Edebiyat
Gül/lük – Hamburg’da Bir Ramazan Gecesi
Avrupa’nın en büyük camilerinden biri olduğu söylenen Eyüp Sultan Camisinde, dört bin Müslüman aynı anda namaz kılabiliyor. Sabah namazındaki kalabalığı görünce doğrusu heyecanlandım. Hikmet Atak Bey’in ifadesiyle, safın bir ucundan diğer ucuna gidinceye kadar bir rekât namazın bittiği, böylesine uzun bir caminin birinci safı dolmuş, ikincisi de yarıdan fazlaydı. Namaz sonrası, Kayserili olduğunu öğrendiğimiz Ahmet Hocayla görüşüyoruz. Cemaatin yoğunluğundan duyduğumuz sevinci belirtince bize güzel bir haber verdi: “Her Pazar, kalabalık bir genç gurubu sabah namazından iki saat önce gelir ve birlikte Kuran dersleri, sohbetleri yaparız.”
EKLENDİ
-:
Yazar:
Mehmet Nezir GülRamazan ayı, gurbette hele hele diyar-ı gayrı müslimde daha bir mahzun sanki. Camilere koşturan müminler, kulluğun sınır ve ülke tanımadığını ilan etse de, sokakların Ramazan coşkusundan yoksun oluşu insanı sarsıyor.
Caminin içi de sarsıyor.
Hele hele gür ve güzel sesli bir hocaefendinin arkasında namaz kılarsanız, sizi daha bir sarsar. Teravih arasında özellikle de sonrasında yükselen nağmeler, kasideler, insanı masivadan uzaklaştırır.
Münir ve Osman Hocaların Hamburg Merkez Camiindeki o coşkun ve lâhuti sedalarını, Türkiye’de de her yerde bulamayacağımı biliyorum. Veya bulsam da aynı etkiyi yapmayacağını…
Münir Hocanın teravih sonrası lambaları söndürerek istiğfara daveti, zikri, tam bir istiğrak halini yaşamamızı sağladı. Camide böylesi bir zikri çok az gördüm. Belki de Türkiye’deki camilerin bir eksiğidir. Günün belli bir vaktinde zikir halkaları da kurulmalı camilerde. Yıllardır Şanlıurfa’da, Halilurrahman’da aleni olarak yapılan, belli bir tarikat mensubu olmayanların da katılabildiği ve uzun zamandır devam eden zikir halkası benzeri uygulama çok az.
O gece teravih sonrası istiğfar eyledik.
“Tevbe yâ Rabbi, hata râhına gittiklerime,
Bilip ettiklerimize, bilmeyip ettiklerimize…”
Utanmazlıklarımıza, arsızlıklarımıza, duyarsızlıklarımıza, sınır tanımazlığımıza “estağfirullah” dedik.
Kurduğu sistemle mütekebbir bir eda takınan, müstağnileşen dünyada, kendini tanrılaştıran ve Allah’a meydan okuyan bir dünyada, “Lailâhe illallâh” dedik.
Senin, benim, hepimizin sahibi, kimselerin ve kimsesizlerin sahibi olduğu için “Allah” dedik.
Kendimize baktık, çevremize baktık, yaptıklarımıza ve yapmadıklarımıza baktık, her şeyde, her yerde onu gördük ve “Huuu” dedik.
Huuu, huuu, hu Allah.
8 Ağustos 2011/Hamburg
Bir İftar
Ramazan’da, Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’daki İslami cemiyetler de her şehirde büyük çaplı iftar programları yapmakta, böylece hem Ramazanı, hem orucu, hem cemiyeti gündeme getirmiş, hem de kaynaşmış olmaktadırlar.
Bu iftarlara şehrin ileri gelenleri, siyasiler, işadamları, sivil toplum kuruluşları temsilcileri davet edilmekte ve güzel bir diyalog fırsatı yakalanmakta.
İki gün önce bu organizasyonlardan birine katıldım. On beşinci Ramazan iftarımı, Avrupa İşadamları Birliği’nin misafiri olarak açtım. İftara yaklaşık olarak iki yüz kişi katılmıştı. Belediye Başkanı (arkadaşımın ifadesiyle homo), şehrin milletvekili, Başkonsolosumuz, Din Ataşesi, Müslüman temsilciler, işadamları ve bazı bürokratlar…
Sunucu çok akıcı bir Almancayla, sempatik tavırlarla konuştu. İzleyicileri sık sık güldürdü. Ben de anlamasam bile gülümsedim her seferinde. Ara sıra tercüme ediyordu, M. Gül ve O. Arslantürk Hoca. Sırasıyla Belediye Başkanı, Milletvekili, Başkonsolos ve dernek başkanı Süleyman Sezer bey konuştular.
Hepsi de entegrasyondan bahsetti. Asimilasyonun olmaması gerektiğini anlattı.
Belediye başkanı, (tabi Alman ve Müslüman değil) iftar programına katılacağından dolayı, sabah kahvaltısından sonra hiç bir şey yemediğini özellikle belirtti. Bu sözü alkış aldı. Benim de hoşuma gitti.
Benim için iftar programının en büyük sürprizini, Bosnalı bir genç yaptı.
Ezan vakti gelince, Almanca bir şeyler söyledi sonra kendine has bir üslupla, çok tatlı ve içe nüfuz eden bir ses tonuyla Zilzal Suresini okudu. Ardından da ezan okudu. Sanırım o an yeryüzünde okunan en güzel ve anlamlı ezanlardan biriydi.
Dua ile iftarımızı açtık.
Gecenin en anlamlı anı, bu ezan faslıydı.
Kuran ve ezan okuyan Bosnalı gencin, IGMG’ye gidip gelen bir savcı olduğunu söyledi arkadaşlar.
Evet bir savcı.
Türkiye’de, bir savcı, belki böylesi bir iftara katılabilir ama gelip dini bir konuşma yapıp, Kuranı Kerim ve ezan okuyabilir mi?
Zor ama bu da olur inşallah…
17 Ağustos 2011/ Bielefeld
Strasbourg’da Sabah Namazı
Yahya Kemal’in, “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” adlı şiirini duymayan, okumayan ve duygulanmayan az insan vardır. Tabi edebiyat, sanat ve kültüre ilgili kişiler arasında. Şairin iman yansımalarını gördüğümüz önemli bir metindir.
Bu pazar sabahı, Strasbourg Eyüp Sultan Camiine gittiğimde hep bu şiir aklıma geldi.
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye’de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Avrupa’nın en büyük camilerinden biri olduğu söylenen Eyüp Sultan Camisinde, dört bin Müslüman aynı anda namaz kılabiliyor. Sabah namazındaki kalabalığı görünce doğrusu heyecanlandım. Hikmet Atak Bey’in ifadesiyle, safın bir ucundan diğer ucuna gidinceye kadar bir rekât namazın bittiği, böylesine uzun bir caminin birinci safı dolmuş, ikincisi de yarıdan fazlaydı.
Namaz sonrası, Kayserili olduğunu öğrendiğimiz Ahmet Hocayla görüşüyoruz. Cemaatin yoğunluğundan duyduğumuz sevinci belirtince bize güzel bir haber verdi:
“Her Pazar, kalabalık bir genç gurubu sabah namazından iki saat önce gelir ve birlikte Kuran dersleri, sohbetleri yaparız.”
Nefisle mücahedenin, modern dünyada yapılacak en güzel bir örneği. Bu iş öyle her babayiğidin harcı değil. Şuurlu ve kararlı bir tavrın sonucu.
Bu arada dün birlikte olduğumuz elli kadar gençle de sabah namazında buluşmak üzere sözleşmiştik. Gece geç vakte kadar program devam etmiş, saat on ikiden sonra otele geçerken onlar hala sohbete devam ediyordu. “Bu gençlerin yarıdan fazlası namaza gelmez, keşke hemen yatsalar” diye düşünmüştüm. Ama sevinerek belirteyim ki yanılmışım.
Avrupa Milli Görüş Gençliği, kendine, inancına yakışanı yaptı. Sabah namazına hepsi birden, tam tekmil gelmişti. Bu da geleceğimiz, Avrupa Müslümanlarının geleceği adına umut vericiydi.
Sabah namazı; beni en çok mutlu eden, huzura erdiren, Allah’a yaklaştıran bir namaz, birinci namaz.
Üstelik camide, gençlerle birlikte, bir küfür diyarında olursa bu sevinç nasıl da katlanıyor?
7 Şubat 2010/ Strasbourg
Kemik
Mevlana ve arkadaşları bir yoldan geçiyorlar. Birkaç köpeğin, yan yana, kucak kucağa birlikteliğini görenlerden biri dayanamayıp hayranlığını dile getirir:
“Üstad, ne kadar güzel ve harikulade bir tablo. İbret verici.”
Mevlana, görünmeyen gerçeği fısıldar:
“Aralarına bir kemik at bakalım sonra ne olacak?”
Sessiz, sakin ve hatta vakur duran nice insanlar vardır ki, az buçuk menfaatine dokunsanız, adeta canavarlaşır. Gerçek rengini, kişiliğini, duruşunu ortaya koyar.
Bu hayatın bütün alanında geçerli.
Bütün eğilimleri için de geçerli.
Aman kemikler araya girmesin!
14 Ağustos 1999/Gaziantep
Aday Psikolojisi
Yürüyüşüm mü değişti yoksa bana mı öyle geliyor?
Bakışlarım daha mı farklılaştı?
Şu geçeni tanıyordum galiba, benden selam mı bekledi ne?
Paltom da eskimiş, hayret şimdiye kadar nasıl fark etmemişim? Bir takım elbise daha almalıyım, yok yok iki tane almalıyım. İkişer de kravat, gömlek almalıyım. Yanıma en az iki delikanlı almalıyım, çarşıya her çıkışımda…
Bütün bunlar da nereden çıktı şimdi. Bir zorunluluk mu bunlar? Yaşamım için gerekli idiyse, ben, şimdiye kadar bunlarsız bir hayat sürüyordum. İçine sürüklendiğim bir mekanizmanın gereklerinden mi yoksa bunlar?
Göreceğiz
“Bu iş sana göre değil. Pis iş bu… Kendini kirletme.”
/Siyaset sahiden kirli mi? Kirlilik siyasetin ruhunda mı var, yoksa siyaset yapan insanlar mı kirli?/
Göreceğiz.
“Çok iyi düşünmüşsün. Sen layıksın bu işe. Bizi niye hep sahtekârlar yönetsin ki! Sonuna kadar yanındayız. Allah yardımcın olsun.”
/Bizi hep dürüst olmayanlar mı yönetti-yönetiyor? Kim dürüstlerin yanında, ne oranda yanında, bu işin sonu ne?/
Göreceğiz.
“Seni harcayacaklar, kullanacaklar. Adını öne sürüp, kendi dediklerini yaptıracaklar.”
/Beni –ben siyasetçiyi- kim, niçin, nasıl kullanacak? Ben kullanılacak bir nesne miyim? Ben kendimi kullandıracak mıyım? Yoksa ben mi onları kullanacağım? Buna da niçin?/
Göreceğiz.
“-İstihareye yattım, baban istemişti. Belki sana da söylemiştir.”
“Hayır haberim yok…”
“Çok iyi çıktı. Sen başkan olmuşsun. Biz seni tebrik etmeye gelmişiz. Yanında misafirler var, sen onlarla ilgileniyorsun. Onların diliyle konuşuyor, bize de pek iltifat etmiyorsun. Bu tavrın bizi üzüyor. Az sonra onlar çıkıyor. Sen kalkıp bize ‘Hoş Geldiniz’ diyor ve bizi kucaklıyorsun. Durumdan dolayı da özür diliyorsun. Ama biz durumu anlıyoruz. Onlar gücü ellerinde bulunduran insanlar. Onları dışlayamıyorsun, onların yanında da bizlere doğrudan sahip çıkamıyorsun ama sen bizimlesin aslında. Olsun. Bizi güzelce uğurluyorsun. Gördüğün gibi istihare iyi, inşallah başkan olacaksın.”
Bakalım göreceğiz.
Ocak 1998/ Nizip
Beğenebileceğiniz Gönderiler
Çok Okunanlar
- Genel-
Öğretmenliğimin Üşüdüğü Günler
- Şahsiyet-
Vefatının 40 Yılında N.F. Kısakürek ve Son Mısraları
- Edebiyat-
Sürgün Çekirdek
- Düşünce-
Tuzu Eksik Aforizmalar
- Düşünce-
Procrustes’in Hayaleti: Anlamak mı Yargılamak mı?
- Tarih-
Feth-i Mübîn ve Fetih Rûhu
- Din ve Hayat-
Hz. Lût’un Fıtrat Çağrısı ve Kavminin Helak Sebebi
- Düşünce-
Bana Yüreğimi Tarif Et