İnsan, içinde bulunduğu şartları daima sürecek gibi görür. Bu elbette bir yanılsamadır. Kimi zaman hüznün, umutsuzluğun, karamsarlığın girdabında debelenen insan o durumlar, yaşadığı kötü günler sanki hiç bitmeyecekmiş gibi çökmüş bir ruh hâline sahip olur. Kimi zaman ise içinde bulunulan sevinçler, nimetler, güzellikler insanı aldatır, kendini kaybettirir. Oysa hangi neşe son bulmadı, hangi güzellik solmadı, hangi kudret zevâle ulaşmadı, hangi ihtiyar bir zamanlar genç değildi ki? Eskilerin de dediği gibi; ne dem bâkî, ne gam bâkî…
“Bil kadr-i dem-i vuslat-ı yârânı Riyâzî
Her vuslatın âhir sonu hicran olacaktır”
(Ey Riyâzî! Dostlarla kavuşma zamanlarının kıymetini bil ki her kavuşmanın sonu mutlaka ayrılık olacaktır.)
Dostlarla geçirilen zaman ki samimi, hasbi, riyasız, nizasız… İnsanın kendini güvende hissettiği, cennette de sürsün istediği ortamlar, meclisler. Dostlar, her âdeme ikinci bir ailedir. Kıymeti bu yönüyle de bilinmelidir.
Dostlarımız, sevdiklerimiz, yakınlarımız ne çok ihmale uğrar. Bazen yanlarında olsak da aslında orada değilizdir. Ya aklımız başka yerde olur, ya teknoloji bizi kendisine esir etmiştir. Muhatabımızın gözlerine bakmak, kalbini duymak, duygularıyla hemhâl olmak, belki bir derdine çare bulmak yerine suni, süfli yahut samimiyetten uzak tavırlar sergileriz. Peki, o karşımızdaki kişiyi bir daha göremeyecek olsak yine aynı şekilde davranır mıydık? Aramayı sürekli ertelediğimiz kişi ya bir daha o telefona hiç bakamayacaksa?
Eskiler anda olmayı önemsemiş, bunu ibn-i vakt olmak şeklinde ifade etmişlerdir. Yani zamanın çocuğu olmak. Bu elbette zamane olmakla karıştırılmamalı. İnsan, zamanla mukayyet bir varlıktır o nedenle zamanı nasıl geçirdiğinin sürekli farkında olmalıdır.
Ünsiyet kesbeden bir varlık olmamız hasebiyle seviyoruz, bağlanıyoruz. Ancak unutmayalım ki tüm sevgiler bitecek, tüm sevilenler bir gün gidecek. Sevgi zail olmasa, araya mesafeler girmese bile ölüm bir şaşmaz ve değişmez bir gerçeklik olarak hayatımızın içinde, tam ortasındadır. Hadis olarak rivayet edilen aşağıdaki ifadeler hakikatin ta kendisidir:
“Nasıl istersen öyle yaşa fakat bil ki bir gün mutlaka öleceksin.
Kimi seversen sev ama unutma ki bir gün ondan ayrılacaksın.
Dilediğin gibi davran lâkin şu da her zaman hatırında olsun ki her yaptığının karşılığını mutlaka göreceksin.”
Yazının başındaki beyti destekleyen bir beyit de Nedîm’de geçmektedir. O der ki;
“Olur mefhûm her şîrînin olmak telh encâmı
Kelâm-ı Hakda der-pey gelmesinden tîn zeytûnun”
(Her tatlı şeyin sonunun acı ile biteceği Kur’ân’da tîn ve zeytûn yani incir ve zeytin kelimelerinin art arda gelmesinden anlaşılmaktadır.)
Evet, her güzel şey bitecektir. Her tatlının sonu bir şekilde acıya dönecektir. İnsanın yiyip içtikleri bile zamanla zahmet hâline gelecektir. O zaman vakit varken, o tat üzereyken kıymetini bilelim. Şükredelim, nimetlerin gerçek sahibini görelim. Onları, O’nun rızası için bir vesile edinelim.
