Bazı kapılar vardır, ses etmeden geçemezsin önünden. Bazı odalar vardır, içeriden davet gelmedikçe girilmez. Kapalıysa bellidir: dokunmazsın. Çünkü içerde biri vardır. Ve belki o kişi, orada kendini toplamaya çalışıyordur.
Ben küçükken babaannemin evinde bir oda vardı. Kapısı hep kapalı dururdu. İçeride ne olduğunu merak ederdim ama kimse açmaz, açtırmazdı. Bir gün sordum:
“Babaannem neden oraya kimseyi sokmaz?”
Babam dedi ki:
“Orası onun odası. Nefes aldığı yer. Her insanın öyle bir yeri olmalı.”
O yaşta pek anlamadım. Ama büyüdükçe fark ettim… Mahremiyet, sadece dört duvar arasında değil. İnsan kendi içini de saklar bazen. Yüzünü gösterir ama kalbini göstermez. Elini uzatır ama her duygusunu teslim etmez. Çünkü insan, kendine ait olanı korumak ister. Ruhuna ait olanı da. Aslında mahremiyet, insan ruhunun örtüsüdür.
Ve ne yazık ki biz, birbirimizin odalarına kapı çalmadan giriyoruz artık. Sözle, bakışla, ekranla… Sosyal medyada birinin hayatına izinsiz göz atmak, özelini paylaşmak, sırrını yaymak… Bunlar kapalı kapıları zorlamak gibi. Belki girdiğimiz yerde bir dua vardı. Belki biri ağlıyordu. Ve biz, ayakkabılarımızla daldık içeri.
Gönül sarayının kapıları vardır, her gönül her gönle açılmaz.
Bazı sözler, bazı acılar, bazı sevinçler yalnızca sahibine emanettir. Paylaşılmak için değil, korunmak için vardır. Çünkü her kalp, her kalbi taşıyamaz. Her göz, her sırrı taşıyamaz.
Oysa tasavvufta “mahremiyet”, “emanet” ile kardeştir. Kalp evdir, sır misafir. Edep ise kilittir kapının üstünde. Birine emanet verilen kalp, sır, söz ya da suskunluk; korumakla yükümlüdür. Hakk’a saygı duymak neyse, bir kulun gizlisine saygı da odur. Çünkü Allah bile “kulun kalbi benim nazargâhımdır” derken, insanın içini kutsal saymıştır.
İşte tam da bu yüzden, “Mahremiyet, insan olmanın özüdür” diyor Kemal Sayar. Çünkü insan, varlığını koruyabildiği yerde insandır. Sınır çizebildiğinde, saklayabildiğinde, içindeki kıymetliyi dış dünyanın hoyratlığına karşı savunabildiğinde… Kalbinin örtüsünü kaldırmak da örtmek de bir iradedir. Ve bu irade, insanı eşref-i mahlûkat yapar.
Bazı insanlar sessizliğini paylaşmaz. Bazı insanlar gözyaşlarını bile saklar. Çünkü mahremiyet, güvenin bahçesidir. O bahçeye ancak ayakkabını çıkararak, yüreğini temizleyerek girebilirsin. Ya da bazen hiç girmemen gerekir. Çünkü o bahçe sadece sahibine aittir.
Mahremiyetin başladığı yerde edep başlar. Ve edep, insan olmanın en zarif halidir.
Artık biliyorum: Babaannemin kapalı odası sadece eşyaları değil, kendi içini saklıyordu. Ve ben büyüdükçe fark ettim… Her insanın kapalı bir odası vardır. Ve her oda, bir duadır.
Kapıyı çalmadan girme.
Muthis bir yazi tesekkur ederiz Hocam.
Çok duygulandım ve heyecanlandım.
İnsan olmanın değerini ve nasıl kurunması gerektiğini mahremiyet çerçevesinde ne güzel izah etmişsiniz. 🤲
Mahremiyet çeşitlerine bir de ruhun mahremiyeti eklenince ayrıca önem kazandırmış.
Mahremiyet bilincine ruh katmış…😌
“Kalp evdir, sır misafir. Edep ise kilittir kapının üstünde.”
Yüreğine sağlık. Gönül kapım aralı, çalmadan gir içeri diyebileceğimiz kendimiz gibi insanlarla karşılaşalım hayatın her aşamasında. Mahremiyet zırhımız zarar görmesin.Yine acıyı demlenmiş kalemin…