasap Ali’nin sesi sesi, faytonun parke taşlı yolda çıkardığı şık seslerde eridi.

Deli Nuri, tekrar Kasaplar Çarşısı’na yönelmişti.

Sağda Çınarlı camii solda Pamuk han, az ilerisinde sıralı otuz kırk kasap dükkânı… Kasap Paşa, yine çırağıyla tava yaptırmıştı. Potuk Hüseyin’le Mardinli Sadeddin’i de çağırmıştı. Çavuş dayının dükkânı kapalıydı. Paşa, Deli Nuri’yi görünce seslendi,

“Nuri dayı buyur”

“Afiyet olsun yeğenim”

“Allahını seversen gel.”

“Ben O’na âşığım, O bana âşık” dedi Nuri.

Paşa ne diyeceğini bilemedi.

Kalktı, Deli Nuri’ye gelerek koluna girdi, zorla sofraya oturttu.

Nuri birkaç lokma aldı.

“Bu kadar yeter” dedi, birkaç yudum ayran içti, kalktı, izin isteyip ayrıldı.

Çarmuzu mahallesine giden sokakta bir heyula gibi gözden yiterken, Ali Şinüganî Dedeye ait olduğunu bilmediği bir eviç ilahinin sözünü mırıldanıyordu : “Ey gönül bir derde düş kim anda dermân gizlidir…”

Yari olmayanın yarası mı olurdu?

Kasap Ali’nin iki odalı, kerpiç duvarlı, toprak damlı, arkasında küçük bahçesi bulunan evinin önündeki dut ağacının etrafı kaynıyordu.

Yaklaşınca, tanımadığı birine,

“Noldu, hayırdır?” diye sordu.

Başına sarılı kaşkola, çökmüş avurtlarına, traşsız yüzüne, şehla, delici gözlerine korkuyla bakan adam, “Kasap Ali ölmüş” dedi.

“Sen O’nu nasıl seversen, O da seni öyle sever” dedi.

“Ne diyosun sen yav!” der gibi baktı Adam.

“O, sevdiğini öldürür” dedi Nuri.

“Deli midir nedir!” diye sinirli sinirli söylendi Adam.

“Ama, öldürdüğüne diyeti farz olur.”

“Allah Allah” diye sürdürdü Adam, “yav bela mısın şer misin, git şurdan Allahaşkına!”

“Diyeti ise kendisidir” dedi Nuri.

Adam sinirleri tepesinde kalabalığa karıştı.

Deli Nuri boşluğa bakar gibi baktı ardından.

“Hey gidi Kasap Ali, dedi. Senem bacı, başlangıçta seni sevmemişti. Babasından istediğinizde, seni kapı arasından gördü, beğenmedi ve sevmedi. Babası verdi. Nikahtan sonra da hyli zaman sevmedi. Çocuklarınız oldu yine sevmedi. Hep, ölse de kurtulsam, dedi. Börek, bişi yapıldığında, ilk yapılanı yersen kocan ölür derlerdi, bu yüzden ilk böreği o yerdi. Yıllarca dua etti, ilk böreği yedi. Sonunda kocası hastalandı, genç yaşta öldü. Senem ilk ne olduğunu anlayamadı. Samuray kılıcıyla başı bedeninden ayrılmış gibiydi, iki hafta geçti geçmedi acı başladı. Meğer yıllar içinde nasıl da fark etmeksizin sevmiş kocasını. Sonradan kızına anlatıp durdu. İçi yanmağa başladı. “Alii Ali” deyip durdu. Aahh diye inledikçe karşıki dağlar iniliyordu. Naptım ben, nasıl beddualar ettim, börekler yedim, sevdiğimi toprağa koydum, diye yandı yakıldı. Dayanamıyordu. Üç haftanın sonunda mezarlığa gitti, kazdı, cesedi çıkarıp sarıldı ağladı ağladı… Yığıldı kaldı. Bayılmıştı. Mezarlıktan geçen birisi görüp haber verdi, konu komşu geldiler, cesedi bağrından zorlukla söküp aldılar tekrar yerine emanet ettiler. … Hey gidi Kasap Âli, ne bahtın varmış ama…”

Deli Nuri, iftar vakti göçen Ali’nin geride bıraktığı kaosa baktı uzun uzun.

Kalabalıktan sıyrıldı, iki yanı çalı çitle çevrili karanlık, dar sokağa girdi.

Bazı hayvanlar gibiydi gözleri, gece de görüyordu. Ona nur diyordu. Onu gördüğünde sürekli bakıyor, kendisi de nur oluyordu. Kime, nasıl anlatsındı. Sırtında delilik örtüsü, Ramazan’ın ilk gününden itibaren elinde ekmek sabah sokağa çıkıyordu. Ekmeği, yolda bir yoksula gizlice veriyor, Yeni Camie gidip üst kata çıkıyor, saklanarak ibadetini yapıyor, öğleden hemen sonra iftara kadar sokaklarda dolaşıyordu. Oruçu gizli tutuyor, evdekiler ekmekle çıktığı, sokaktakiler ekmekle gördüğü için orucu yediğini sanıyordu.

Ertesi sabah öğleyin Kasap Ali’nin namazı kılındı.

Deli Nuri, “hadi bakalım hayırlı olsun, surî cennet suri cennet” diye söylendi.

Yanındakiler, “Mekânı cennet olsun” dediğini sandılar.

“Neyleyim onu neyleyim onu, irfan cenneti olmazsa…” dedi.

Tabutu omuzlayanlar, irfanı değil cenneti anladılar.

“Amiin amin” dediler.

Arkadan gelenler tabuta omuz verince geride kaldı.

Yanındaki, “Allah’ı an Allah’ı” deyince,

“Zaten O’na gitmiyor muyuz?” diye söylendi.

Adam ters ters baktı.

“Niye öyle bakıyosun, O’nun delili yine O’dur.”

Adam omuz vurdu Nuri’ye kenara itti. Sendeledi, düşecekti ki zorlukla doğruldu.

“Fitne var fitne!” diye bağırdı.

Bazıları dönüp baktılar,

“Tövbe tövbe!” diye söylendiler.

Birisi,

“Allasen bu delinin ne işi var burada?” dedi.

Mezarlığa gelindi, tabut kazılan çukurun yanına indirildi, Seyfeddin Hoca Yâsin’e başladı.

Deli Nuri, kenarda, elini beline bağlamış volta atar gibi gidip geliyor, “fitne var!” diyordu.

Yine ters ters baktı birileri.

Komşusu Mamonun Hasan yaklaşarak, kulağına, “ne fitnesi?” diye fısıldadı.

Nuri de fısıltıyla, kulağına, “O’ndan başka her şeyle ilgileniyoruz, mezarlıkta bile” dedi.

Hasan, yine eğilerek,

“sen git istersen” deyince,

“Doğru” dedi, “haklısın, ben gideyim.”

Ellerini pantolon cebine sokarak uygun adımdaki gibi yürümeğe başladı.

Bir yandan da Ali Şiruganî Dede’nin, “vâsıl olmaz kimse Hakka, cümleden dûr olmadan” hüseynî ilahîsini mırıldanıyordu.

https://sadikyalsizucanlar.dergibi.com/deli-nuri/

Sadık Yalsızuçanlar (Malatya, 1961-)

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar