Edebiyat
Gül/lük – İşgal Denemeleri
Geçen uçakların darbecilere mi bize mi ait olduğunu bilemiyoruz. O yüzden sadece dua ediyoruz hainlerin derdest edilmesine. Sabaha kadar sık sık yaşadığımız, yakın mesafe uçan uçakların çıkardığı sesler kulakları sağır edici, moral bozucu, her an bir bomba düşme endişesi ile devam etti. Çünkü Meclis ve Genelkurmaydan gelen haberler, sesler hepimizi kaygılandırmıştı.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Mehmet Nezir GülYusuf Akbaş aradığında olağan bir görüşme alışkanlığıyla telefonu açtım.
“Alooo!”
Sesimde hafif bir neşe ve Yusuf’un her zamanki gibi yapacağı bir espiriye zemin hazırlar ve bekler bir eda vardı. Beklediğim olmadı. Her zaman güler yüzlü ve neşeli olan Yusuf Hocanın ağzından dökülenler, endişe dolu bir soru oldu.
“Bir hareketlilikten bahsediliyor, bir şey duydun mu?”
Tüm neşem gitmişti.
“Nasıl bir hareketlilik?”
“Askeri bir hareketlilik… Darbe hazırlığından bahsediliyor…”
Aman Allah’ım!
Bir söz insanı hemencecik, anında sarsar, yıkar mıymış?
Hissettirmemeye çalışarak, odada oturan hanımla, kızım Rümeysa’ya televizyonu açmalarını söyledim. Haber kanalında, boğaz köprüsünde, yolun bir tarafını kapatmış tanklar ve askerler görülüyordu.
Kaygım, can sıkıntım, endişem artıyordu.
Darbe mi?
Bu dönemde?
Bu iktidarda?
Sivilleşmenin bu denli güçlü olduğu bir vasatta?
Ergenekoncuların önemli bir kısmının etkisizleştirildiği bir askeriyede?
Kardeşimi aradım ulaşamadım.
Yengeyi aradım, güvende olduklarını söyledi.
Gülsüm’ü aradım, “Durum nedir?” diye sordum.
“F tipi bir girişim. Emir komuta zinciri olmadan deniyor.”
17-25 Aralık yargı darbe girişiminden sonra, hükümetin, paralele yönelik tedbir ve mücadelelerine karşı, gizli veya açık, askeriyeden bir tepki gelmemesi, sessiz kalması beni hep tedirgin etmişti. Pek sınırlı sayıda arkadaşıma, paralel yapılanmanın askeriyede yıllardır yığınak yaptığını, örgütlendiğini, sayıda önemli bir yekûn tuttuğunu hatırlatmışımdır. Ama söyler geçerdim, kimse de bu mevzuyu devam ettirmezdi. Belki korkularımızla yüzleşmek istemeyişimizden, belki ciddiye almadığımızdan, bilemem.
O sessiz ve derin güç konuşmaya başlayacaktı demek…
O kısa sürede zihnimde oluşanlar, televizyondan gördüklerim, boğazımı kuruttu, nefesini kilitledi. Sanki ağzımdan aşağıya soğuk hava püskürtülmüştü, dudaklarım kupkuruydu. Nefes alıyordum ama daha bir zorlukla, kaygıyla, korkuyla…
“Haydi abdest alıp namaz kılalım ve ardından Fetih Suresi okuyalım, dua edelim.”
Hanım, Rümeysa, Muhammed Cemil ve ben bunları yaptık.
Ara ara da televizyona bakarak gelişmeleri takip etmeye çalışıyorduk. İş ciddiydi. Hâki bir bulutun; bedenimizi, içimizi dışımızı, yolları, şehirleri, tüm ülkeyi gece vakti sarıverdiğini, sarmak ne kelime kuşatıverdiğini her saniye hissetmeye başlamıştık.
İlk resmi açıklama Başbakanımız Binali Yıldırım’dan geldi.
Evet bir kalkışma vardı.
Bu resmen ilan edilmişti.
Bunu yapanın bir grup olması, bunun doğru olma arzusu, küçük bir teselli.
Ya değilse?
Ya Türk Silahlı Kuvvetlerin tam tekmil bir ihtilali ise?…
Bunu düşünmek bile insana azap veriyor.
Bu arada gelen bazı telefonlara hiç cevap verecek durumda değilim. Çoğunu açmadım.
Bazı arkadaşlarla görüşerek nerede bulunmamız gerektiğini konuştuk. Genel merkez mi, Kızılay mı, külliye mi, havaalanı mı?
Muhammed Cemil, bir an evvel çıkmak istiyordu. Onunla bir kez daha iftihar ettim.
Abdestimizi tazeledik, iki rekât namaz kıldık, duamızı yaptık ve hanımla vedalaştık.
Külliye tarafı, genel merkez, Beşevler’den GMK ve Kızılay’a… Evden çıkmadan önce mahallemizde, arkadaşımız Hasan Özarslan ile de görüşmüş ve üçümüz buluşmuştuk. Arabayı Maltepe’de park ettik. Kızılay’a giderken ara sokakta bir tank, içinde kimse yoktu. Bazıları yanında veya üzerine çıkıp fotoğraf çektirdi. Devam ettik. Meydanda 500 kişi kadar vardık. Koca meydan, beş yüz kişi.
Sesler…
Gürültüler…
Bombalar…
Meclis tarafına geçmemize izin vermediler.
Kulağımız telefonlarda, umut verici haberler bekliyoruz.
TRT’ye girilip kurtarıldığı haberi meydanı coşturdu. Trt’yi kimden kurtardık? Demek bir işgal denemesi var…
Geçen uçakların darbecilere mi bize mi ait olduğunu bilemiyoruz. O yüzden sadece dua ediyoruz hainlerin derdest edilmesine. Sabaha kadar sık sık yaşadığımız, yakın mesafe uçan uçakların çıkardığı sesler kulakları sağır edici, moral bozucu, her an bir bomba düşme endişesi ile devam etti. Çünkü Meclis ve Genelkurmaydan gelen haberler, sesler hepimizi kaygılandırmıştı.
Polisler geçerken alkış ve tekbirler. Salavatlar.
Kızılay Meydanı tarihinde hiç bu kadar tekbir sedası işitmedi.
Zaman zaman yaralılar geçiyordu. Hastanelerin yaralılarla dolduğu bilgisi geliyordu.
Değişik illerdeki arkadaşlarla görüşerek sevindirici ve kahredici haberler alıyor, sabaha kalmadan bu belirsizliğin bitmesini umuyor, birbirimize destek verici sözler söylüyorduk.
Sabah namazını meydandaki metro çıkışı yanında, küçük havuz ile dolmuş durakları arasında yer alan küçük parkta kıldık. Bir Kızılay sodasıyla yarım paket sigara içtim. Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı Musa Kazım Arıcan ve pek çok dostla karşılaştık, birbirimize moral verdik, hayıflandık, umutlandık ve sonunda sevindik. Saat sekize doğru darbecilerin rezilliği ve başarısızlığı tescillendi. Millet yavaş yavaş dağıldı. Biz MEB camiasından genel müdür, daire başkanı, uzman, öğretmen, memurlardan oluşan kalabalık bir grupla çorba içtik, dokuz gibi ayrıldık.
O gece uyumadık, safımızı belirledik, haktan, hukuktan, milletimizden, devletimizden, özgürlüğümüzden yana olduk. Allah bir daha göstermesin…
17 Temmuz 2016/ Ankara