Geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısının başlarında, Maraş’ta aynı yıllarda, aynı lisede bir araya gelen idealist bir grup genç, kendi aralarında organize olarak yerli bir edebiyat harekâtı başlatır. Okuma ve yazma faaliyetinin at başı gittiği bir eylemdir bu. Yerel gazetelerin bünyesinde sanat-edebiyat sayfası düzenler, lisede dergi çıkarırlar. Nuri Pakdil’in ağabeylik yaptığı bu yazar ve şairler şunlardır: Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Alâeddin Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan, Ali Kutlay, Sait Zarifoğlu… Bu grup daha sonraki yıllarda eğitim hayatını tamamladıktan sonra doğdukları şehirden uzak kalsalar da bu şehre karşı köklü bir aidiyet duygusuyla özlemlerini dile getirirler. Şehrin özelliklerinin şiirlerine, hikâyelerine, denemelerine, romanlarına vs. edebi ürünlerine yansıdığı görülür. Bu yazımızda, söz konusu ettiğimiz yazarlar arasında ölüm yıldönümü vesilesiyle Erdem Bayazı’ı öne çıkaracağız. Kendisi de Maraşlı bir entelektüel olan Osman Nalbant, bir konuşmasında Erdem Bayazıt’ın, bir neslin ağabeyi olduğunu söyler. Şüphesiz Erdem Bayazıt -emsâllerine göre çok yazmasa da- tartışmasız bir şairdir. 1960 ve 70’li yıllardan başlayarak Müslümanların çıkardığı dergi ve gazetelerde yazdığı yazılarla her zaman gündemde kalmış, İslam dünyasındaki sorunları ele alan yazılar kaleme almış olsa da şairlik sıfatı her zaman diğer özelliklerinin yanında ön plandadır. Bir dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kahramanmaraş milletvekili olarak siyaset yapsa da bu bile şairlik sıfatının gölgesinde kalır. Şairlik vasfı Erdem Bayazıt’ın ağabeylik vasfının her zaman önüne geçmiştir. Kuşkusuz büyük bir şairdir ve gelecekte de hep şair olarak tanınacaktır. Ama Erdem Bayazıt, onu bir nebze olsun tanıyanların aynı zamanda ağabeyidir. Şiirin fildişi kulesinde oturmamış, onu kitlelere mal ederek Anadolu insanı ile paylaşmıştır. Aynen kendisinden önce Rahmi Eray’ın, Fethi Gemuhluoğlu’nun yaptığı gibi bir dönem Ankara ve İstanbul’da üniversite okuyan dindar ve milliyetçi gençlere uzun süre gerçek anlamda ağabeylik yapmıştır. Onların yetişmesinde, eğitiminde, maddi ve manevi sorunlarında Anadolu’dan büyük şehre gelip, bu şehirlere ayak uydurmada güçlük çeken gençlere yol göstermiştir.
Osman Nalbant’ın vurguladığı şey, Erdem Bayazıt’ın bir sohbet adamı olması, yaşadığı dönemin gençliğine bahçıvanlık yapmasıdır. Nuri Pakdil’in kendilerine yaptığı gibi. Bugün ülkemizin diğer illerine nazaran Maraş’ın edebiyat muhiti ve “yazarlar şehri” olarak anılmasında biraz da bu sohbetlerin etkisi olmuştur. Karşısında kendisini pürdikkat dinleyen gençlere hep şunu söylerdi Bayazıt: “Kardeşlerim biz gece-gündüz okumaya, okuduklarımızı açıkça konuşmaya, biz yazı yazmaya mecburuz. Mecbur değil mahkûmuz. Unutmayın, bunu yapmadan da bir adım ileri gidemeyiz. Binaenaleyh, ilk görevimiz de budur. Şimdi diyeceksiniz ki: Yahu her gün okuldan dağılan çocukların üzerine bomba atılıyor; her gün üç kişi, beş kişi, on kişi ölüyor; siz de okuyun diyorsunuz! Bu ortamda ne yapalım? Bir taraftan partiler kurulmuş ve çok sıkıştırılıyoruz. Çünkü̈ hepsi gençliği istismar etmek istiyor. Biz de kuzuyu kurda yem etmemek için sabahlara kadar konuşuyoruz. Tabii bu konuşmalarımızı bir hadis üzerine bina ediyoruz: ‘Kıyamet koparken bile elinizdeki yeşil fidanı dikeceksiniz.’ Her gün bakıyoruz dışarıda kıyamet kopuyor, bombalar atılıyor, silahlar patlıyor, tam bir kıyamet atmosferi. Şunu diyoruz: Dışarıda kıyamet var ama benim görevim elimdeki şu fidanı dikmektir. Benim yaptığım budur.
70’li yıllardaki sokak eylemlerini, sağ-sol çatışmasını, hemen her gün üç beş gencin çatışmalarda öldüğünü bilmeden Bayazıt’ın bu söyledikleri anlaşılamaz. Hele bugünün kuşağı hiç anlayamaz. Şairin bu sözleri böyle bir ortamda yaşayan gençler üzerinde etki ediyor. Bu sözleri duyan Ankara’da ve İstanbul’da üniversite okuyan kimi gençlerin, büyükşehirlerde okumak için can atan liselilerin eli kalem tutmaya, bir şeyler çiziktirmeye başladıkları görülüyordu. Bu gençlerde depreşmeye hazır okuma ve yazma azminin harekete geçmesi işte bundan sonradır. Fethi Gemuhluoğlu’nun “İslam’da yaz emri yok, oku emri vardır” sözü̈ meşhurdur. Buna rağmen Erdem Bayazıt yazmanın önemini vurguluyordu kendisini dinleyen gençlere. “Sel gider kum kalır” misâli bizden sonra gelecek kuşaklara yazdıklarımızın kalacağını, bize tanıklık eden şeylerin karaladıklarımız olduğunu söylüyordu. Bugün Yunus’u, Fuzûlı̂’yi, Şeyh Galib’i okuyorsak yazdıklarından dolayıdır, derdi. Bugünden de yarınlara Yahya Kemâl ve Mehmet Âkif’in, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’un kalacağını ifade ederek bu isimleri bilhassa vurgulardı. Gençlere bu şairleri bıkmadan ve usanmadan referans gösterirdi. Onu dinleyenler de bu isimlere ait ne var ne yoksa bulur okurdu.
Bu arada Necip Fazıl hem kendileri için bir rol modeldi hem de gençlere örnek gösterirdi. Büyük Doğu, Necip Fazıl’ın sağlığında gerçekten halk için bir mektep, entelektüeller için üniversite hâline gelmiştir Sebeb Ey şairine göre. Dergi, aynı zamanda Anadolu’nun dört bir yanından büyükşehirlere gelen birçok şair ve yazara kendisini geliştirme imkânı vermiş, edebî açıdan verimli bir fidelik vazifesi görmüştür. Erdem Bayazıt’ın, diğer arkadaşları ile birlikte Üstadın yanında editörlüğü, yazarlığı ve dergi işletmeciliğini öğrenerek onu bir rol model olarak aldıklarını görüyoruz. Bunu, sonraki yıllarda Mavera dergisini kolektif bir şuurla çıkararak da gösterirler. Üstad dergiyi yalnız başına ve tek söz sahibi olarak çıkarırken, onlar bu yeni dergiyi bir ekip ruhu içerisinde istişare ile yürüttüğünü görüyoruz.
Rasim Özdenören’e göre Erdem Bayazıt, kişiliğine paralel olarak gürültülü seslere vurgun, gündelik düşünceleri bile heyecanlı ve ateşli bir üslûpla ifade etmeyi tercih eden bir şair ve yazardır. Bu yüzden mutantan söyleyişi destana ve hitâbet üslûbuna yatkındır. Özdenören’in günlük gazetede sade basit bir üslûpla kaleme almış olduğu bir yazı için Bayazıt: “Böyle olmamalı, insanın kaleminden kan damlamalı, kan!” demiş. Şiirlerine ve yazılarına da yansıdığı gibi, bu da Sebeb Ey şairinin öfkeli ve celâlli bir yapıya sahip olduğunu gösterir. Öyle ki “Gam dağlarına çıkıp naralar atar”, “Kelimeler tank gibi geçer adamın yüreğinden”. Aynı adam, bazen “Kızdı mı cehennem kesilir, sevdi mi cennet!” Çabuk alevlenir ve kısa sürede sönerdi.
Biz Türk kültür ve edebiyatını dönem dönem birtakım kırılmalar yaşansa da başlangıcından beri bir zincirin uzayan ve birbirini tamamlayan halkası olarak görüyoruz. Erdem Bayazıt işte yukarıda belirttiğimiz silsilenin son halkasında yer alan sahici bir şair ve bu kubbede hoş sadâ bırakmış ‘yedi güzel adam’dan biridir. Son yarım asırdan beri gelen nesil, biraz da Erdem Bayazıt kuşağı şair ve yazarlarının yazdıkları ile yetişti. Onların şiirlerini ezberledik, onlar heyecanlarımıza ortak oldu. “Bir yüzüm Batıya dönük/Bir yüzüm Doğuya/Arkamda bütün yönler/Önümde kıble!” dizeleri sloganımız oldu. Yıllar yılı “Birazdan Gün Doğacak” umuduyla “Beton duvarlar arasında bir çiçeğin” açmasını bekledik. Bosna’dan Filistin’e, Afganistan’dan Eritre’ye kadar nerede Müslüman varsa sesini duyurmaya çalıştı. Sebeb Ey! diyerek, Diriliş’i, Büyük Doğu’yu bayraklaştırdı, maveraî ufuklara kanat açtı. “Ölüm bize ne uzak ne bize yakın ölüm/Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm” şiiriyle, ölümün soğuk yüzünü tebessümle karşıladık ve onun diliyle “gürül gürül bir ırmaktır ölüm” dedik.