Malum virüs Çin’de ortaya çıktığında bir gün bize de geleceğini, onlar kadar sıkı önlem alamayacağımız için daha çok ölümlerin olacağını bekliyordum. Bir yandan da Doğu Türkistan’da soy kırıma tabi tutulan Uygur kardeşlerimi düşünüyordum. Toplama kamplarında kitlesel ölümler olacağını ve ne bizde ne dünya basınında gündeme gelmeyeceğini bildiğim için daha çok endişeliydim.
Virüs daha Türkiye’ye gelmedi, denildiği zamanlarda dayımın diş hekimi kızı Güler ve oğlu bu hastalığı geçirdiler. 1914 muhacirliğinde dedemin amcası Mustafa Varol dede Kırıkkale Sulakyurt’ta kalmışlar. Son yıllarda onların torunlarıyla Ankara’da buluşma programları yapıyordum. Her hazırlığımı yapmıştım ama insanlar kalabalıkta olmak istemedikleri için iptal etmek zorunda kaldım. O zaman durumun ciddiyetini anladım. Önceleri pek ciddiye almıyordum ama ülkemizdeki test sonuçları ve ölüm vakaları artınca tedirgin oldum. Ankara da tek başıma yaşamama rağmen evime yiyecek ve temizlik malzemeleri doldurdum. Daha sonra Artvin’e dönünce bunları komşumuz olan Telafer Türkmenlerine çanta çanta taşımak zorunda kaldım.
Ellerim sık sık yıkanmaktan tahriş olmuştu. Havluyla elimi silemiyor, kâğıt peçete kullanıyordum. Kolonya bulamadık bir ara. Yılların eczacıları fiyatları bir artırdılar ki merdiven altı kolonyalara dünyanın parasını ödemek zorunda kaldım. Doğal yiyeceklerle beslenme alışkanlığımı abartmıştım. Köyüm Oluklar mevkiinden toplattırdığım kekiği çokça içiyordum. Ardanuç’un en meşhur suyu o mevkideydi ve yüzyıllardır oradan aktığı için suladığı yerlerde yetişiyordu. Bu sene aşağı mahalleye o suyu aldılar. Artık mis kokulu kekiğim de olmadı. Zerdeçal, zencefil, tarçın gibi içeceklere daha çok yer vermeye başlamıştım.
Kızılay’da Diyanet Kadın kollarında ve diğer kurumlarda kültürel faaliyetlere katılır, evde oturmaz çıkar kütüphane, kitapçı dolaşır, eşe dosta uğrardım. Yazarlar Birliğinin yıllardır her pazartesi düzenlediği Mesnevi okumalarına katılır, arkadaşlarımla konuşurduk. TRT’den emekli arkadaşım Gürcü Seven’le eve dönerken kurumun dağıttığı kitapları Artvin’e götürmek için alırdım, taşımakta zorlandığım için Gürcü bana yardım ederdi. Ülkemizin duayen yazarı Mehmet Doğan’la sohbet edip yaptığım çalışmalar için görüşlerini alırdım. Gene aynı kurumun eski başkanlarından yazar İbrahim Ulvi Yavuz’un yanına uğrar, onlara gelen yeni kitapları ve dergileri karıştırırdım. Bunların birden kesilmesi ve benim gibi gezmeyi çok seven birinin eve kapanması, çok zor olacağı ve travma yaratacağından yakınlarım korktu, sürekli beni aradılar. Ara sıra içimde darlık olduysa da fazla zorlanmadan atlattım şimdilik. Artvinlinin Gezi Notları kitabım üzerinde büyük bir heyecanla çalışıyordum, o beni oyaladı. İnsanın her yaşta işi olmalı. Toptancıdan çokça yün aldım. Eşimin dostumun torunlarına, çocuklarına kazaklar ördüm. Hızımı alamadım, kendime battaniye bile örerek işi büyüttüm. Zaten çok fazla telefonla konuşuyordum, bu dönemde daha da arttı. Konuştuğum kişilerde uzatınca ayda üç bin dakikaya geçmek zorunda kaldım. Çok güçlü sandığım yaşlı erkeklerle konuşurken, hatıralarını anlatırken onların ağladıklarına şahit oldum. Apartmanda yalnız yaşayan teyzeler konuşmaya hasret kaldıkları için beni gördüklerinde konuşmak için bahaneler üretiyorlardı.
Fazla yemek yapmaktan hoşlanmazdım ama, yıllardır yapmadığım yöresel yemeklerin hepsini yaptım. Bir zaman sonra evde oturmaya alıştım, çıkıp yürümek istemediğim için kilo aldım. Diz ağrılarım arttı. Sürekli yeni bir şey yazmak, yeni bir şeyler okumak ve araştırma yapıp sözlü kültür derlemekten haz alırdım. Bu dönemde Millî Kütüphane’ye bile gidemedim. Dergi okumaya hasret kaldım. Yaşlılar Ardanuç’ta eskisi kadar parka ve camiye gelemedikleri için derleme de yapamadım. Monoton bir hayat beni tembelliğe alıştırdı her halde, yeni bir şey yazamadım, hızım kesildi.
Annem kardeşimde kalıyordu, Ardanuç’ta nefes almakta zorlandığını söylüyordu sürekli. Ardanuç’ta tam teşekküllü devlet hastahanesi yok. Artvin’e götürmek izne tabii ve özel araç tutacaksın. Hastalık bulaşma korkusu da cabası. Üç Ardanuçlu bayan doktor tanıdıklarımı arayıp annemle konuşmalarını istedim aramadılar. Şikâyetlerinin psikolojik olup olmadığını anlarlar diye düşünmüştüm.
Şehirlerarası seyahat izne bağlıydı, araç da yoktu. Tarım Bakanlığının köyde arazisi olana izin verdiğini öğrendim ve işlem yaptırdım. Eniştem köyde ceviz bahçesi yapmıştı, arabasıyla gidecekti, birlikte Ankara dan Artvin’e doğru yola çıktık sabaha yakın. Yolların boş olması insana ürperti veriyor. Eniştemle ben her molada bir şeyler yer içerdik ama her yer kapalıydı. Yollarda birkaç kez kontrol ettiler. Arhavi girişinde durdurdular; 15 gün evde karantinaya gireceğimize dair evrak doldurup imzaladık. Pandemili günlerde ateşim çıkıyordu, ara sıra virüs bulaştı diye korkuyordum. O gün de ateşim vardı, ölçerken korktum, buradan beni geri çevirirseler ne yaparım diye.
Ardanuç’a girdik, anahtarı aldım. Yakınlarımı uzaktan görüp evimize tek başıma gittim ve karantina günlerim başladı. Başka şehirlerden gelenleri 15 gün evinde karantinaya tabii tutuyorlardı mecburen. Karakoldan arayıp kuralları hatırlattılar.
Havalar soğuktu, soba yakmakta zorlandım. Çıraları çok dolduruyordum herhalde, tütüyordu camı açıyordum, ev soğuyordu. Ramazandı iftarı yalnız açmak zor olsa da idare ettik. İhtiyaçlarımı eniştem Zeki Yazıcı ile komşum Meryem Uzun getiriyor, uzaktan konuşuyorduk. İnsanlar benden kaçıyordu. Kız kardeşim bile bir şey getirdi mi maskeli ve mesafeliydi. Her şeyim vardı çok şükür ama komşuların bir tas çorbayla aramasını bekledim ramazanda. O günlerde daha duygusal oluyor insan.
Arada çöp dökmek için yola iniyordum. Dayanılmaz bir şekilde yürümek içimden geçiyordu ama kurallara uymak zorundaydım. Teyzem benim 15 gün evden çıkmadan oturacağıma inanamıyordu. Alo vefa hattını arayıp bir şeyler istedim. Faturası vardı ücreti ödedim. Paketi alırken fotoğraf çektiler, itiraz ettim çünkü pijamalıydım. Görevlinin biri Halk Kütüphanesinin kütüphanecisiydi.
Karantina günüm dolunca gezmeye çıktım, çağ kebabı özlemiştim. Kapıda iki masa vardı. Ekmek arası kebabımı aldım, yerken polis geldi karşıma dikildi, hemen kalk dedi. Bekçi araya girince yiyeceğimi bitirdim. Bir kere de pazarda gezerken maskem aşağıdaydı, bayan polis sertçe uyardı, hemen düzelttim. Hükümet konağına girmeye korkuyordum, bazı daireler kapanmıştı memurlarda virüs çıktığı için. Bayramlarda gelen giden yoktu. Çikolatalar, şekerler kalakaldı. Komşular arası gezmek de kalkmıştı. Tepede kurulu çok sevdiğim Ardanuç Evine gidip kitap okumayı, dere kenarındaki parkta su sesi dinleyerek çay içmeyi çok özlüyordum. Köyüme gidip çam kokusunu ciğerlerime çekmeyi, bayramda babamın mezarını ziyaret etmeyi çok istemiştim. Daha sonra ziyaretime gelen yeğenim Zehra’yı sarılıp öpememem içimde bir ukdedir.
Geçen yıl ablam Amerika’da diplomat olan oğlunun yanına gitmişti. Hastalık çıkınca son uçakla yurda dönmek zorunda kaldı. Karantinaya tabi tutacaklarını pek düşünmemiş. Esenboğa’dan körüklü belediye otobüsüne bindirilip Kastamonu’ya öğrenci yurduna yolladılar. Odada tek başına kalmakta çok zorlandı. Okumak için Kuran istedi, vermemişler. Sağ olsun hemşerimiz Necdet Subaşı araya girerek gönderdi.
Yeğenim Alper’in düğünü olacaktı Ankara’da, salon önceden tutulmuştu, bir saatlikti. Yakınlarım uzun yol gelme, ne olur ne olmaz dediler ama dinlemedim. Trabzon’da havaalanına girdim, çok kalabalıktı, çift maske taktım ama bu sefer de nefes almakta zorlandım, içime darlık geldi, zor yolculuk yaptım. Aile olmayanların arasında boşluk bırakıyorlar ama Havaş otobüsü hınca hınç doluydu. Mikrop kaptım diye endişe duydum.
Bizim çocukluğumuzda düğünler davul zurnalı, horonlu barlı olurdu. Müzik vardı ama hep Ankara havaları oynandı. İçimde kaldı, gelin tatile yanımıza geldi mi davul zurna çaldırtıp bizim oyunları oynayacağız.
Bu arada halamın oğlu Sebahattin Taş Korona’ya yakalanmış, ambulansla Ankara Gülhane Hastanesine getirmişler ve yoğun bakımda entübe oldu dediler. Pek de ilgilenen olmamış. Çok korkup endişeli günler geçirdim. Sağ olsun Sağlık Bakanlığında Genel Müdür olan akrabamız Adem Keskin durumunu yakından takip etti ve hastaneden iyileşerek çıktı. Annemin ve babamın tarafından birçok kuzenim bu hastalığa yakalandı, çok korktuk ama hepsi iyileşti. Bu kötü hastalığa yakalanırsam da ucuz atlatırım diye düşünüyordum çünkü doğal besleniyordum. Değerli hemşerimiz Prof. Dr. Salih Aksu’ya söyleyince; “Dikkatli ol abla, risk grubundasın.” dedi. Hastalıktan ölmekten korkmuyorum da benim gibi hareketli bir insan yoğun bakımda ne yapar; ölürsem mezarım Ankara’da kalır. Köy mezarlığında Gencogil sülalesine ait yerde Adem dedemin yanında kendime yer seçmiştim…Onun için de ayrıca endişelendim.
Pandemi günleri endişeli geçti ama bir yandan da şükrettim çünkü evim sıcaktı, maaşım vardı, karnım toktu. Asgari ücretle çalışan binlerce kişi işsiz kaldı, ne yedi ne içtiler diye düşünüp şükrettim.
Ankara’ya gelen muhacirlerin çoğu işsiz kaldılar, onlara da ayrıca üzüldüm. Bodrum katlarda, soğuk odalarda, sağlıksız beslenen göçmenlerimizin herhangi bir hastalığa yakalanmadığına şaşırdık. Aşı yararlı mı değil mi diye düşündük durduk. Keşke kendi aşımızı daha önce üretebilseydik. Koronasız günler dileğimle…