Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Montu Kaptırmam Arkadaş

EKLENDİ

:

Benim odam B-223 numaralı odaydı.  O gün de gezinin diğer beş gününde olduğu gibi bitkin bir şekilde otele varmıştık. Belli bir müddet kimin kaç numaralı odada kalacağına dair yaşanan kargaşadan sonra herkesin odası belli olmuştu işte nihayet. Odaya çıktım, eşyalarımı yerleştirdikten sonra Millî takımımızın EURO 2024 Avrupa Şampiyonası’nda Hollanda ile çeyrek final mücadelesini izlemek için otelin zemin katındaki kafeteryaya indim. Ortalarda bir yere oturdum ve oturduğum sandalyeye de montumu astım. Benimle birlikte o gün otelde kalan gezideki bazı arkadaşlar ve Saraybosnalı olup da otelde çalışan birçok Türk de maçı izlemek için oradaydı. Kafeteryadaki ortamın Türkiye’den farkı yoktu. Kendimi maç boyunca Türkiye’de gibi hissettim. Çekişmeli geçen ve çoğu zaman da yerimizden fırladığımız maçta ne yazık ki gülemedik ve organizasyona veda ettik. Bu üzüntüyle oturduğum sandalyeden uzun bir süre kalkamadım. Herkes gitti, ben kaldım. Neyse dedim, dünyanın sonu değil ya bir dahaki sefer daha iyi yerlere geliriz inşallah!

 

B-223 numaralı odama gittim, yatmak için hazırlanıyordum ki sandalyeme bıraktığım montum aklıma geldi. Hemen aşağıya koştum. Baktım ki benim mont yerinde yok. Ne yapacağımı şaşırdım. Kocaman otel burası, birçok milletten yüzlerce-binlerce insan var. Dilini bilmem, töresini bilmem. Şimdi kime sorsam, ben bu montu nasıl bulsam?  Üzüldüğüm mesele montun kendisi değildi. Ohri’den annem için aldığım inciler montun cebindeydi, asıl dert ettiğim yer burasıydı. Ne diyecektim bu halde anneme ben? Anne, sana hediye olarak inci aldım ama sahip çıkamadım mı, diyecektim. Allah’ım yardım et! Medet!

 

Büyük bir telaşla oradaki bütün sandalyelere, masaların altına, pencere kenarlarına baktım ama faydası yok, benim mont görünmüyordu. Oradan bir panikle resepsiyona koştum. Görevliye yarım yamalak İngilizcemle durumu anlattım. Zor da olsa anlaştık. İçeriden birkaç ceket getirdi, gösterdi. Hayır, bunlar benim montum değildi. Görevli bunlardan başka elbise olmadığını kamera kayıtlarına ise ancak yarın sabah bakabileceğini söyledi. Çaresiz ve üzgün şekilde oradan ayrıldım. Tekrar kafeteryaya geldim, ortalığı umutsuzca bir daha taradım ama yok. Bakalım kim aldı gitti, bulmak çok güçtü, farkındaydım. Umudum tükenmek üzereydi. Yeniden odama çıktım. Aklımda montumla yatağımı yaptım, dişlerimi fırçaladım ve yattım. Yattıktan sonra uyumak bir yana gözümü bile kırpmadım. Zifiri karanlık otel odasında yatakta tam bir saat gözlerim açık şekilde düşündüm. Oda karanlık, ben düşünceli ve ritmini bir an bile bozmadan işini yapmaya çalışan klima… Vaziyet bundan ibaretti. Bu iş böyle olmayacak dedim kendi kendime. Dışarı çıkayım, biraz hava alayım, dolaşayım.  Otelin kapısına vardığımda, bizim gezi kafilesinden Mustafa abiyi gördüm. Ağzında sigara, elinde telefon oturuyordu. “Hayırdır abi, uyku tutmadı mı?” dedim. “Çok sıcak uyuyamadım Habib!” diye cevap verdi. “Sen ne yapıyorsun bu saatte?” diye sordu. “Sorma abi, montumu kaybettim, içinde annem için aldığım inciler de vardı” dedim. “Yapma ya, nasıl oldu bu, resepsiyona falan sordun mu?”, dedi. “Sordum abi ama bulamadık.” diye yanıtladım. Bir süre sessizce oturduk, o telefona baktı, ben gökyüzüne baktım. “Haydi gidip yatalım, sabah ola hayrola!” dedi. Biraz yürüdük. “Mustafa abi, benim odaya buradan gidiliyor, senin blok farklı, A’dasın sen sanırım!” dedim, ayrılmak istedim. “Evet benimki A blokta, gel oradan geçiş vardır geçersin” dedi. “Geçiş olmayabilir abi, bir daha geri dönüş için gece yarısı yorulmayayım” dedim. Ben böyle söyleyince, “Geçiş vardır, gel!” diye ısrar etti Mustafa abi. Dayanamadım, “Tamam abi gidelim” dedim. Asansöre bindik. Asansörün içinde yazan bilgiye göre, bu asansör A blok 3, 4 ve 5. katlarda bulunan ve 250 ile 310 arasındaki odalara gidiyordu. “Abi bak dedim yanlış yere gidiyorum ben. Benim odam B-223.” Neyse yukarı çıktık, baktık benim odaya geçiş yok tabi ki… “Kusura bakma Habib, seni yordum” dedi Mustafa abi. “Neyse abi, olsun ben aynı asansörle ineyim, sonra kendi tarafıma geçeyim” dedim, ayrıldım oradan.

 

Aşağıya indim, uzun ve insanın üzerine yürüyen loş koridorda yarı tedirgin yürürken baktım karşıdan elleri cebinde siyah giyimli biri geliyor. Yaklaştıkça üzerindekinin siyah bir mont olduğunu fark ettim. “Allah’ım dedim benim monta ne kadar da çok benziyor. Dur dedim şuna da bir sorayım, belki bir köşede benim montu görmüştür, kim bilir?” Yine o güzel İngilizcem iş başındaydı tabii. “Hello sir!” dedim, aynı şekilde cevap verdi. “Size bir şey sorabilir miyim?” dedim, “Elbette” dedi. “Otelin kafeteryasında montumu kaybettim, üzerinizdeki monta da çok benziyordu, onu gördünüz mü?” Bir anda telaşlandı ve ellerini cebinden çıkararak “Hayır, görmedim!” dedi.  Benim montun sağ kolunun bilek kısmında ‘Aşırı sıcak sudan koruyun’ diye bir uyarı ve bu uyarıyı da imgeleyen küçük bir sembol vardı. Adam ellerini kaldırınca hemen o uyarı yazısını ve sembolü gördüm ve kızgınlıkla “Hiç utanmıyor musun yalan konuşmaya, bu mont benim, seni polise ihbar edeceğim!” dedim. Benim bu uyarımdan sonra beti-benzi attı adamın ama inkâr etmeye de devam etti ve “Verirsen ver korkmuyorum!” dedi. Ben de “Haydi polisten korkmuyorsun, Allah’tan da mı korkmuyorsun!” dedim. Ben bu cümleyi kurunca bir anda afalladı ve “Allah!” dedi. “Evet, Allah” dedim. Sonra “Tamam bu mont senin, al” dedi ve çıkarttı montumu verdi. Giymeden hemen ceplerini kontrol ettim. İnciler yoktu. “Bunun içinde inciler vardı, nerede?” diye sordum. “Cebinde inci yoktu, görmedim” diye kaçamak bir cevap verdi. Bak dedim “Allah’tan korkuyorsun, bari tam kork, incilerimi ver!” Epey düşündükten sonra “Burada bekle!” dedi ve gitti. İki-üç dakika sonra elinde incilerle geldi. İncilerimi verdi, özür diledi ve uzaklaştı. Uzun koridorun karanlığında kayboldu. İncilerimi bulmuştum. Bu bir rüya mıydı, gerçek miydi düşünerek oradan ayrıldım. Odama çıktım. Masanın üstüne montu ve incileri koyup uzun süre onlara baktım. Sabah olduğunda başta Mustafa abi ve -Mustafa abiden duymuş olacaklar ki- gezimizdeki birçok arkadaş “Habib ne yaptın, montu bulamadın herhalde?” diye sordular.

 

Benim cevabım ise çoktan hazırdı: “Allah’ın izniyle montu kaptırmam arkadaş…”

 

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar

Pin It on Pinterest