1. Anasayfa
  2. Düşünce

“KESİN” ALDATMA VE İHTİYAT GERÇEKLİĞİ

“KESİN” ALDATMA VE İHTİYAT GERÇEKLİĞİ
0

Eskiden beri var olan ama modern zamanlarda yeniden ve çağdaş bir yüzle hortlayan “gizemi keşfetme, hakikati bulma veya şifa vaadi” bazı insanlara hâlâ çekici gelmektedir. Bunların “kesin hakikat, kesin çözüm, kesin kazanma, kesin ermişlik, kesin şifa, kesin cennet” diye sunumları aldatmanın başlangıcını oluşturmaktadır. Ancak verilen bilgiler, sunulan veriler ve sağlanan çözümler geçici rahatlama etkisi bırakan bir nevi plasebo tesiri yapmaktan öteye geçememektedir.

Hâlbuki hayat, insan bakımından “kesinlik” üzerine değil şartlar, imkânlar ve ihtimaller üzerine kuruludur. Hayatta her şeyin iyi-kötü, zararlı-faydalı, güzel-çirkin yönleri bulunur. Bazen şifa kaynağı olan bal insana zehir tesiri yapabilir, bazen de bir akrebin zehri, şifa veren ilaca dönüşebilir. Hava ve yer olaylarındaki beklenmedik gelişmeler kesinliğin o kadar da kesin olmadığının en çarpıcı göstergesidir. Onca teknolojik gelişmişliğe rağmen hâlâ doğal olaylarla/afetlerle ilgili kesin bilgilere ulaşılmış değildir. Daha da önemlisi “insanın öngörülmez varlık olduğu” gerçeği hâlâ geçerliliğini sürdürmektedir.

İslam dini geçmişte ve bugün gerçekliği bütün yönleri ve boyutlarıyla kabul eden bir sistemin adıdır. Nitekim İslam, hayatın gerçekliğine uygun gelecek şekilde “ihtiyatlı olma” veya “umutla kaygı arasında bulunma” (beyne’r-reca ve’l-havf) anlayışını insana sunmaktadır. Ancak ve maalesef bu şekilde kesinci yöneliş anaforuna kapılanlara bu öneri kesinlik duygusu vermediği için çekici gelmemektedir. Hâlbuki hayatın gerçeği tam da İslam’ın bildirdiğidir.

Eğer kişi umutla kaygı arasında bulunmazsa, bir benzetmeyle söyleyecek olursak araba kullanırken gaz pedalı ile fren pedalının ikisini birden dikkate almazsa, telafisi zor kazalarla ve sorunlarla karşılaşabilir, derin umutsuzluk çukuruna düşebilir veya ciddi hayal kırıklığına uğrayabilir. Bunlar uzakta değil, günlük hayatın akışı içinde gerçekleşmekte, her gün aktüel haberlere yansıyan hikâyeleri teknoloji sayesinde evlerimize misafir olmaktadır. Bu hikâyelerin kahramanları söylemdeki kesinliğe kapılıp “kesin” aldatma tuzağına düşenlerdir. Hikâyenin sonu ise gerçeklerle yüz yüze gelen kahramanın yaşadığı derin hayal kırıklığı, umut yitimi ve hatta psikolojik travmadır. “Ruhumu dinlendireceğim” veya “geride kalmış ruhumu bekliyorum” diyerek ormanlık alanda soğuktan hayatını kaybeden kişinin düştüğü durum, tam da bu hayal kırıklığı ve umut yoksunluğunun bir sonucudur.

Hâlbuki insan ruh-beden bütünü olan bir varlıktır. Ruhun bedenden bağımsız hareket etmesi, geride kalması, ileri gitmesi söz konusu değildir. Ruh nerdeyse beden orada, beden neredeyse ruh oradadır. Değişik bir ifadeyle insan psikolojisi insan biyolojisi üzerine kuruludur. Bunun anlamı insanın biyolojisi neyse psikolojisi odur. Öyleyse “ruhu beklemek” bir yanılgıdan ve aldanmadan başka bir şey değildir. İşte kendini tanımayan insan, zihninde parçaladığı ve birbirinden ayırıp yabancılaştırdığı unsurlarını bir de oturur, haybeden beklemeye koyulur.

İnsanların umut ışığını söndürmek veya hayallerine baskı uygulamak ne kadar yıkıcıysa, ona aşırı umut vermek veya gerçekleşme ihtimali olmayan hayallere kaptırmak da bir o kadar yıkıcıdır. Şu hayatta, ne zorluklarla karşılaşma ihtimali göz ardı edilmeli ne de zorluğun üstesinden gelebilme umudu yitirilmelidir. Yüce Allah’ın mealen “her zorluğun yanında iki kolaylık vardır” (İnşirah 94/5-6) ilahî bildirimi, yaşanan zorlukların üstesinden gelecek irade ve imkânların insanlara verildiğini, dolayısıyla umutsuzluğa kapılmanın yersizliğini anlatmaktadır. Diğer bir deyişle aklını ve iradesini fıtrat doğrultusunda kullanan kişiler, zorlukların yanında birden fazla kolaylığın bulunduğunun bilincindedirler.

Netice olarak olumsuzluk karşısında hemen kötümser duyguya kapılmak hem iradeyi zayıflatır hem de çözüm arayışını sekteye uğratır. Her ne olursa olsun olaylar ve olgular karşısında sabırlı ve umutlu duruş ise, zorluğun üstesinden gelme iradesini güçlendirir ve çözüm arayışını hızlandırır. Öte yandan zikredilen ayette bir zorluk yanında iki kolaylığın bulunduğunun dile getirilmesi, insan için çözüm ve tedavi umudunun her zaman birden fazla olduğuna işaret etmektedir.

6 Zilkade 1446 / 4 Mayıs 2025

1964 yılında Sivas merkez Kartalca köyünde dünyaya geldi. Kayseri İmam-Hatip Lisesini 1984, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini 1989 yılında bitirdi. Aynı Üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1991’de yüksek lisansını, 1997’de doktorasını tamamladı. 1992-1993 yıllarında alanı ile ilgili araştırma yapmak için 8 ay Şam’da bulundu. Türkmenistan Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde 1999-2000 öğretim yılında ders verdi. 1999’da Yardımcı Doçent, 2004’te Doçent ve 2010 yılında Profesör unvanını aldı. 2012-2015 yılları arasında Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı. 2015 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliğine atandı. Hâlen bu görevini ve Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalında öğretim üyeliği görevini birlikte yürütmektedir. Çalışmalarını İslam düşüncesinde Allah ve âlem tasavvuru, kelam atomculuğu, kelam-tasavvuf-felsefe ilişkisi, kelam okullarının oluşum ve gelişim süreçleri konularından sürdürmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir